İşte Milli Çözüm Dergisi'nde Ahmet Akgül'ün tartışma oluşturacak yazısı:  10 yıl kadar önce, “Suriye’de Yaklaşan Hilal-Haç Kapışması” kitabımızı hazırladığımızda ve Türkiye’mizin Haçlı-Siyonist odaklarca dört bir yandan kuşatıldığını hatırlattığımızda, bizi “Komplo teorileri uydurmakla, AB ve ABD ile ilişkilerimizi bozmaya uğraşmakla” suçlayan iktidar çevreleri ve yandaş kesimleri, bugün aynı gerçekleri konuşmaya başlamışlardı. İşte Yunanistan’ın; Almanya, Fransa ve Amerika’nın arka çıkmasıyla aşırı silahlanmaya koyulması, ABD’nin Trakya’da ve hemen sınırımızda üsler kurması ve saldırı yığınağı yapması, Ege Adalarının, hem de Lozan’a aykırı biçimde askeri teçhizatla donatılması, 17 Ekim 2021 ajans haberlerine göre; Birleşik Amerika’nın sınırımızdaki Dedeağaç bölgesine tank, uçak ve savaş gemisi yanında çok sayıda özel eğitimli asker çıkarması, Akdeniz’in ve Kıbrıs çevresinin yüzlerce savaş gemisiyle doldurulması… Ve özellikle Suriye’de Amerika ve Rusya’nın açıkça azdırıp kışkırttıkları PKK-YPG anarşistlerinin Kürdistan Devleti hayaliyle ülkemize sataşıp durmaları, barbar Batı’nın asıl niyetini ve Büyük İsrail hedeflerini çok net olarak ortaya koymaktaydı. NATO’nun patronu Amerika ile, NATO’nun kuruluş bahanesi RUSYA, Suriye’de ortaklaşa besleyip destekledikleri PKK militanlarıyla, güya NATO’nun en sadık müttefiki sayılan Türkiye’ye saldırıp durmaktaydı...

ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford, “Suriye’de ABD şemsiyesi ve himayesinde bir Kürt Devleti mutlaka kurulacaktır” diyecek ve Büyük İsrail hedefini dillendirecek kadar küstahlaşmıştı.

Bütün bu tehlikeli ve tehdit edici gelişmeler karşısında kendini savunmak zorunda olan Türkiye, 1,5 milyar dolar parasını peşin verdiği ve üretimine ortak edildiği F-35 savaş uçaklarını, ABD tek taraflı bir kararla bize satmayacağını, yetmez, Rusya’dan S-400’leri de asla alamayacağımızı açıklamıştı. F-35’lerin Türkiye’ye verilmesine asıl engel olan odakların İSRAİL ve Yahudi Lobileri olduğu anlaşılmıştı. Biz Milli Çözüm Dergisi olarak aylar önce ABD’ye verdiğimiz 1,5 milyar dolar karşılığı, hiç değilse Amerika’da hangarlara kaldırılan F-16’lardan 30-40 tanesini piyasa fiyatından bize satmasına ısrarcı olmamız gerektiğini yazmıştık, konferanslarımızda gündeme taşımıştık. Çünkü bu uçakların kendisini yapamasak bile, bazı stratejik donanımlarını ve elektronik aksamını üretebilir durumdaydık. Şimdilik “Milli Muharebe Uçaklarımızı” yapmaktan maalesef çok uzaktık. Çünkü ülkemizde önce MOTOR üretimini ve BİLGİSAYAR sistemlerini başarmamız lazımdı.

Sn. Erdoğan F-35’lerin alımı için, “ABD’ye ödediğimiz 1,5 milyar doları, şöyle veya böyle, bir şekilde alacağız!..” diye havalar atmıştı. Peki F-35’lerin yüzlerce parçasının üretimine harcadığımız ve uçak sahibi olacağız diye umut bağladığımız 20 yılın hesabı kimden sorulacaktı?.. Daha da önemlisi bu amaçla, çeşitli yatırımlar ve katılımlar için harcayıp zarara uğradığımız yaklaşık 17 milyar doların kaybını kim karşılayacaktı?..

Aslında 1970’li yılların başından itibaren Rahmetli Erbakan Hocamızın “Ağır Sanayi ve yaygın kalkınma hamleleri ve özellikle Milli Savunma Sanayi girişimleri” dış güçler ve yerli işbirlikçilerce ve maalesef dindar geçinen marazlı münafık çevrelerin de kösteklemeleriyle engel olunmasaydı… Ve hele son Refah-Yol iktidarı 28 Şubat tezgâhıyla ve AKP’yi kuranların arkadan bıçaklamasıyla yıkılmasaydı, bugün Türkiye, dünya dengelerinde söz sahibi bir süper güç konumunda olacak ve 50 yıldır çektiğimiz ekonomik, sosyal ve siyasal sıkıntılar da yaşanmayacaktı.

Türkiye'nin ABD'den F-16 alımının maliyeti ortaya çıkmıştı!

Türkiye'nin ABD'den talep ettiği 40 adet yeni F-16 Blok 70 alımının ve 80 adet F-16 modernizasyonunun maliyetinin 6 milyar dolara yakın olduğu; Biden yönetiminin ise, F-16 satışına ve modernizasyona sıcak baktığı konuşulmaktaydı. İngiltere merkezli haber ajansı Reuters, kaynaklarına dayandırdığı haberinde; Türkiye'nin 80 adet F-16 savaş uçağı modernizasyonu ve 40 tane yeni F-16 alımı için ABD'ye talepte bulunduğunu açıklamıştı. Milliyet gazetesine konuşan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise, "Birinci tercihimiz, hakkımız olan F-35'leri almaktır. ABD ile bu kriz aşılırsa Türkiye tekrar programa girer, oradaki F-35'lerimizi alırız; çözülmezse alternatif arayışlarımıza devam ederiz. Ödediğimiz para karşılığında mevcut F-16 filomuzun genişletilmesi ve elimizdeki F-16'ların modernizasyonu bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Mesele daha yeni şekilleniyor. Şartları gördükten sonra ihtiyaçlarımız çerçevesinde nihai bir karar verilir" bilgisini paylaşmıştı.

Bunların Maliyeti ise Yaklaşık 6 Milyar Doları Bulmaktaydı!

Amerikan Bloomberg ve İngiliz Middle East Eye'a (MEE) konuşan Türk yetkililer, olası F-16 alımı ve modernizasyonu hakkında yeni açıklamalarda bulunmuşlardı. Türk diplomatik kaynakları, Türkiye'nin ABD'den talep ettiği 40 adet F-16 Blok 70 savaş uçağı ve 80 adet F-16 modernizasyon kitinin toplam maliyetinin 6 milyar dolara yakın olduğunu vurgulamışlardı.

Peki, ABD’den F-16 talebine olumlu cevap gelmezse Türkiye'nin planı ne olacaktı?

Türkiye, ABD'den 40 adet F-16 satın alma ile 80 adet F-16 savaş uçağının modernizasyonu talebine olumlu cevap gelmemesi durumunda İngiltere, Fransa veya Rusya'dan yeni nesil savaş uçağı alımını gündeme taşıyacaktı. Türkiye; Türk Hava Kuvvetleri'nin envanterinden kademeli olarak çıkarılacak savaş uçakları nedeniyle hava gücünün önümüzdeki sekiz yıllık dönemde zaafa uğramaması için ABD'den 40 adet F-16 satın alma ile 80 adet F-16 savaş uçağının modernizasyonu talebinde ısrarlı olacaktı.

ABD, İngiltere ve İsrail 5. Nesil F-35 savaş uçağını kullanmaya başlamıştı. Rusya, 5. Nesil SU-57 projesinde önemli bir aşamaya gelmiş durumdaydı. Rusya, Çin ve Mısır, 4++ Nesil olarak nitelenen SU-35'i envanterinde tutmaktaydı. Yunanistan, Fransa'dan 4+ Nesil Dassault Rafale satın almıştı. Türkiye'nin sahip olduğu F-16 savaş uçağı sayısı ise 245 kadardı. Türkiye, 50'ye yakın da F-4 2020 savaş uçağına sahip bulunmaktaydı. F-16'lar 1987'de hizmete katılmıştı. 1974'te hizmete giren F-4 uçakları ise daha sonra modernize edilmiş durumdaydı.

Türkiye’yi Kuşatma Harekâtı ve ABD'nin 'Hilal' Planı!

Türkiye’ye 40 km uzaklıktaki Dedeğaç’ı Atina’dan alıp askeri üs yapan ABD, şimdi de Çanakkale Boğazı'nı çerçeveleyen adaları istiyordu. ABD ile Yunanistan arasında önümüzdeki ay yeni bir savunma anlaşmasının imzalanması bekleniyordu. O anlaşmada Dedeağaç askeri üssünün kullanılmasının 5 yıl daha uzatılması söz konusuydu. ABD'nin Yunanistan'da başka üsler kurmak istediği de gelen bilgiler arasında bulunuyordu. Bölgede bu gelişmeler yaşanırken TSK, Ege ve Akdeniz'de 'Kararlılık 2021 Tatbikatı' başlatıyordu. Peki peş peşe gelen bu haberler ne anlama geliyordu? ABD ve Yunanistan ne yapmaya çalışıyordu? Bölgede ABD'nin hilal şeklinde bir askeri güç yığdığını söyleyen uzmanlar, "Arka planda Yunanistan üzerinden Türkiye'ye stratejik bir çevreleme harekâtı başlatılmaya çalışılıyor. ABD'nin niyeti budur." yorumunu yapıyordu.

ABD Yunanistan'da yeni bir üs mü kuruyordu? Türkiye'ye 40 km uzaklıktaki Dedeağaç'a askeri üs kuran ABD'nin şimdi de Çanakkale Boğazı'nı çevreleyen adaları istediği iddia ediliyordu!

Türk ve Rus etkinliğini bastırmak için harekete geçen ve Lozan'ı da ihlal eden ABD’nin, özellikle Limni'yi hava operasyonlarında kullanmak istediği belirtiliyordu. Pentagon'un yerleşmek istediği adaların Limni, Midilli, Semadirek ve İskiri olduğu belirtiliyordu. Özellikle Limni'nin hava operasyonlarında kullanılacağı konuşuluyordu. "Gayri Askeri Statü"deki bu adalarda sınırlı sayıda kolluk kuvveti dışında asker bulundurmak Lozan'ın ihlali anlamına da geliyordu.

Limni'yi Türkiye’ye karşı hava operasyonlarında kullanmak istedikleri anlaşılıyordu!

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias'ın Ekim 2021’de Washington'a gideceği ifade ediliyordu. Ancak daha önceki anlaşmalara ek olarak ABD, Ege'deki bazı adaları da anlaşmaya dahil etmek istiyordu. Pentagon'un İskiri, Limni, Midilli ve Semadirek adalarını kullanma izni peşinde olduğu vurgulanıyordu. ABD'nin özellikle Limni'yi hava operasyonlarında kullanmak istediği konuşuluyordu. Pentagon'un kullanım hakkı istediği adalar, 1923 Lozan Barış Antlaşması'nda belirlenen gayri askeri statüde. Yani bu adalarda asayişi sağlayacak sınırlı sayıda kolluk kuvveti dışında asker bulundurulması, Lozan Antlaşması'nın ihlali anlamına geliyordu.

KKTC’yi işgal etmeye dönük adımlarını duyurduğumuz İsrail rejiminin Yavru Vatan’daki yeni hedefi Kıbrıs Adası’nın kuzeybatısında yer alan Güzelyurt’taki çok büyük bir arazi İsrailli iki şirketin radarına girmiş bulunuyordu. İşgalciler tarafından elde edilmek istenen ve geniş bir sahil ile kara alanına sahip olan arazinin yaklaşık olarak dokuz yüz dönüm olduğu belirtiliyordu.

“Ezan susmasın, bayrak inmesin” diyerek uğrunda nice vatan evladını şehit verdiğimiz Kıbrıs, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunuyordu. Kıbrıs Adası’na dönük emellerini hayata geçirmek için sinsi planlar içerisinde olan işgalci İsrail rejimi, silahsız yollarla Yavru Vatan’ı adım adım işgal ediyordu. KKTC vatandaşı yapılan Siyonistler ve yerli işbirlikçiler aracılığıyla adadaki Müslüman varlığına yönelik tehlikeli adımlar atılıyordu. Bu doğrultuda satın aldığı 2 bine yakın şirket üzerinden toprak edinen Siyonistlerin KKTC’de 25 bin dönüm civarında toprak satın aldığı biliniyordu.

“Arz-ı Mev’ud” Hayalleri Doğrultusunda Kuzey Kıbrıs Topraklarımız Hedef Seçiliyordu!

Türkiye için vatan toprağından farksız olan Kıbrıs’ta skandallara imza atan İsrail rejimi, “Arz-ı Mev’ud” hayalleri doğrultusunda yeni bir alanı kendisine hedef seçiyordu. İşgalci İsrail rejimi başta Karpaz Yarımadası’nın kuzey ve güney sahilleri olmak üzere, Gazimağusa Körfezi, Tatlısu, Girne ve Gaziveren sahillerinde hâkimiyetini artırırken Güzelyurt Körfezi de iki İsrailli firmanın hedefi haline geliyordu. Söz konusu dev arazinin yaklaşık dokuz yüz dönüm olduğu anlaşılıyordu.

“Yavru Vatan (KKTC), Ortadan Kaldırılmaya Çalışılıyordu!”

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) karşı karşıya olduğu tehlikeyi de dile getirmemiz gerekiyordu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı da Yavru Vatan’daki tehlikeye dikkat çekiyordu. Cihat Yaycı, özellikle İsraillilerin KKTC’de belirli bölgelerde toprak satın aldığını bildiklerini söylüyordu. Kendisine bu yönde bilgilerin ulaştığını kaydeden Yaycı, toprak alımı konusunda İngilizlerin de aktif olduğunu belirtiyordu. Yaycı, konuya ilişkin olarak, “Özellikle İsraillilerin belirli bölgelerde toprak satın aldığını duyduk, biliyoruz. KKTC’de toprak alımı yapan yabancıların İsrailliler ve İngilizler olduğunu duyuyoruz” diye uyarıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD'den Eli Boş Dönüyordu!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’na katılmak üzere ABD’nin New York kentine uçmuşlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı halihazırda New York’ta bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve beraberindeki heyet, JFK Havalimanı’nda karşılamıştı. Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu için New York’a gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Merkezi karşısında yapımı tamamlanan Yeni Türkevi Binası’nda incelemelerde bulunmuşlardı. Sn. Erdoğan’ın BM’ye yönelik itirazları bize;

“Onlar ki; laf ile verirler, dünyaya nizamat,

Bin türlü teseyyüp (ilgisizlik, dengesizlik, düzensizlik) bulunur, kendi hanelerinde” dizelerini hatırlatmıştı.

ABD’de İsrail’le İlgili Gizli Sözleşme mi İmzalanıyordu?!

ABD ziyaretinde, Siyonist İsrail’le “gizli” bir Sözleşme yapıldığı konusunda, basında resimli, belgeli yazılar yayınlanıyordu. Ne oluyoruz ve nerelere savruluyoruz? kuşkuları artıyordu… DEVA Partisi kurucularından Metin Gürcan Twitter hesabından şunları paylaşıyordu: “Bugün imzalandı. Filistin davası sizlere ömür! Hele Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın şu gururla tuttuğu belgenin 4. veya 5. maddesini ben veya Sn. Ünal Çeviköz televizyonlarda konuşsak, sanırım bizi ‘yandaş medya’ çarmıha gererdi.” (22.09.2021)

Millî Gazete internet sitesi konuyu, “AKP Siyonist İsrail’le böyle anlaştı. Gizli Sözleşme deşifre oldu” başlığıyla okuyucusuna duyurmuştu. “Türk Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi, Ortodoks Yahudi Ticaret Odası ile ortak deklarasyon yayınladı” diyerek mutabakata varılan 5 maddeyi açıklıyordu. (22.09.2021) Millî Gazete olayı, “Filistin’e İhanette Anlaştılar” manşetiyle veriyordu. Sözleşme’nin “Filistin dostu BDS hareketinin Türkiye’deki çalışmalarını engellemeyi amaçladığı” belirtiliyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinde AKP’ye yakınlığıyla bilinen TASC (Türk-Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi) ile Ortodoks Yahudi Ticaret Odası arasında iş birliği anlaşması imzalanmıştı. Beş maddelik anlaşmanın en önemli maddelerinden biri de dünyada ve Türkiye’de faaliyet gösteren Filistin dostu BDS hareketinin Türkiye’deki çalışmalarının engellenmesi şartıydı. Milli Gazete’deki haberin ardından, TASC üyelerinin birçoğu anlaşmadan haberlerinin olmadığını ve böyle bir anlaşmayı onaylamadıklarını da söylemek zorunda kalmışlardı.

Anlaşma Madde Madde İsrail’e Hizmet Ediyordu:

• Beş maddelik anlaşmanın maddelerinden biri, dünyada ve Türkiye’de faaliyet gösteren Filistin dostu BDS hareketinin Türkiye’deki çalışmalarına engel olmaktı.

• Anlaşmanın diğer maddeleri de ilginç; Türkiye ve İsrail arasındaki ekonomik ilişkilere destek çıkmaktı. Kültürel, dini ve sosyal programlarla toplumlar arası iş birliğini güçlendirmeye çalışmaktı.

• Antisemitizm karşıtı olmak ve desteklemek. Amerika ve İsrail’i hedef alan terör saldırılarına ve “terörist” gruplara karşı çıkmaktı.

• İmzalanan anlaşmayla “ortak değerlere ve dayanışmaya dayalı bir ittifak oluşturmak” istendiği ifade ediliyordu.

Soygun ve Yolsuzluklar Sayıştay Raporuyla Kanıtlanıyordu!

Devletteki Kötü Yönetim ‘Sayıştay Raporları’yla Resmiyet Kazanmıştı!

Sayıştay’ın 2020 denetim raporlarında pek çok kurum ve bakanlıkla ilgili kural dışı faaliyetler, eksiklikler ve usulsüzlükler saptanmıştı. Muhalefetin eleştirilerinde dile getirdiği ‘kötü yönetimi’ gözler önüne seren raporlarda, denetim mekanizmalarının devre dışı kaldığı kanıtlanmıştı. İstanbul Havalimanı metro istasyonu işi ikinci kez aynı şirketlere ihale edilmiş ve bunun için de 82 milyon lira ödeme yapılmıştı. Adana’da cezaevi ve Vardiya Toplanma Alarm Tesisi için projelendirilen ödenekle, hâkim ve savcılara lojman yapılmıştı. Tarım ve Orman Bakanlığı, kooperatiflere verdiği kredileri takip etmiyorlardı. Türkiye Jokey Kulübü, Milli Piyango İdaresi ve Spor Toto Teşkilatı tarafından bütçeye aktarılan tutarlar denetlenmemişti. Bayburt Grup’un yaptığı tünelde 11 işçinin yandığı olayda ihmaller, devletin raporlarına rağmen örtbas edilmişti. Skandalı ortaya koyan Sayıştay “Sözleşme feshedilmeli” kararı almıştı. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte kurumların etkisiz konuma taşındığına, denetim mekanizmalarının devre dışı kaldığına ilişkin eleştiriler son Sayıştay raporlarıyla teyit edilmiş durumdaydı. Üniversitelerden bakanlıklara kadar birçok kurumdaki dudak uçuklatan usulsüzlükler, ihmaller ‘nasılsa bir şekilde hallolur’ anlayışının hangi boyuta ulaştığını ortaya koymaktaydı. İşte 83 milyon vatandaşımızın hem cebine hem canına mal olan yönetim zafiyeti sonuçları:

1- Çiftçilere Haciz Gönderen Bakanlık, Kooperatife Hibe Gibi Kredi Ayarlamıştı!..

Tarım Bakanlığı’nın, kooperatiflere verilen kredilerin akıbetinden habersiz olduğu ortaya çıkmıştı. Sayıştay, bakanlığın kredilerin ne kadarının geri döndüğünü ne kadarının geciktiğini bilmediğini saptamıştı.

2- ‘Patlama Olabilir’ Raporu Yok Sayılmış, Cinayet Gibi İhmal Örtbas Edilip Saklanmıştı!..

Trabzon-Aşkale Yolu’nda yapılan tüneldeki zehirli gaz sızıntısına ilişkin uyarı yok sayılmıştı. Yüklenici önlem almayınca, patlamada bir işçi öldü. Felaket ‘Kaza başka bölümde oldu’ raporuyla örtbas edilip kapatılmıştı.

3- Avrasya Tüneli’nde, Sürücülerden Beş Ayda 13 Milyon TL Fazla Para Alınmıştı!..

Ulaştırma Bakanlığı Denetim Raporu’na göre, geçiş ücretlerinin belirlenmesinde kullanılan döviz kurlarında hata yapılmıştı. Şubat-haziran arası otomobillerden 4.50 TL, minibüslerden 6.80 TL fazla ücret alınmıştı.

4- Merkez Bankası’nda Herhangi Bir Makam Yetkisi Olmayan 39 Çalışan İçin 7/24 Lüks Araç Kiralanmıştı!..

Merkez Bankası’nın makam yetkisi bulunmayan 39 personel için, sınırsız km ve 7/24 esasıyla Audi araç kiraladığı anlaşılmıştı. Muhasebe işlem fişlerinde, sorumlu kişilerin imzasının bulunmadığı ortaya çıkmıştı.

5- Vakıflar 177 Kişiye Şehit Çocuğu Olmadığı Halde Şehit Bursu Sağlamıştı!..

Sayıştay’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü raporunda da kurumun, şehit çocuğu olmayan 177 kişiye şehit çocuğu diye burs verdiği saptanmıştı. Genel Müdürlüğün, verilen beyanları kontrol etmediği vurgulanmıştı.

82 Milyon TL Nasıl Buharlaşmıştı?

Sayıştay’ın raporlarına yansıyan metro ihalesi de kafa karıştırıcıydı. Buna göre, İstanbul Havalimanı’nı işleten beş müteahhit, 9 durak olarak öngörülen metro hattının üç istasyonunun yapımından sorumlu tutulmuşlardı. Ancak konsorsiyum durakları bitirmeyince yeni ihale yapılmıştı. Bu ihaleyi de bu 5 şirketten 3’ü ortak teklifle kazanmıştı. Üçlü konsorsiyuma da ekstra 82 milyon lira ödeme yapılmıştı. Oluşan kamu zararını ise 5 şirketin 25 yıl sonra faizsiz olarak ödeyeceği ortaya çıkmıştı.

Vatandaşlarımızın önemli bir kesimi işsizlik, fakirlik, geçim sıkıntısı ve perişanlık içinde kıvranıyordu!

Sn. Erdoğan 2002’de öğrenim kredisinin 45 liracık olup da bugün 14 kattan fazla artarak 650 liraya yükseldiğiyle övünüyordu. Elbette ki enflasyonla indirgenince 14 kat artış gibi bir durum söz konusu olmuyordu. 2002’de “45 liracık”la 1,4 adet çeyrek alınabiliyorken, bugün 650 liranın karşılığı 0,8 adet çeyrek altın alınabiliyordu. “45 liracık” asgari ücretin yüzde 24,4’üyken, bugün 650 lira asgari ücretin yüzde 23’üne denk geliyordu. Asgari ücretle 2002’de 5,75 çeyrek alınabiliyorken, bugünkü asgari ücret ancak 3,5 çeyrek alabiliyordu.

Ama Sn. Erdoğan Rusya’dan alınan doğalgaza, Bulgaristan ve Almanya’dan niye iki kat daha fazla ücret ödediğimizi bir türlü açıklamıyordu. Çok yüksek faturalar yüzünden pek çok vatandaş odun ve kömür sobasına dönüyor, bir kısmı odun ve kömür bile alamıyor, hatta çoluk-çocuk battaniye altında ısınmaya çalışıyordu.

Bunlar yetmezmiş gibi, bu sefer de “Siyasi Cinayetler” tartışılıyordu!

6-7 ay önce eski Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür: “Önümüzdeki süreçte siyasi cinayetler işlenebilir” endişelerini gündeme taşıyordu. Ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Aldığımız duyumlara göre, Cumhur iktidarını sürdürebilmek için siyasi cinayetlere başvurulabilir” iddialarını dile getiriyor ve bunları ciddiye alan Ankara Başsavcılığı konuyla ilgili soruşturma başlatıyordu!.. Evet maalesef Türkiye her yönden bir kaos ve kargaşa ortamına doğru sürükleniyordu.

Küresel Yolsuzluk Raporu PANDORA BELGELERİ’nde Kimler Vardı?

Yandaş yazarların ağabey takımından Dilipak, “Panama belgelerinden Pandora’nın kutusuna” başlıklı yazısında: “Bu listelerde adı geçmeyenler sevinmesinler. Sıra kendilerine gelmemiştir. Onları da beslerler, sonra belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra onları da Lucifer’e kurban ederler. Bu siyaset ve sermaye iş ve ilişkileri, eğer, din, ahlâk ve hukuk dışına çıkmışsa, Orwell’in ‘Hayvanlar çiftliği’ne döner piyasa!” diyerek iktidarı ve suç ortaklarını uyarmaya başlaması, geminin artık karaya vurduğu telaşını yansıtmaktaydı.

“Daha önce WikiLeaks belgeleri vardı hatırlarsanız. WikiLeaks, anonim kaynaklara dayanarak hassas belgeler yayınlayan ve kâr amacı gütmeyen uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. 2006-2016 arasındaki 10 yıllık süreçte 10 milyon belge yayınladığı belirtilen organizasyonun kurucusu ve yöneticisi Avustralyalı internet aktivisti Julian Assange’ın başına neler geliyordu?..

Şimdi Panama belgeleri, PandoraBox’la devam ediyordu

“Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu”nun (ICIJ) paylaştığı ve 117 ülkeden 600’den fazla gazetecinin incelediği 11 milyon 900 bini aşkın belge, dünya elitlerinin gizli offshore sırlarını ortaya çıkarıyordu.

Aslında bu bilgiler bilinmiyor değildi. Ama kural gereği, bu bilgiler bir hacker grubu tarafından ele geçiriliyor, “istihbarat örgütlerinin de böylece haberi oluyor”(!?) ve bu bilgiler kamuoyu ile paylaşılıyordu. Asıl iş ondan sonra başlıyordu. Birtakım kişiler ve kuruluşlar deşifre ediliyordu. Bu tam bir keriz avlama taktiği oluyordu. Bu açıklamalardan önce ülkelerde yolsuzluk istatistikleri yayınlanıyor, “temiz eller operasyonları” için talep oluşturuluyordu. Böylece birilerinin paralarını Offshore’lere kaçırması sağlanıyordu. Artık bu iş daha kolaydı, çünkü BitCoin vardı. Zaten minareyi çalan kılıfını hazırlıyordu. Oyun “Tavşana KAÇ / Tazıya TUT” oyunuydu. Aslında bu oyunda herkes figürandır. Asıl oyun kuran hiç ortada gözükmüyordu. Burada basın ve muhalefetin rolü önemli sayılıyordu. Hiçbir zaman bilgiler bir bütün olarak açıklanmıyordu. Birçok kişinin ismi açıklansa da, onlar yem olarak kullanılıyor, kurban olarak seçiliyordu. Muhalefet iktidarın üzerinde baskı oluştursun diye, iktidara yakın tepe isimlerin adı ortalıkta dolaştırılıyordu. Ve ardından yurt dışına çıkarttığınız paralara blokaj konuyordu. Siz giderseniz, zaten ya uyuşturucu, ya terör örgütleri ya da kara para ile ilişkilendirildiğiniz için tutuklanabilirsiniz. Pahalı ve etkili bir hukuk bürosu ile anlaşmak zorundasınız ve muhtemelen o hukuk bürosu da size “önerilmiştir”!? Kendi ülkenizde aklanmanız zor. Mecburen dışarıdakilerle anlaşmak zorunda bırakılırsınız. Dışarıdaki paralarınızdan vazgeçmek zorunda kalabilirsiniz. Kabul etmezseniz, artık bir yere gidemezsiniz ve o paraları da çekemezsiniz. Zaten suçlamaları da kabul etmiş sayılırsınız. Birileri size gelip, başka dosyalardan, ses kayıtlarından, video kayıtlarından söz edebilir. Bir yol daha var: Onlarla çalışmayı kabul ederseniz (!?), onlar sizi aklayabilir ve bu paralardan sizin “yeni göreviniz”deki (!?) performans ve başarınıza göre size ödeme yapabilirler, sizi destekleyebilirler.

Anlayacağınız “ava giden avlanıyor”. Siz kendi halkınızı soyuyorsunuz, sonra da “onlar” soyguncuları soyuyorlar. Zaten siz onların ocağına düştükten sonra onların köpeği oluyorsunuz. Size politikacı, bürokrat, iş adamı, gazeteci, STK elbisesi de giydirebilirler. Yani sanmayın ki, bu yolsuzluk dosyaları açıklanıyor ve bir şey olmuyor. Asıl patronlar ve Siyonist baronlar açısından “olması gereken oluyor”. Siz zannediyorsunuz ki, birileri yolsuzlukları bitirmek için bu yolsuzlukları ortaya çıkartıyor. Hayır, bu daha büyük bir yolsuzluk için oynanan bir oyundur.

Bu dosyalar açıklandıktan sonra bir sürü pazarlıklar yapılır. Direnecek olursanız da ipinizi çekerler. Ellerindeki bilgi ve belgeleri, gerekirse bire bin katarak “âlemi ibret” olarak sizi bitirirler. Bu listelerde adı geçmeyenler sevinmesinler. Henüz sıra kendilerine gelmemiştir diye ertelerler. Onları da beslerler, sonra belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra onları da Lucifer’e kurban ederler. Bu siyaset ve sermaye iş ve ilişkileri, eğer, din, ahlâk ve hukuk dışına çıkmışsa, Orwell’in “Hayvanlar çiftliği”ne döner piyasa! Bu adamların etrafında ruhbanları da var, akademisyenleri de, medya, mafya, sermaye, siyaset, bürokrasi, asker, polis, hakim, savcı, sanatçı, her çevreden isimler var. Zaten para çok. Parayı veren düdüğü çalıyor. Sizin paranızla sizi esir alıyorlar. Sonra da tef çalıp oynatıyorlar. (Siyonist sömürü merkezlerine) Yanlış yaparsanız, oyundan çıkmaya kalkarsanız, akıbetiniz belli olmaz. Ha! Şu da var, cenaze töreniniz şatafatlı olur. Mezarınız da! Sizin akıbetiniz başkaları için ders olur, tabi bu çetelerin yönlendirmesi ile…

Ah benim (iktidar ve imkân tuzağına kapılan İslam ve) insan kardeşlerim! Oysa her şey nasıl da pembe hayallerle dolu idi. Nereden nereye! Yokuş aşağı koşarken artık duramazsınız da, ama sonuç malum. Şeytanın kulağınıza fısıldadığı yeryüzünde bir cennet yalanına inandığınız gün kaybettiniz aslında. (Hıyanetle ulaşılan makamla ve) Haram malla saadet olmayacağını, başkalarının kanları, gözyaşları ve çalınan hakları üzerinden elde edilen servet, makam ve unvanların size hayır sağlamayacağını önceden düşünmeniz gerekirdi…”

Dünyayı yöneten CFR, Erdoğan'ı yönlendirmeye çalışıyordu!

Steven A. Cook, Foreign Policy'de kaleme aldığı yazısında: “AKP yönetiminin artık sona yaklaştığını, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sağlık durumunun 2023 yılında yapılması planlanan seçimlere giremeyecek kadar kötü olduğunu” belirtiyordu. Foreign Policy gibi önemli bir dergide böyle bir yazının çıkmış olmasını ve bu yazının Türkiye ile Orta Doğu konusunda uzman sayılan isimlerinden Steven A. Cook tarafından yazılmasını birçok kişi ve kesim önemli sayıyordu.

CFR; Amerika’ya yön veren Siyonist bir kurumdu!

Kısa adı CFR olan bu kurumun açık adı Dış İlişkiler Konseyi oluyordu. CFR'nin merkezi New York'ta bulunmasına rağmen başkent Washington'da çok büyük etkisi biliniyordu. Kâr amacı gütmeyen CFR'nin 5 bine yakın üyesi bulunuyordu. Kurumun üyelerini ünlü ve etkili politikacılar, eski ve yeni Dışişleri Bakanları, banka ve önemli şirketlerin yöneticileri ve CIA yöneticileri oluşturuyordu. CFR'nin yayın organı ise Foreign Policy dergisi oluyordu. CFR Yahudi asıllı Siyonist seçkinler tarafından yönetiliyordu. CFR'nin yönetim yapısını iştirakler, iştirakçiler, Başkanlık Grubu ve Kurucular oluşturuyordu. CFR, Amerikan dış politikası üzerine ürettiği politikaları bu gruplar üzerinden Amerika'nın aktif siyasetçilerine ve önemli isimlerine anlatıyordu. Ama CFR’nin asıl önemli işlevi dünya liderleri ve yöneticileri ile yaptıkları sınırlı ve az katılımlı toplantılar oluyordu. Yani Siyonist merkezler CFR üzerinden dünya liderlerine yön veriyordu.

Süleyman Soylu  iddialara karşı patladı: Gölgeme ateş edip görevlerini yapıyorlar Süleyman Soylu iddialara karşı patladı: Gölgeme ateş edip görevlerini yapıyorlar

Foreign Policy dergisinde çıkan yazılar CFR yönetimi tarafından da benimseniyor, daha doğrusu Siyonist patronların görüşünü yansıtıyordu. CFR'nin başında o sırada 10 parmağında 100 marifet bulunan Siyonist Yahudi David M. Rubenstein oturuyordu.

Amerika Erdoğan Sonrası Döneme Hazırlanıyordu!

“Cook son yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hasta olduğunu belirterek bazı örnekler veriyordu. Ankara kulislerinde derinden konuşulan bu konu, özellikle kaçak FETÖ'cü gazeteciler tarafından da dile getiriliyordu. Cook, Erdoğan'ın hastalığını ve sonrasında yaşanabilecekleri yazıyordu. Tabi ki bu söylentilerin en çok Türkiye dışındaki insanlar tarafından ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakın çevresinden birkaç isim tarafından dile getirildiğini belirtiyordu. Ve diyor ki, ‘Hekim olmadan bir kişinin hasta olup olmadığına uzaktan karar vermek doğru değil. Ama bu yazı, farz edelim ya Erdoğan hastaysa 2023 seçimlerine giremezse ne olur?..’ sorununun yanıtlarını araştırıyordu!..

Cook, Erdoğan'ın (Allah geçinden versin) ölmesi durumunda Anayasanın 106. maddesine göre Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın Türkiye'yi en geç 45 gün içerisinde seçime götüreceğini ve bu süre zarfında Cumhurbaşkanı olarak görev yapacağını belirtiyordu. Cook'a göre Erdoğan'sız girilecek bir seçim rekabeti artıracak ve yeni isimlerin önünü açacak. Cook'un favori gösterdiği iki isim var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de listede. Ama Cook 45 günde yapılacak bir seçimin Erdoğan tarafından içi boşaltılmış birçok kurumun olduğu ortamda çok da tartışmalı olacağını yazıyordu.

20 yıl boyunca Erdoğan tarafından zengin edilen iş adamları ve medya patronlarının Erdoğan'dan sonraki süreci riske etmeyeceklerini ve seçim istemeyeceklerini iddia ediyordu. Eğer seçim riskli görünürse Erdoğan'dan sonra AKP içinden başka güçlü bir ismin Türkiye'yi olağanüstü hâl ile yönetebileceğini yazan Cook, bu isimlerin MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar olabileceğini dile getiriyordu. Aynı zamanda bu üç isimden en öne çıkanın da Akar olduğunu iddia ediyordu. Cook'un son yazısı insanı; acaba Biden-Erdoğan görüşmesi öncesi ‘Ankara'ya verilen bir mesaj mı?’ diye düşündürüyordu” diyenler bir konuyu atlıyordu: CFR; hizaya sokmak ve daha büyük tavizler koparmak istediği kişilere de böylesi şantajlar yapıyordu!

Şimdi bazılarına sormak lazımdı:

Milli Görüş Mensuplarını;

İslam düşmanlığını ve Türkiye karşıtlığını her fırsatta açığa vuran şu Haçlı AB’ye girmek hevesine, ahlâki ve ailevi nice tahribatlar içeren dayatma sözleşmeleri imzalayan ve Milli çıkarlarımıza aykırı nice tavizlere razı olan…

Görünüşte atıp tuttuğu halde, gerçekte Siyonist ve Terörist İsrail’le ve ABD ile nice kirli ve gizli ilişkileri ve işbirlikçiliği artık yüz kere ortaya çıkan…

Yaptıkları büyük talan ve tahribatlarla ülkemizi ekonomik, sosyal ve siyasal yönden çok tehlikeli bir kaos ve kargaşanın eşiğine taşıyan… Kısaca freni patlamış ve kontrolden çıkmış bir araba gibi uçuruma doğru kaymaya başlayan şu Erdoğan iktidarına katıp yamamaya çalışan… Erdoğan iktidarının hem Dinen, hem vicdanen hem de hukuken yanlış ve haksız icraatlarını tenkit ettiği için SP yönetimini suçlayan ve değiştirmeye kalkışan… Bu amaçla Erdoğan’la gizli-açık görüşmeler ve özel sözleşmeler yapan bir adama… En azından buğz etmek ve bu yaklaşımlarının inancımıza ve kutlu amaçlarımıza aykırı olduğunu söylemek gerekirken… Hâlâ ona sadakatini ve saygılarını sunmak… “Büyük dava insanı ve keramet erbabı” diye ellerine sarılmak nasıl bir çifte standartlık ve riyakârlıktı? Acaba bu tutarsız tavır, acınası bir ayarsızlık mıydı?.. Yoksa iz’anı ve irfanı kararmış bir duyarsızlık mıydı? Sizin asıl kıstasınız (ölçü aldığınız): İnancınız, davanız, ülke ve ümmet çıkarlarınız mıydı; yoksa, şahsi irtibatlarınız, makam ve menfaat hesaplarınız mıydı? Yahu Adam, ahir ömründe, Milli Görüş mensuplarını Nuh’un Gemisi’nden indirip, Haçlı ve Siyonist işbirliğine katmaya çalışmıştı, daha nasıl bir hıyanet ve hakaret yapmalıydı?

Konumuzu, değerli damat Selçuk Bayraktar’ın şu güzel tespitleriyle bağlayalım:

“Papağanlar, kendilerine ezberletilen şiirleri, belki çok güzel okurlar; ama asla şiir yazamazlar!..”