Siyamend Kaçmaz, Moskova, 15 Temmuz (DHA) - Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliği'nde 15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve şehitleri anma etkinlikleri kapsamında Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz, Rusya'da yaşayan Türk vatandaşlarına bilgilendirme toplantısı düzenledi
Büyükelçi Diriöz şöyle konuştu; "Hepinizin çok iyi bildiği gibi, 15 Temmuz 2016 gecesi ülkemiz haince bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı. Sözkonusu teşebbüs, alışılagelmiş türden bir askeri kalkışma değildi. O menfur gece, Ankara ve İstanbul semalarında savaş uçaklarının görüldüğü ilk anlarda, bazı şeylerin ters gittiği anlaşılmıştı. İlerleyen saatlerde, bunun askeri bir darbe girişiminin ötesine geçtiği ve faillerinin, kendini "Kainat İmamı" olarak nitelendiren Fetullah Gülen'in müritlerinden oluştuğunun anlaşılmasıyla bu dehşet hissiyatı pekişmişti. O gece darbecilerin gösterdiği vahşet ve hıyaneti tanımlayacak uygun kelimeleri bulmak imkânsızdır. Sözkonusu teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki en kanlı terör eylemini teşkil etmektedir. 15 Temmuz 2016 gecesi, ülkemizin demokratik kurumlarını savunmak için sokağa çıkan masum sivillere karşı ölümcül silahlar kullanılmış, kendilerini silah arkadaşı olarak gören ve girişime katılmayı reddeden masum askeri personel ve komutanlar öldürülmüştür. Darbeciler, kendilerine karşı direnişi bastırmak için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, Milli İstihbarat Teşkilatı karargâhını ve Özel Harekât Merkezi’ni bombalamışlardır. Sayın Cumhurbaşkanımıza suikast girişiminde bulunmuşlar, 250 vatandaşımızı öldürüp 2000’den fazla insanımızı yaralamışlardır. 15 Temmuz, demokrasimiz ve Devletimiz için bir güç ve sebat sınavı olarak tarihe geçmiştir. Bu sınavı geçtiğimiz için gurur duymaktayız. Gerek iktidar partisi, gerek muhalefet partileri, Silahlı Kuvvetler ile Emniyet Güçlerinin örgüte üye olmayan mensupları ve basın, darbecilere karşı ayağa kalkmıştır. Bunun da ötesinde, her kesimden ve siyasi görüşten Türk halkı, özveriyle tankların önüne çıkarak ve demokratik haklarını talep ederek direnmiş ve tarihi bir dayanışma örneği göstermiştir. 15 Temmuz akşamında dahi, Fetullah Gülen ve müritlerinin bu kanlı teşebbüsün arkasında olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Adıgeçenin, Türk Devletinin kontrolünü ele geçirme ve rejimi kendi sapkın inançlarına göre yeniden tesis etme arzusu Türkiye’de bir sır değildi. Zira, Gülen onlarca yıldır müritlerini emniyet, yargı ve silahlı kuvvetler gibi devletin tüm kritik organlarına nüfuz etmeleri için yönlendirmişti. Bu sözde “Gülenciler”, “kişi kültü”nü esas alan radikalleşmenin tipik bir örneğini oluşturmakta, Gülen’in Mesih, kendilerinin de “altın nesil” olduğuna inanmaktadırlar. Müritlerinin sadece Gülen’e sadık olmaları, örgüt çıkarları için her türlü hukuki, dini veya ahlaki kuralı çiğnemelerine de yol açmaktadır. Sözkonusu şahıslar, şüphe uyandırmadan tüm çevrelere nüfuz edebilmek için Gülen’le olan bağlantılarını gizlemekte de ustadırlar. Başka bir deyişle, FETÖ, yani Fetullahçı Terör Örgütü, riyakârlık, gizlilik ve ketumiyet üzerine kurulu yeni nesil bir terör örgütüdür. Esasen, Türk Hükümeti, 15 Temmuz öncesinde bu mafyavariterör örgütüne ve mali kaynaklarına yönelik olarak harekete geçmişti. FETÖ’nün taraftar ve finansman bulmada ana kaynağını teşkil eden dersanelerin kapatılması sözkonusu yapıya büyük bir darbe indirmişti. Bunu takiben, örgütün işlediği, kamu personeli seçme sınavlarında kopya çekilmesi, yasadışı dinlemeler, para aklama operasyonları gibi suçlar hakkında bir dizi idari ve adli tahkikat başlatılmıştı. Emniyet ve yargı makamları da FETÖ üyelerini görevlerinden azletmeye yönelik tedbirler almışlardı. Kısacası, FETÖ Türkiye’deki gücünü kaybetmek üzereydi. Subay ve astsubay kılığına bürünen müritleriyle devleti ele geçirme çabası, örgütün Türkiye’de ayakta kalabilmesi için son şansıydı. Bu cihetle 15 Temmuz’da dahi darbe teşebbüsünün failinin FETÖ olduğu saptanabilmişti. Bu kapsamda asıl şaşırtıcı olan ise, FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bu denli nüfuz etmiş olmasıydı. Örgüt mensuplarının, Türk devlet kurumlarına saldırma cüretini göstermeleri ve acımasızlıkları neredeyse gerçek üstüydü. Bu çerçevede 15 Temmuz, Türk devletinin temellerini hedef alan ve varlığına yönelik tehdidin çok açık bir şekilde ortaya çıktığı bir gece olmuştur. FETÖ mensupları, gerçekten de, liderleri Fetullah Gülen’in tavsiye ettiği şekilde, “kimseye varlıklarını farkettirmeden sistemin damarları içinde hareket etmişlerdi” ve aşama aşama vücudun hayati organlarını ele geçiren bir virüsün yol açtığı enfeksiyon gibi neredeyse “tüm güç merkezlerine erişmişlerdi”. Şimdi, bir yıl boyunca yürütülen kapsamlı idarî, cezaî ve hukukî tahkikat sonrasında, 15 Temmuz’da neler olduğunu ve arkasındaki faili daha iyi kavradığımızı düşünüyoruz. Faillere ilişkin 23 ayrı ilde devam eden 78 dava mevcuttur. Savcılar, darbe girişiminin arkasında FETÖ’nün tartışmasız dahline işaret eden önemli kanıtları bir araya getirmiştir. Örneğin, FETÖ mensubu sivillerin, 15 Temmuz gecesi, darbe teşebbüsünün operasyon merkezi konumundaki Akıncılar Hava Üssü’nde bulundukları ve üsteki üst düzey subaylara emir verdikleri saptanmıştır. Buna ilaveten, binlerce subayın ve astsubayın FETÖ ile irtibatlı olduklarını itiraf ettikleri ifadeleri, video kayıtları ve darbeciler arasındaki muhabere mevcuttur. Türk makamları, ayrıca, “Bylock” gibi sadece FETÖ üyelerince kullanılan şifreli iletişim sistemlerini çözmeyi başarmıştır. Aslında bu, polisin devlet kurumlarına sızan FETÖ üyelerini daha iyi saptamasına ve bunların yasadışı faaliyetlerinin aydınlatmasına imkân tanıyan en büyük dönüm noktasını teşkil etmiştir. Geçtiğimiz yıl zarfında, ayrıca FETÖ’nün cürümleri binden fazla farklı davada incelenmiş ve örgütün karanlık projeleri suyüzüne çıkmıştır. Böylesine karanlık, meş’um ve gizli bir yapıyla mücadele etmek kolay değildir. Hala ülkemizin varlığına yönelik bu tehdidin yarattığı travmanın üstesinden gelmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, sözkonusu tehdidi bastırmak ve nihai olarak bertaraf etmek için haklı önlemler alınmaktadır. Darbe teşebbüsünün ardından derhal olağanüstü hâl ilanedilmesi ve bunun gerek yasal mevzuatımız, gerek uluslararası yükümlülüklerimiz doğrultusunda Temmuz 2017 ortasına kadar uzatılması, devlet organlarının süratle ve etkinlikle çalışmasının sağlanması için gerekli bir adımdı. Bu bağlamda, olağanüstü hâlin vatandaşlarımızın günlük hayatlarına müdahale amacı taşımadığını da belirtmemiz gerekmektedir. Uluslararası insan hakları kuruluşlarınca da kabul edildiği üzere, darbe teşebbüsü sırasında olayın failleri ciddi suçlar işlemişler ve ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirmişlerdir. Bu suçların cezalandırılması gerekmektedir. Bu çerçevede, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Türkiye’nin devletine ve halkına yönelik tehditlere karşı gerekli önlemleri alma hakkı ve sorumluluğu bulunduğunu teyid etmiştir. Özgürlükler ve güvenlik ihtiyaçları arasında doğru dengenin sağlanabilmesi için azami özen gösterilmektedir. Her zaman olduğu gibi, uluslararası yükümlülüklerimiz takip edilmekte, ulusal taahhütlerimizin bir parçası olarak, olağanüstü hal çerçevesinde alınan önlemler hakkında ilgili uluslararası kuruluşlara zamanlıca bilgi verilmektedir. Haksız yere zan altında bulunduklarını iddia edenlere karşı alınan tedbirlerin gözden geçirilmesi için idari ve adli yollar mevcuttur. Bugüne kadar kapatılmış olan 300’den fazla kurum yeniden açılmıştır. 30.000’i aşkın kamu görevlisi idari inceleme komisyonları tarafından görevlerine iade edilmiştir. Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve AGİT dâhil olmak üzere ilgili uluslararası mekanizmalarla işbirliğimiz ise yapıcı bir diyalog ruhuyla sürdürülmektedir. Avrupa Konseyi’nin tavsiyelerini de dikkate almak suretiyle, OHAL Kanun Hükmündeki Kararnameleriyle alınan önlemlere yönelik bir İnceleme Komisyonu kurulmuştur. İnceleme Komisyonu’nun kurulmasıyla birlikte Avrupa Konseyi’nin en önemli tavsiyesi yerine getirilmiştir. Nitekim bu karar, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından diğer mevcut iç hukuki yollarla birlikte kayda değer bir ilerleme olarak ilan edilmiştir. Ayrıca, İnceleme Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da bir iç hukuki yol olarak tanınmıştır. FETÖ’yle, en çok küçümsedikleri üç değer olan, hukukun üstünlüğü, ahlak ve demokrasi çerçevesinde mücadeleye devam edilecektir. Ülkemiz ve makamlarımız, demokratik kimliğimizi güçlendirmeye yönelik ulusal taahhüdümüze bağlılığını korumaktadır, çünkü terörizmin her biçim ve tezahürüyle mücadele edilmesinin tek yolu budur. İlgili makamlarımız, demokrasinin bu türden düşmanlarına karşı demokrasi yoluyla mücadele etmeye kararlıdır. Demokratik kimliğimizi güçlendirmeye yönelik arzumuzu en tehlikeli terör örgütleri olan PKK ve DAEŞ ile aynı anda mücadele ederken sürdürmeye devam ediyoruz. Bu çerçevede, ülkemizin içinden geçmekte olduğu bu zorlu süreçte, göstereceğimiz birlik ve beraberliğin her zamankinden daha değerli ve anlamlı olacağını vurgulayarak sözlerimi bitiriyorum."