Şimdi size bir Yasa Maddesi göstereceğim:

“Pazarlık Usulü ihaleler aşağıdaki koşullarda yapılabilmektedir:”
“Kamu tarafından yapılan satın alımlar için:
… Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması durumunda(21/b) …
İhaleler Pazarlık Usulü ile yapılabilir.”

Evet; okuduğunuz gibi, İhale kanununun 21/b maddesi, davetle ihale verme yöntemi olarak görülüyor. Sadece görülmekle kalsa iyi; her fırsatta da bu yöntem uygulanıyor.
İşin aslında: ya o konuyla ilgili gerçek bir ihale yapılmış olması; bu ihaleye hiçbir firmanın katılmamış olması; yani işin yaptırılamaması gerekiyor ki, ancak 21/b maddesi uygulanabilsin!
Ya da maddede yazıldığı haliyle: “Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması” gerekiyormuş.
Elbette çok mantıklı; çok acil bir durum varsa bürokrasi ile uğraşmadan en kısa zamanda işin yapılması gerekebilecek durumlar olacaktır. O zaman zaten kimse “ya niye uzun uzun ihale yapmadan hemen çağırıp birkaç firmayı işi yaptırdın?” diye sormayacaktır.
Şimdi soracaksınız “Ey muhalif, ne var bunda?” diye… Bizdeki ihaleler hep “afet” konumunda yapılıyor da! Örneğin; koskoca ve 3-5 yıllık projeler 21/b ile yaptırılır. E, doğrusu haklılar da; dünya hali bu, yarın ne olacağını kim bilebilir? Zaten İstanbul’da deprem beklenmiyor mu? O zaman tüm ihaleleri doğal afetten vermenin ne sakıncası olur ki? Bizim gibi muhalifler de konuşur durur işte!...

Ülkemizde 15 yıl önce parmağındaki yüzükten, merdiven altlarındaki sigortasız kaçak işinden, yırtık ayakkabısından ya da adı işyeri olan sinek avlama alanından başka bir şeyi olmayanların günümüzde nasıl sayılı firmalara dönüşüp milyarlara hükmedebildiğini, bırakın ülkemizi, dünyanın sayılı firmalarına dönüştüğünü bilen bilir; bilmeyenler “aman akkoyun, me’ler gelir” türküsünü söyleye söyleye kasabın bıçağına doğru yürür!

Tabi bu söylediklerim demokrasinin, kuvvetler ayrılığının, hukukun üstünlüğünün işlediği, açık ve hesap verilebilir rejimlerde olamaz! Biz zaten rejimimizi boşuna mı değiştiriyoruz yani!...

Ülkemizde ise; Çağır istediğin firmayı; açıklama yapmak yok, basın yok, devlet adına denetleyecek kimseler yok, muhalefet hiç yok, zaten rakip kimseler de yok! Yok oğlu yok!

Ama korumacılık var, adam/firma kayırma var, yandaşı kollama var! Rüşvet var, yolsuzluk var, “Al gülüm var; ver gülüm” var! Var oğlu var!
Sonra kapalı kapılar ardında, kimseler görmeden, kimseler bilmeden, sözleşmeler-ihaleler düzenle ve imzala. Yeşil alanları mavi, mavileri yeşil yap.
Belirlenen fiyatı sorgulatma, yap(tır)ılan indirimi sorgulatma, özel koşuları sorgulatma;
Ver ihaleyi özel olarak çağırdığı tek firmaya, yani Türkçesi yandaş firmaya, sen sağ, ben selamet!...

Benim vergilerimle yandaş besle, benim “ne oluyor?” diye sorgulamaya hakkım olmasın! İşte bunun adı da şeffaflık, dürüstlük olsun!
Halen “Ama onlar yol yapıyor!...” diyebilenlere de helal olsun!