SİLAHIN MİADI DOLDU! Kürt aydını Orhan Miroğlu son kitabı Silahları Gömmek'te elinde silah tutanları belki de kızdıracak analizler yapıyor. Miroğlu, çalışmasında Kürt sorununun çözümünde silahsız bir mücadele dönemine girildiğinin ipuçlarını veriyor.

"Elinde silah tutanlar kızmasın, Silahları Gömmek isimli bir kitap kaleme almamın bu bakımdan bambaşka sebepleri var. Kürt siyaseti içinde yaşadığım kişisel deneyimler, her şeyin demokratik bir mecrada aktığı yıllara ve her şeyin şiddetle tanımlandığı ve şiddetle belirlendiği yıllara dair tanıklıklarım beni hep aynı sonuca götürüyordu. Bu savaş yeteri kadar sürdü ve yeteri kadar kirlendi. Etnik bir çatışmayı ve daha fazla kirlenmeyi göze almadan bu savaşın sürdürülmesi artık mümkün değildir. Savaşmak isteyenlerin bu riski göze aldıkları ve pervasızca davrandıkları aşikâr. Ama aşikâr olan bir husus daha var ki, iki halk, Kürt ve Türk halkı, 20. yüzyılda olduğu gibi yeni bir savaşa suskun kalmayacak ve 21. yüzyılda, kendi kaderleriyle adeta siyasi bir kumarın oynanmasına izin vermeyeceklerdir. Elinde silah tutanların, müzakere masasını talep etmeden önce anlaması gereken gerçek şudur: Kürt sorununda şiddetle belirlenen tarihin sonu yaşanıyor. İçinde bulunduğumuz dönem, silahların gücünü müzakere masasında pazarlık etmenin zamanı değildir. Silahları gömmenin zamanıdır..."

Bu satırların yazarı Orhan Miroğlu, 1952 yılında Mardin'de doğdu. Miroğlu; Kürt aydını, siyasetçi, gazeteci yazar kimlikleriyle Doğu ve Güneydoğu'nun en sıkıntılı yıllarına deyim yerindeyse 'içerden' tanıklık etmiş bir isim. Bu tanıklıklarını bazen kitaplarda bazen günlük gazetelerde birçok kez kaleme alan Miroğlu, en son 'Silahları Gömmek' adlı çalışmasını yayınladı. Yazar çalışmasında Kürt sorununda 'tarihi bir yol ayrımına' girildiğini belirtirken silahlı hareketin de geleceğini masaya yatırıyor. Tabii geçmişte yaşanılanların analizini yaparak...

KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER: Kolaycılığı bırakalım-Bugün Dersim İsyanı yerine, Dersim Tenkil veya Katliamı diyoruz ki, bu kanaatimce yeni bir tarih bilincine de işaret etmesi bakımından son derece önemlidir. Dolayısıyla Kürt tarihindeki ilk isyanlar da, son isyan da henüz anlatılmayı, anlaşılmayı ve yeniden yazılmayı bekliyor dense, yanlış olmaz.

Türkiye'de kimi çevrelerin, bu konuda çaba göstermesi gerekir. Ancak ne yazık ki ciddi uğraşlara rastlamak mümkün olmuyor. Bunun yerine Kürtlere dönüp "Bir Gerry Adams'ınız bile yok, şu Öcalan da Mandela'ya hiç benzemiyor," demenin insafsızlığı ve kolaycılığı devam edecek gibi görünüyor. Oysa artık kolaycılığı bırakıp gerçek olgulardan hareket etmek gerekir. (sf.29)

Hükümeti değil devleti görmek istiyor: Türkiye'nin Kürt sorunu algısı hızla değişmekte ve bu değişim PKK'yle alakalı devlet paradigmasını da önemli oranda değişime uğratmaktadır. Ama bu değişim PKK'de karşılığını bulmadıkça yani PKK'nin ve Öcalan'ın ordu ve sivil siyasetle alakalı, ta Bekaa'dan İmralı'ya taşınan paradigmasında ve PKK'nin mevcut siyasi yapılanması ve kültüründe temel bir değişim yaşanmadıkça, siyasi çözümün ilerleme kaydetmesi mümkün değildir. Olgulara bakıldığında, Öcalan'ın İmralı adasına getirildiği günden başlayarak, karşısında hükümeti değil, devleti ve genelkurmayı görmek istediği açıkça görülür. (sf.42)

Arafta bulunuyoruz: Savaş mı, yoksa taleplerin karşılanması mı gibi bir ikileme hapsolmak kuşkusuz barış garantisi getirmez. Aksine, kopuşu hızlandırır. Bu kopuş bugün o kadar tehlikeli bir yerde duruyor ki, sivil Kürt hareketinin, PKK'ye ateşkesi sürdürmeyi dahi teklif edemeyeceği ve böyle bir şeyi ahlaki bulmadığı bir arafta bulunuyoruz. Oysa dünya, Filistin sorunu dahil, uluslararası sorun haline gelmiş bütün meselelerde, şiddetin sonuna gelindiğini işaret eden bir miladı yaşıyor. Ortadoğu'da başlayan yeni değişim süreci, yeni gerilla gruplarının dağlara yollanmasıyla değil, sivil halk hareketlerinin meydanlara çıkmasıyla başladı ve öyle de sürüyor. (sf.51)

PKK henüz barışa hazır değil: Öcalan'ın bütün siyasi analizlerinde görülebilen ordu ve askere atfedilen önem, İmralı'da daha da pekişti.Şimdi AK Parti ve Erdoğan bu tarihi tersyüz etmeye çalışıyor. MİT-PKK görüşmelerini de bu çerçevede değerlendirmek lazım. PKK, Özal'ın girişimi hariç, hiçbir zaman, sorunu kendisiyle müzakere edecek bir sivil irade görmedi. PKK'yle görüşenler hep askerlerdi ve amaç, savaşı kontrol edilebilir bir noktada tutmaktı.

PKK henüz barışa hazır değil: Öcalan'ın bütün siyasi analizlerinde görülebilen ordu ve askere atfedilen önem, İmralı'da daha da pekişti.Şimdi AK Parti ve Erdoğan bu tarihi tersyüz etmeye çalışıyor. MİT-PKK görüşmelerini de bu çerçevede değerlendirmek lazım. PKK, Özal'ın girişimi hariç, hiçbir zaman, sorunu kendisiyle müzakere edecek bir sivil irade görmedi. PKK'yle görüşenler hep askerlerdi ve amaç, savaşı kontrol edilebilir bir noktada tutmaktı.

AK Parti, başbakanın cesaretle başlattığı bu girişimle hem bir tabuyu yıktı, hem dünyada başvurulan yöntemleri benimsediğini göstermiş oldu. MİT-PKK görüşmelerinin basına servis edilen metninde, dikkat çeken husus, devlet heyetinin, sürekli ikna peşinde olup hiçbir şeyi reddetmemesidir. Ama PKK heyetinde ise böyle bir görüşmeye ve müzakereye hazırlıklı olmama ve güvensizlik hâkimÖ PKK'nin henüz barışa hazır olmadığı anlaşılıyor. (sf.68)

Ordu ihlallerin sorumlusu: Özel polis gücünün devreye sokulması ve hükümetin bu konuda geri adım atmayacağını göstermesi hem PKK çevrelerini, hem CHP ve hem de MHP'yi ciddi manada rahatsız etmiş görünüyor. Muhalefetin orduya karşı darbe olarak göstermeye çalıştığı bu gelişmeye karşı çıkması elbette sebepsiz değildir.

Ordunun PKK'ye karşı savaşta izlediği stratejilerin sorgulanması elbette başlı başına önemlidir. Ama her şeyden önce savaş yıllarında meydana gelen muazzam ihlallerden birinci derecede ordunun sorumlu olduğu açıktır. (sf.102)

Savaşın gerçek maliyeti: Orhan Miroğlu, Genelkurmay'ın ulusal bütçeden aldığı ve resmi olarak açıklanan rakamın, gerçeği yeteri kadar yansıtmadığına dikkat çekerek bir araştırmayı örnek gösteriyor:

SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü) ve IISS'nin (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) araştırmalarına göre Türk ordusunun savaş yıllarından başlayarak 2000'li yıllara varıncaya kadar bütçeden aldığı pay, % 30'un altında değildi.Ordu kendi modernizasyonu için 1991-2000 yılları arasında 80 milyar dolar harcadı! Bu Türkiye'nin borç stoğu toplamının yarısına tekabül ediyordu. Savaşın gerçek maliyeti ise ülkenin kaybettiklerinin ve ödediği bedellerin bütünlüklü hesabı yapıldığında 400 milyar dolar gibi bir rakama ulaşmaktaydı. (sf.130)

Ölüme çağrı, Filistin de bile yapılmıyor: Miroğlu, intihar eylemleri, canlı bombalar, fedai ve feda kültürünün ölüme çağrının sonucu olduğunu vurguluyor ve devam ediyor: Ölüme çağrı, yazık ki, Filistin'de bile durulmuşken, artık insanlardan ölmelerini talep etmek işgal altında yaşamaya mahkûm olmuş bir halk için çok gerilerde kalmışken, Kürt toplumu içinde feda ve fedai kültürü, lider ve mücadele uğruna kendi canına kıyma 'kültürü', hâlâ müdahale edilebilen, ret edilebilen bir kültür ve gelenek olmaktan uzaktır.

Mücadelenin kendini feda edenlerle devam ettiğine, onlar olmadan ulusun yoluna devam etmesinin imkânsız olduğuna inanılmaktadır. Öcalan her defasında, intihar eden, bedenini ateşle yakan gencecik Kürt kızlarına ve delikanlılarına çok üzüldüğünü ifade etmekte, ama hayatını feda eden bu gençleri, Kürt mücadelesine 'örnek kişilik' olarak sunmaktadır. (sf.154)

İnkarı besleyen anlayış: Yazar kitabında Türk ve Kürt milliyetçiliğinin arasındaki ilişkiyi şöyle özetliyor: Türkiye'de de yüzyılın başından bu yana asıl olarak Kemalist kadroların başlattığı ve benimsediği politikaların bazı yönleriyle sürdürüldüğünü ve Türk milliyetçiliğinin inkâr, imha, denetim altında tutma ve tanımama tutumundan kaynaklanan karakterinin, Kürt milliyetçiliğini besleyen ve bu iki milliyetçilik arasında bir diyalektiğin oluşmasına neden olan temel olgu olduğunu kabul etmek lazım. (sf.177)

KDP, silaha hep karşı oldu: Baba Barzani'den bu yana KDP'nin, Türkiye Kürtleri'nin kendi topraklarını kullanarak, silahlı bir mücadele yürütmesini desteklemediğini belirten Orhan Miroğlu, aynı partinin Kuzey Irak'a giden ve bu amaç için çalışan Kürt aydınlarının bu konuda sahip oldukları fikirlere de hiç değer biçmediğini söylüyor. Miroğlu'ya göre silahlı mücadele karşısında ilkesel bir tutum bugün de aynı ölçülerde sürüyor. Mesut Barzani'nin KDP'si olsun, Celal Talabani'nin YNK'si olsun, Hewler'e ve Süleymaniye'ye giden BDP heyetlerine aynı şeyi söyleyip durmaktadır. Silahın miadı doldu! (sf.188)

Ucu bucağı olmayan ilişkiler ağı: KCK Davası, ilk bakışta devlete veya başka vatandaşlara karşı işlenmiş suçlar kapsamında bir dava gibi görülüyor. Lakin iddianameye baktığınızda durumun farklı olduğu ve tam da böyle olmadığı anlaşılıyor. Hukukçu değilim, ama ben bu davanın Kürt hareketinin sosyolojisini ortaya koymaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorum.

KCK yapılanması diye bir yapılanma var ve bu yapılanma sivil Kürt hareketiyle ucu bucağı olmayan ilişkiler ağı içinde bulunuyor. Siyasi hayatı denetliyor, kontrol ediyor, gündem belirliyor. KCK şiddet uyguluyor, yargılamalar, infazlar yapıyor, mevcut hukuk sistemini tanımıyor ve sivillere karşı hak ve yaşam ihlallerinde bulunuyor. Bütün bunlar gerçek. Ama özellikle Diyarbakır'da açılan davada bu suçların birçoğu yok. (sf.231-232)

Editör Hakkında