Çocuktum; ailem yurtdışına giderken okulumun yarım kalmaması gerekçesi ile beni memleketim Sivas’ta en büyük ablamın yanında bırakmıştı daha 11 yaşında.
Okul zamanı harici yaz tatillerinde ise rol model bellediğim dayımın yanına köye hayvan gütmede yardımcı olmaya giderdim.
Dayım bu yalnız kalan çocuğa her akşam kendi doğrularını durmadan anlatırdı. En çok üzerinde durduğu konu ise Hz. Ömer’in adaleti idi.
Zaman geçip büyüdükçe, okuma merakım tamamen saplantıya döndü.
Elime geçen her şeyi okumaya başlamıştım.
İlk önce 12 cilt Hayat Ansiklopedisi ile başlamıştım, ardı da geldi...
Ortaokul birinci sınıfta üç kez üst üste Peygamberimizin hayatından sonra büyük Ebubekir’i sıralamada geçip direkt Hz. Ömeri okudum. Hem de kalınından iki cilt.
Arkasından Hz. Ebubekir, Ali ve Osman.
Ama bende en çok iz bırakan Hz. Ömer’in kudretli adaleti oldu...
Korkusu ne; omzuna aldığı makam ve mevkii vebalinin korkusu. Ahirette Allah’a kul hakkının hesabını verememek. Onun için kocaman devlet adamı yamalı hırkası ile dolaşır, geceleri fakir fukara arar gösteriş yapmadan.
Dahaları da var, yüzlerce binlerce; aslında iki cilde sığmayacak hayat.
Diğerlerinin de Hz. Ömer’den farkı yok. Hepsi İslam âleminde ayrı bir örnek.
İslamda debdebe ve şaşaa Emevi hükümdarlığı ile başlıyor, süslü elbiseler, adam kayırmalar, camii süslemeler vb. En önemlisi katliamlar.
İslama uymayan ne varsa bu dönemde başlıyor.
O gün bu günde değişen bir şey yok. Ömer’in Adaleti kayıp.
Bir mahkûma kıyak geçeceksin. Üstün sağlık hizmeti, oda dolusu kitaplar, özel oda, Tv. vb...
Ya Ömer’in adaleti yalandı, ya da bu gün olanlar...