Simsiyah teninde boncuk misali dizilmişti damlacıklar, o siyah bedenine kara kâbus gibi çökmüştü işkence, taşlar dile gelse “yeter artık” diye bağıracaktı belki, kızgın güneş bir bulut bulsa saklanacaktı arkasına, Mekke çınlıyordu inlemelerinden ama onun dilinde hep aynı nakarat “ALLAH BİRDİR, ALLAH BİRDİR, ALLAH BİRDİR” yine bir çile gününde efendilerin efendisi, kâinatın yaradılışı sebebi gözleriyle gördü  bu işkenceyi, Bilal kızgın kumaların üstünde, belinde bir bez parçası, çırılçıplak üstüne konan taşların altında inliyordu, yaratılanların en şereflisi Ebu bekirin yanında aldı  soluğu “Bilal’ e yapılan işkencelere çok üzülüyorum”  diyince, Ebu Bekir bir ok gibi fırladı yerinden ve Ümmiye’  ye “Bilal’ i bana sat” dedi, Ümmiye “altından dağlar yığsan satmayız, ancak kölen amiri verirsen satarız” dedi, amir ticaret anlamında Ebu bekir’ in sağ kolu sayılırdı, ama o hemen kabul etti çünkü amir iman etmiyordu ve aldı  Bilal’ i.

Ah Bilal ah, inancın metanetin, dirayetin, sadakatin sembolü Bilal… 

Sesi o kadar güzeldi ki Bilal’ in, cahiliye dönemi düğünlerinin aranan ismiydi, işte o güzel dilden mübarek bir nağme aksedecekti kulaklara,

Müslümanların ortak dili EZAN!

Dünyanın neresinde olursa olsun o dizeleri duyunca, vakti namazdır denecekti… Peygamberimiz vefat edince duramadı  Medine de, çünkü gördüğü her şey ona Resulü  hatırlatıyor, o güzel yüreğine büyük acılar çörekleniyordu, buna daha fazla dayanamadı ve Mekke’ye döndü…

Aradan yıllar geçmişti, bir gece Rüyasında Efendimizi gördü, efendimiz “Bunca ayrılık yetmedi mi ya Bilal, ne zaman kabrimi ziyaret edeceksin” buyurdu, heyecanla uyandı Bilal, o güzel yüreği göğüs kafesini delip geçecekti adeta, hemen yola koyuldu Medine’ye ulaştı, uzun zaman geçmişti, görenler hayret ve hayranlıkla Bilal’ e bakıyorlardı “Peygamberimizin müezzini Bilal gelmiş” diyorlardı ama o hiç kimseyi duymuyordu, doğruca Efendimizin kabrine vardı, saatlerce o güzel sesiyle Kuran-ı kerim okudu, okudu, okudu ve en sonunda gönlü  bu büyük vuslata dayanamayarak oracığa bayıldı, uyandığında Peygamberin iki pırlantası Hasan ve Hüseyin’i başucunda gördü, ikisi birlikte Bilal’ in kıvırcık kömür gibi saçlarını  okşuyorlardı, sanki dünyalar onun oldu, sarıldı ikisine ve ağladı “ah yavrularım ne kadarda dedeniz gibi kokuyorsunuz”  diyebildi sadece, sonra Hasan sordu “Bilal amca dedemiz seni çok severdi onun için bir şey istesek yapar mısın?”  Elbette dedi Bilal, Hasan dedi ki Bilal amca “bizim için bir kez ezan okur musun?” 

Okudu Bilal ok gibi, deldi geçti cğerleri, bütün Medine sokaklara döküldü, Bilal onlara Efendimizi hatırlatmıştı, sanki o yaşıyordu, gözyaşları içinde büyük bir coşkuyla dinlediler ezanı...

Başka dilde okunan ezanlar ne Allah’ı ne Peygamberi nede Bilal’ i hatırlatır! Kaldı ki yabancısıysak o dilin, ezan olduğunu da anlayamayız, Türküm ama Türkçe ezan okuyan ve okutanları asla affetmeyeceğim, çünkü Müslüman’ım evvela, ezanı başka dilde ancak Marksistler, inançsızlar ya da bu ülke üzerinde farklı emelleri olanlar okutur…

Şimdilerde BDP tarafından Kürtçe ezan gündeme geldi, ezanın anlamını ve ulviyetini bilmeyenlerin, Kürtler adına siyaset yapma iddiasının arkasına gizlenerek kimlere hizmet ettikleri açığa çıkmıştır…

Ortak dilimiz olan Ezanı Bilal gibi okumak varken, başka yanlara çekenlerin Bilal’ i zerre kadar tanımadığına eminim, hele doğu ve güneydoğu gibi inanç bağlamında sadakat duygusu gelişmiş olan bölgelerde bu durum, en az benim Türkçe ezana karşı olmam kadar nefretle karşılanacaktır…