Senin ten rengin beni ilgilendirmiyor. İster siyah, ister sarı, ister beyaz ol! Ben seni renklerinle görmem; beyninin aydınlığı, kalbinin sıcaklığı ile görürüm. Renkler insanlara değil, çiçeklere güzellik versinler. İnsanlar ne renk olursa olsun zaten güzeldir. Hele çocuklar! Onların o masum, katkısız, içten gülüşlerini, ışıldayan gözlerini mi görürsün; yoksa teninin rengini mi? Ben baktığımda sadece insan görürüm; çünkü ben insanım!

Ben senin inançlarını da görmem. İster inançlı, ister inançsız, ister Müslüman, ister İsevi, Musevi, Budist, Ateist ol! Ne fark eder? Eğer insan isen zaten bunlar ayrıntıdır. Bunları seçenek olarak öne çıkaramazsın. İnancına değil, insanlığına bakarsın. Ateşe düşmüş yanıyorsan elimdeki suyu söndürmek için dökeceğim zaman senin inancını mı sorgulayacağım? Yanan bir canlıyı, hele insan ise, kurtarmak insanlık görevi değil mi?
Benim için öyle; çünkü ben bir insanım!

Ben senin etnik kökenini de görmem. İlle de benimle aynı kökenden olmak zorunda mısın? İnsanlar etnik kökenlerini kendileri seçebiliyorlar mı? Hayır, bu doğuştan edinilen bir ayrıcalıktır. Öyle ise sorumlusu insan olamaz. İster Türk, ister Kürt, Laz, Gürcü, Çingene ol; ne fark eder?
Ben seni bu isimler için değil, insan olduğun için seviyorum. Çünkü ben insanım!

Ben seni milliyetin için de sevmiyorum. Dünyada iki yüzden fazla ülke ve bu ülkelerin halkları var. Türk, Fransız, İngiliz, Ermeni, Alman, Çin, Japon, Eskimo; bu milliyetler doğduğun ülkenden kaynaklanıyor. Bunlar bir ayrıcalık olmamalı. Sen kendi milliyetinle kal, ben de öyle kalayım.

Ben seni böyle de seviyorum. Çünkü ben insanım!

İnsanlar erkek-kadın diye ayrılıyor. Peki; ya çocuklar, yaşlılar? Bunlar ayrıcalık istemezler mi? Ya psikolojik, ya da doğmasal olarak farklı olan ya da kendilerini öyle hissedenler? Onlar da bizim topluluğumuzun bir parçası ve gerçeği değil midir? Bir bebeğin saflığı ve temizliği, bir çocuğun art niyetsiz dosdoğru yaklaşımı, gençlerin geçiş dönemlerindeki dalgalanmaları, olgunların oturaklılığı, yaşlıların çocuklaşması, diğerlerinin ezilmiş ve içine kapanıklılığı; hepsi insanlar için kaçınılmaz birer süreç değil midir? İşte bunlar ne ırkına, ne dinine, ne milliyetine, ne de rengine göre değil, sadece insan oldukları için sevilmeyi hak etmiyorlar mı? Ben böyle seviyorum, çünkü ben insanım!

Zengin-fakir, çalışan-işsiz, sağlam-sakat zıtlıklar çevremizi kuşatmış. Bunların hepsi insanlar için değil mi? Çok zengin ama sakat, çok yoksul ama sağlıklı olunabiliyor. Eğer koşulları değiştirebilmek elinizde ise zaten zorlarsınız. Ama gerçek değişmiyor. Bu nedenle nasıl olursa olsun, iletişim kurabildiğim herkesi severim.

Çünkü ben insanım!

Ne ırkı, ne etnik kökeni, ne milliyeti, kişilerin suçu ya da ayrıcalığıdır. Bunlar ya doğuştan edinilmiş ya da kişisel seçeneklerdir. Dinsel inançların her türlüsü-inanmamak da dâhil- genellikle çocukluk döneminde sorgulanmadan alınmaya başlar. Ama inanç, insan beyninin tam geliştiğinde, neye inanması ya da inanmaması gerektiğine sorgulayarak karar verebilmesiyle olmalıdır. Ancak o zaman birey özgür iradesi ile kendi yolunu belirlemiş olacağından, daha sonra da kolayına vazgeçmez.

Ben karşımdakini ne aç, ne açık, ne giyinik, ne siyah, ne beyaz, ne Ateist, ne Budist olarak görürüm. Sadece insan olarak görürüm; çünkü ben insanım!

Önemli olan, toplumsal düzen içinde her bireyin özgürce yaşayabilmesi, çevresine sevgi ve güven dağıtabilmesi, birlikte yaşayabilme yeteneğine sahip olabilmesidir.

Bunun içinde toplumsal düzenin temel kurallarına saygılı, içi karşılıksız insan sevgisiyle dolu olmak yeterlidir. İnsanın tanımı bu olmalıdır.

Ben böyle bir dünya özlüyorum; çünkü ben insanım!