AKP, iktidarı devraldığında neredeyse ülkeyi sıfır terör ile teslim aldı. Bu bir iktidar için büyük bir şanstı. Böylece teröre harcayacağı para, zaman ve şehit cenazelerinden duyulacak üzüntülerden de kurtulmuş olacaktı. 

Ancak PKK yöneticileri ve başlarındaki Apo, bu iktidar döneminde eskisinden çok daha büyük eylemler yapabileceğini herkesten önce anlamış, kendini kullananlarla birlikte yeni bir yola doğru yöneliyordu. Önce gittikçe artan terör; sonra pazarlık! Böylece ne şiş yanacak, ne kebap; ama iki tarafın da gönlü olacaktı.

Bunun ilk belirtilerini erken gördük. Terör yükseldikçe hükümetin çaresizliği, mücadelede yetersizliği her gün artan sayıda şehit cenazelerinin gelmesine neden oldu. Halk canından bezmiş, bir an önce terörün bitmesi için tepki gösteriyordu. Yani istenen kıvama gelmişti!

Tam da bu aşamada “analar ağlamasın, şehitler olmasın, akan kan dursun” söylemleri ile ortaya yeni bir dalga çıktı. Bu çıkışın arkasında bu saf ve gerçek duygular vardı; ama bunlar asıl buzdağının görünen yüzüydü. Suyun altında çok daha büyük ve karmaşık ilişkiler gizliydi.

Öncelikle hükümet “Yeni Osmanlıcılık” politikasını yürürlüğe koyarak kimsenin tam olarak bilip anlayamadığı, bir tek iki ortak; RTE ve Apo’nun bildiği “Açılım” sözü verdi. Bunun ilk örneklerini ateşkeslerde gördük. Hükümet seçim dönemlerinde yaptığı ateşkeslerle vatandaşa huzur ve güven içinde olduğu duygusunu pompalayarak oylarını artırmayı başardı. Ancak bunun sadece seçimlerde geçerli bir danışıklı dövüş olduğunu zamanla herkes gördü.

Yine şehitler gelmeye başlayınca “Habur Açılımı” devreye sokuldu. Dünya hukuk sistemine “Seyyar Mahkemeler” kavramını ilk koyan hükümet olma başarısı gösterildi! Ana dilde eğitim, PKK’nın meşrulaştırılması bu dönemin ürünleridir. Ülkenin bir kazancı olmadı; ama PKK ülkede itibar kazandı.

Ardından Oslo Süreci güç doğumunu yaşadılar. Başta ne kadar inkâr ve hakaretler etseler de görüşmelerin yapılıp karşılıklı anlaşmaların imzalandığı, uzun zaman gizlenemeyen hamilelik gibi sırıtıverdi! Küfürler yutuldu, sözler yalandı, tutanakların gereği yapılmaya başlandı. PKK’nın meclisteki temsilcisi parti ile el ele kol kola Anayasa değişikliği dayatıldı. Özerklik, bağımsızlık, Apo’ya iyileştirmeler, ev hapsi ya da serbest bırakılması adım adım ve gittikçe artan dozlarda ortaya sürüldü.

Sonra İmralı muhabbetleri başladı. Yine önceleri inkâr ve küfür siyaseti oldu; ama aynı Oslo sürecinde olduğu gibi bunda da hiçbir şey olmamış gibi görüşmeler ve sözleşmeler yapıldı. MİT adeta Apo’nun postacısı durumuna getirildi. Dünyada örneği görülmediği şekilde hücredeki bir terör örgütü lideri dışarıdaki örgütünü yönetti; acaba kimin sayesinde?

Oslo ve İmralı süreçleri meyvelerini vermeye başladı. Bir terör örgütünün varlık nedeni olan silahlı elemanları ülkemizi terk edeceğini söyledi; biz de inandık! Sonra Sayın Başbakan bile “nasıl girdilerse öyle çıksınlar” dediği teröristlerin sadece % 15’inin, hem de 50-60 gün yaya yürüyerek, ayakları bir taşa takılmadan, yollarına bir Allahın kulu güvenlik görevlisi falan denk gelmeden ülkemizin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek çıktığını söyledi. Bu arada bazıları da PKK’ya çok büyük katılımlar olduğunu söyleyiverdiler; yani PKK dışarı 3 gönderdi ise kadrosuna 13 katmış! Ne biçim terörle mücadele ama!

Bu anlaşmalar meyvelerini de vermeye başladı. PKK kendi silahlı polislerini, devriyelerini kurdu; trafik ve genel denetim için yol çevirdi. Ülkemizin bir ilçesinde yapılan bu “polis güçlerinin diploma töreni” ile yine ülkemizin bir kentinde yapılan bir yayla şenliğinde silahlı-külahlı PKK’lıları, nedense “herkesin yatak odasının içini bile görenler” ne görebildi, ne duyabildi! En üst düzey yetkililer “böyle bir şey biz de duyduk ama falan filan” gibi laflar gevelediler, o kadar! İstanbul’da parkta polise karanfil atanı sabaha karşı yatağından toplayan, kendini bulamazsa kardeşini alanlar bir değil, beş değil, yüzlerce kişiyi ne aradılar, ne de sordular! Ne de olsa açılım yapıyorduk; evet, bir taraflarımız bayağı açılıyordu doğrusu!

Bu arada bu işin; yani Kürt Açılımı’nın RTE’nin kendi kişisel siyaseti olduğunu sanan saflar da oldukça çoktu. RTE’nin kendi ağzıyla söylediği “BOP projesinin eşbaşkanı olduğu,
Bu projede önemli görev ve sorumlulukları bulunduğunu,
Diyarbakır’ın bu proje için çok önemli olduğunu”
Ya hiç dinlemediler; ya da bilmezden geliyorlar! Bu işin aslının, ABD-AB-İsrail ve yandaşlarının yıllar önce açıklayıp, eşbaşkanlarını seçip yönetime oturttukları Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın coğrafi ve siyasi haritasının yeniden çizileceği “bir yeniden paylaşım projesi” olduğu gerçeğini bizimkiler hariç herkes öğrendi!

Bu arada “Tüm komşularımızla sıfır sorun” diye yola çıkanlar şimdilik sorunsuz komşu bırakmadılar. İşin kötüsü, başka ülkelerin iç işlerine karışarak arı kovanına çomak sokanlar, arkalarındaki destekleri de her geçen gün yitiriyor ve yalnız kalıyorlar. Savaş tamtamları şimdi daha hızlı çalınıyor.

PKK’nın bir kısmını neden Suriye sınırına gittiği ve bunun hükümetçe de desteklendiğini bilmeyen kaldı mı? Amaç dünkü kadim dost, bu günkü azılı düşman Esed’in yenilmesiydi! PKK gidip Esad’a karşı savaşacaktı. Ama birden bire kucağımızda bir Kürt devletçiği daha buluverdik! PYD’nin başkanını da ülkemize getirip hak ettiği şekilde şanlı şöhretli karşıladık. Kendisinin bağımsızlık hakkını desteklediğimizi de söyledik! Ne denir; helal olsun! Başımıza İran ve Irak’taki Kürt devletcikleri yetmiyordu ki bir de bunu ekledik! Böylece sınırımızın dört tarafında da rahatça arkamızı dönebilecek bir dost bırakmadık çok şükür! Yeni Osmanlı politikası böyle oluyormuş demek!

Ülkemizde artık herkes rahatlıkla “biz dört ülkedeki halklarımızı birleştirerek Büyük Kürdistan’ı kuracağız” diyebiliyor! İran-Irak-Suriye diye 3’e kadar saydım da 4. kim acaba? Bu suç değil demek ki! Hatta bu ülkenin başbakanını “sözünü tut, anlaşmalara uy, yoksa biz açıklarız, gereğini yaparız” falan diye tehdit bile edebiliyor! Demek ki AKP’nin ülkemizi getirdiği “İleri Demokrasi” buymuş; insanlar ne kadar özgür!

Bu arada güya ülkemizi koruyacak diyerek aslında İsrail’i korumak için bir şehrimize Radar, başka bir şehrimize de Patriot füzelerini kurduk! Üstelik yüzlerce yabancı asker bu nedenle ülkemizin topraklarını kirletiyor. Durduk yerde ülkemizi olası bir savaşta hedef yaptık.

Yeni siyasi sistemlerinin özünde mezhepçi tek parti diktatörlüğü olduğu için halkı da bu yönde bölerek hedeflerine doğru yürüyorlar. Sadece kendine biat eden dindar ve kindarlarına başkanlık yaptığı her geçen gün belli olan sayın başbakanın, ülkemizde olduğu gibi başka ülkelerde de kendine yakın Müslüman teröristleri desteklemesi yüzünden gittikçe çıkmaz bir sokağa doğru giriyoruz. Mısır’da halkına verdiği demokratikleşme sözlerini tutmadığı ve şeriatı dayattığı için koltuğundan indirilen Mursi için karşı tarafı ayaklanmaya çağırmasının “bir başka ülkenin içişlerine karışmak olduğunu” da birilerinin artık söylemesi gerek!

Kafası Osmanlı’da, gönlü Padişahlıkta olanların devleti de, komşularını da kendine bağlı eyaletler halinde düşünmesi hiç de garip gelmiyor!

Kendi kendimize “nereye doğru gidiyoruz?” diye sorma zamanı geldi de geçiyor! BOP hızla gerçekleşiyor. Ülkemizin ana damarları çatırdamaya başladı. Artık iç savaş ve bölünme rüya değil, gerçek olmaya doğru hızla gidiyor! İçeride ve dışarıda iyice sıkışan iktidar hırsını kendi vatandaşlarından çıkarıyor ki en tehlikelisi de budur!

Unutmayın ki, hayallerle yaşayanların gecesi, gerçeklerin duvarına çarpınca biter! Artık bundan sonrasına elim de dilim de varmıyor!