Bu şehre ilk geldiğimde kendimi yalnız hissetmiştim ama günler geçtikçe çok çabuk arkadaş edindim. Öyle ki, normal halkın konuşmaktan çekindiği `Yankee` takımıyla bile sıkı bir dostluk başlamıştı aramızda. Bana Türkiye’yle ilgili kulaktan dolma bilgilerini anlatıp, merak ettikleri konularda da sorular soruyorlardı.

Türkiye hakkında bazı konulardaki `yanlış` bilgileri; örneğin piramitlerin Türkiye’de olduğunu ve harem kültürünün hala varolduğunu düşünmeleri, beni hem şaşırttı hem de biraz üzdü.

Yine de her ne kadar önyargılı yaklaşılsa da bu samimi insanlarla güzel vakit geçiriyordum. Aralarında Fransızca konuşabilen bile vardı.

Downtown Manhattan’dan ayrılıp Brooklyn Köprüsü’ne doğru yürümeye başladım. Akşam olmuş, New York’un yüksek binaları rengarenk ışıklarını yakmaya başlamıştı.

Nedense çocukluğumdan beri hep böyle büyük, renkli, ışıl ışıl bir şehirde yaşamak istemişimdir. Hatta şimdi bile ara sıra internette New York’un, Tokyo’nun Paris’in gece çekilmiş fotoğraflarına bakarım.

Ara sıra durup New York’u izleyerek köprüden karşıya geçtiğimde evime giden metronun, bu taraftan geçmediğini hatırladım. Geri de dönemezdim. Biraz yürüyüp başka bir metro hattına rastlamayı düşündüysem de, bir süre sonra kayboldum.

Aslında New York büyük bir şehir olmasına rağmen kutup yıldızı gibi her yerden görünen Empire State binası sayesinde kaybolmak pek kolay değil, ama ben başardım işte.

Yolu sorduğum bir siyah adamla bir yandan yürürken bir yandan sohbet etmeye başladık. Adı Collin’di ve tam bir tipik New York’luydu.

Yürüyüşünü ve konuşmasını görseydiniz ne demek istediğimi anlardınız.

Collin evliydi ve beş yaşında bir oğlu vardı. Bana, artık New York’ta yaşamak istemediğini, en kısa zamanda Kuzey Carolina’ya taşınacağını söyledi. Bana çok ilginç gelmişti. Sebebini sordum hemen.

Müslümanların yeni bir saldırı yapma olasılığından korktuğunu, bunun için New York’un ilk ve kolay hedef olduğunu, ailesi için kaygılandığını anlattı.

Bana çok ilginç gelmişti ama, metrolarda, otobüslerde ve birçok reklam panosunda şüpheli çanta resmi üzerinde `Birşey görürseniz, birşey söyleyin` (If you see something, say something) yazılarını hatırlayınca, biraz hak verdim aslında. New York tetikte gibiydi. Bunu yeni farketmiştim.

Collin’e, New York polisinin çok dikkatli çalıştığını, bilinçli New York halkının da artık böyle birşeye izin vermeyeceğini söyledim.

Ama bunlar Collin’i rahatlatmaya yetmemişti. Vergi borçlarından dolayı New York’ta kaldığını ve biter bitmez buradan ayrılacağını söylüyordu ısrarla.

Açıkçası, Collin’i biraz paranoyak bulsam da, hak vermedim değil.

Downtown Manhattan’da birkaç gün önce, 10 yıl önceki saldırının enkazını yeni yeni toparlayabildiklerini gördüğümde hiçbir ülkenin ve vatandaşlarının bunu haketmediğini düşündüm.

Collin belki biraz abartıyordu ama dikkatli olmakta fayda vardı. Çünkü sırtımda çantayla nereye gitsem, ya vatandaşların dikkatli ve yandan bakışlarına yakalanıyor, ya da polis arama noktasına denk geliyordum.

New York büyük, ve büyük olmanın bazı gerekleri, zor yanları var. Bu güzel şehrin bir daha dumanlara boğulmasını sağlıklı düşünebilen hiçkimsenin, görmek isteyeceğini sanmıyorum.