Merhaba, tüm “Aydınses” okurlarına! Merhaba, yazıma bir anlık nazar bile atanlara! Merhaba, yeni günlere, yeni satırlara, yeni okurlara!

Tüm yazarlar güzel şeyler yazmak isterler. Mesela, sonu ayrılıkla bitmeyen sevdalar, kansız ortaklıklar, kavgasız dostluklar, güneşli günler, elinde şekeriyle bulunduğu yeri bayram eden çocuklar ve dizlerinde hafif romatizma ve bellerinde de az biraz ağrıdan başka bir dertleri olmayan, özellikle de gözlerinde yaş olmayan analar babalar yazmak isterler. Yazarlar, hatta bazen dünyada herşey inadına ters giderken bir kelime ya da bir cümle ile tüm dünyayı değiştirmek isterler. Yangınların sönmesini, depremlerin durmasını, sellerin başka yollardan akıp insanların yakasını bırakmasını isterler. Olmaz belki ama Nasrettin Hoca misali göle maya çalmak isterler ve ardından “ya tutarsa” diye temennilerde bulunurlar.

Bende gazetemizdeki ilk yazımda böyle bir şey yapmak için niyetlendim. Bir şeyler yazmak, kelimeleri ardın sıra dizip, ortaya okumaya layık, dile dolanan, aklı mest eden bir eser koymak hiç de kolay değil. Önce sağlam bir karakterin olmalı; her insandan biraz fazla düşünmeli, herkesten biraz fazlaca duygularını yaşamalı. Gülerken kahkaha atmalı, ağlarken boğazını yırta yırta ağlamalı. Kelimeler duygusuzdur aslında, duyguyu verense cümlelerdir. Öyle cümleler kurmalı ki yazar, karşısındaki adamı istediği duyguya sürükleyebilsin.

Hani bir isteseniz, geçseniz bilgisayarın ya da defterin karşısına, başlasanız yazmaya ne kadar ileri gidebilirsiniz? Bitirdiğinizde ise şöyle bir baksanız; kaç kelime gelmiştir yanyana, kaç cümle binmiştir üstüste? Acaba nasıl bir kurgu çıkar karşınıza? Mesela kahramanımız Ahmet olsun; ne yapar Ahmet, ne işle uğraşır, nasıl yaşar, neleri sever, nelerden nefret eder? Peki ne gelecek Ahmet Bey’in başına? Aşık mı olacak, hasta mı olacak, kaza mı geçirecek? Ölecek mi hikayenin sonunda? Yoksa gökten üç elma mı düşüreceksiniz okurlara?

Bir düşünür; “yazılabilecek tüm senaryolar yazıldı” der, gerçekten öyle midir? Yani bundan sonra daha değişik, daha kendine özgü bir şeyler yazılamaz mı? Edebiyat dünyası kendi dört duvarının arasına sıkıştı mı yani? Peki hergün çıkan yeni kitaplar neler yazıyor, neler anlatıyorlar? Elif Şafak, Orhan Pamuk, Canan Tan, Ahmet Ümit gibi ünlü isimler neler yazıyor acaba? Sıradan şeyler mi, yoksa yeni şeyler mi?

İnsan ve insana dair hiç bir şey asla sabit kalmıyor. Zaman geliyor düşünceleri değişiyor, konuşmaları değişiyor, tabuları yıkılıyor, hikayeleri değişiyor. Var olan hergün yeni ve bambaşka bir hikaye çıkıyor ortaya. Tabiri caizse “en büyük senarist” öyle ustaca işliyor ki öyküleri, hepsi ufak tefek noktalarda kesişmesi dışında birbirine hiç benzemiyor. Ve bu farklılık, birbirinden değişik milyonlarca öykü üretiyor.

Hala yeni şeyler var, hala keşfedilmemiş kıtalar yok belki ama keşfedilmeyi bekleyen insancıllığımız var. Bir köşelere hapsettiğimiz, bir türlü anlamadığımız, öğrenemediğimiz taraflarımız var. Sır gibi sakladığımız ve karşımıza çıktığında öcü gibi korktuğumuz bizi biz yapan gizlerimiz var. Belki dile gelmez çoğu şey, belki kaleme dokunmaz ama bunların hepsine gücü yetecek şekilde cesareti olan yazarlarımız var. Ve biz onlar sayesinde keşfediyoruz dünyayı, onlar sayesinde anlıyoruz insanı ve insanı anlarken tanıyoruz kendimizi.

Bazı insanlar kendini keşfetmek için uzun gezilere çıkarlar, bazıları ise yalnızlığı tercih edip, kendini dinlemeyi ve kendiyle yüzleşmek isterler bunu yapmak için. Bazılarıysa okuyarak anlamak ister hayatı. Kitaplar kurmaca öykülerdir ama gerçek hayattan beslenirler ve gerçek hayatın binlerce paralel senaryosunu getirirler gözümüzün önüne. Bizler kelimelerle oynayarak, satırlarlarla harmanlanarak uzun bir yolculuk ederiz içimizde.

Hiç düşündünüz mü; kaçımız bir kızla konuşmanın ilk cümlelerini tanındık bir şairin kitabından araklamıştır, kaçımız sıkıştığı durumdan çıkmak için kalemine güvendiği bir yazarın kitabını defalarca okumuştur, kaçımız bir türlü çözülmeyen bu hayat düğümünün bazı parçalarını kitaplardan çıkarıp kendi içine atmıştır? Bir hazinedir kitaplar; altın gibi değildir maddi karşılıkları yoktur ama değerleri tüm maddiyatın da üzerindedir.

Şöyle bir irdeleyelim kendimizi, iyice karıştıralım zihnimizin derinlerini; kendimize düstur edindiğimiz kaç ilkeyi bir yazarın kaleminden çıkan satırlardan edindik? Karşımıza çıkan herkese bir nasihat niteliğinde sıraladığımız onca sözü hangi düşünürün kitabından okumuştuk? Hatırladınız mı? Hatırlamasanız da olur, yeterki vazgeçmeyin okumaktan. Yeterki ayrılmayın kitaplardan.

Kitaplı bir ömür, okuyarak harcanan saatler dileklerimle!