Eskiden Eskişehir’in en büyük mahallesi olmasıyla namlı Emek Mahallesi’nin Dilek Caddesi’nde kurulurdu; mahalle pazarları. Sonraları yolların meşguliyeti, otobüs ve minibüslerin geçiş yerleri olmasından dolayı pazar Dilek Caddesi’nden kaldırılıp Birinci Hava İkmal Bakım Merkezi İlköğretim Okulu’na giden caddeye kurulmaya başlandı. O sıralar o caddenin etrafı şimdiki kadar emlak dolu değildi. Aralarda geniş arsalar vardı, çocukların top oynanıp, maytap patlattıkları ya da fırsatını bulduğunda kendinden daha küçükleri kıstırıp hafifinden tokatladıkları. Bir caddenin başından başlayıp sonuna kadar devam ederdi pazarlar.
Bir de annelerin vazgeçemedikleri bir işkencesi vardı salı günleri; o da “oğlum hadi hazırlan pazara gideceğiz” sözleriydi. Pazara çıkmak özellikle erkek çocukları için bir merasime tabidi. Kızlar için pazara çıkmak daha farklı bir şeydi. Şöyleki, o dönem anneler daha kızlarını ev hanımlığından başka bir statüye kolay kolay koymadıklarından, bir kızın annesiyle beraber pazara çıkma olayı aslında bir nevi babanın oğlunu işe götürmesi ya da arabanın direksiyonuna geçirmesi gibi önemliydi. Kızların ev hanımlığına ilk adımlarını attıklarının, ev hanımlığını öğrendiklerinin göstergesiydi pazara çıkmalar. Ama erkek çocukları için sıcağın altında, o karınca yuvası gibi kalabalıkta; o yengeden kaç, bu amcaya yol ver, şu çocuktan uzak dur, aman peşimden ayrılma, kaybolayım deme sitemleri ile ağır poşetleri taşıma, pazar arabasını ha babam çekme gibi enva-i çeşit ıstırap hallerinden başka bir şey değildir.
Pazarın adetleri vardı, öncelikle pazar baştan sona en ince ayrıntısına dek irdelenerek gezinilir sonra tekrar geri dönülerek artık uygun görülen yerlerden alışveriş yapılırdı. Tabi pazarda birçok şey bulmak mümkündü. Meyve, sebzenin yanında baharat reyonları da vardı. Bazen köyden nineler gelir el emeği ile yaptığı yoğurt ve peynirleri satardı; haricen zeytin, peynir ve benzeri şeyleri satan tezgahlarda bulunurdu. Elbisecilerde vardı, sağdan soldan toplanıp, “abla ben bunları İstabul’dan getiriyorum reklamları ile satılan elbiseleri vardı. İster inanın ister inanmayın bir dönemin çocukları mağaza yüzü görmeden pazar elbiseleri ile kuşandı ve büyüdü. Ayakkabı ihtiyaçları bile pazardan temin edildi. Şimdi İstanbul’da banliyöde seyyar satıcıların sattığı küçük elektronik aletler ve benzeri şeylerde o dönemin pazarlarında yerini bulurdu.
Pazarların birde kendine has bir atmosferi vardı. Şimdi buradan dile getirince belki bazıları inkar eder ama bir zamanların çöp çatan teyzelerinin; hanım kızları avlamak ve seçmek için açıldığı sahalardı pazarlar. Önce kızları görüp beğenirler, sonra sorup soruştururlar hatta bazıları biraz daha ileri gidip bir kaç kez pazarda kız ve annesiyle denk geliyormuş gibi yapıp ahbablık kurmaya çalışır, en nihayi maksadını söyleyerek yeni bir yuvanın kurulması için ilk adımları atardı. Sonra bazı gençlerin birbirini görmek için yasak kaçamakları yaptıkları yerdi pazarlar. Ne diyelim, şimdi karınca yuvası gibi kalabalık bir alanda gözden kaybolmak hem kolaydı hem de kaybolduktan sonra ortaya çıkınca; “anne seni kaçırmışım, orada Handan Teyze’yle lafa daldık ya da şu elbisede gözüm kaldı” gibi bahaneler uydurulup inandırılması kolay yerlerdi. Sonra pazarcı nidaları vardı, hala bir efsane niteliğinde anılan pazarcı nidaları. “Bahçeden yeni topladık abla, gel karıştır karıştır seç, iki kilo bir milyon” gibi nidalar birbirine karışırdı. Bilirsiniz son çıkan kurallar ile böyle bağırmalar yasaklandı ve böylece bir dönem geride kaldı.
Yeri gelmişken burada bir konuya daha değinmek isterim, akşama doğru pazarcılar elde kalan malların hepten fiyatını düşererek satarlardı. Bunu bilen ev hanımları pazara daha çok akşam üstü çıkarlardı. O zaman bir ev hanımın işinin ehli olduğunu anlamak istiyorsanız, pazar alışverişindeki maharetlerini takip etmeniz yeterliydi. Bu işten alnının akıyla çıkan ev hanımı ustalık rütbesine konulurken, acemi ev hanımlarının bu ustalardan yiyecek çok lafları ve öğrecek çok şeyleri vardı. Tabi saat iyice ilerlediğinde bazı pazarcılar elde kalan malları tezgahlarını kaldırıken yere dikkatli bir şekilde dökerdi. Bunu bilen fakir, gariban aile bireyleri işte bu vakitte pazarın kurulduğu sokağa çıkarak sağda solda kalan sağlam veya kullanılabilir erzakları toparlayarak bir haftalık pazar ihtiyacını gidermeye çalışırdı. Ne bileyim sanki pazarın böyle bir ulvi yönüde varmış gibi geliyor bana.
Sanki pazar kültürü bitti gibi anlattım ama halen devam eden yerler var. Mesela Eskişehir’de hala pazarların kurulduğu büyük caddeler var. Bilmiyorum bizim zamanımızdaki gibi adetleri var mı ya da devam eden kültürleri var mı? Yine de bir tavsiyede bulunmak isterim, alışveriş merkezlerinde ki manav tezgahlarına, onların aynı boyutta ve düzgün şekillerde olan meyve, sebzelerine aldanıp fazlaca paralar vermeyin. Pazarlar bizde bir dönem avam tabakanın alış veriş yeri gibi göründü, halbuki böyle bir şeyi bizler oluşturduk diye düşünüyorum. Pazar her daim hem en ucuz hem de bol çeşitin sunulduğu yer bence. Bunu yanında hem kendinizi hem de çocuklarınızı pazar kültüründen mahrum etmeyin.
Hemen bir pazar arabası alın ve erkek çocuklarınıza sürmeleri için direksiyonu bırakın. Kızlarımız da pazarları oradaki kadınları ve insanları görsün. Sosyal hayatın her tabakasından ve her cinsinden insanın bir arada bulunduğu ender yerlerden biridir pazar. Ve gözünü açık tutanlar için birçok malzemenin, ilmin bulunduğu yerlerdir. Eli kalem tutanların sadece o atmosferi kullanarak romanlar yazıp, hikaye üretbileceği yerlerdir.