Okulu ilk gördüğümde çok şaşırmıştım, kampüsü oldukça büyüktü. İlk olarak bana rehberlik edecek olan öğretim görevlisi hocamın odasına gitmem gerekiyordu. Mekanik bölümü öğretim üyesiydi.

Uzun aramalardan sonra okulda kaybolup, odayı da bulamayınca girişteki koridorda bulunan danışmadaki memurdan yardım istedim. Henüz Polonya numaram olmadığı için arayamıyordum. Memura işaretlerle durumu anlattıktan sonra beklemeye başladım.

Birkaç dakika sonra Kasia çıkış kapısına geldi. Oldukça pozitif, esprili ve güleryüzlü bir bayandı. Ona, okul çok büyük olduğu için kaybolduğumu, yolumu kaybetmeden dolaşabilmem için biraz zaman gerektiğini söyledim.

Kasia da bana, ‘Türkiye’den Polonya’ya kaybolmadan gelmeyi başardıysan, okulda hiç kaybolmazsın’ diye karşılık verdi. Şakacı biriydi. Başarılı bir kariyeri vardı. Henüz 28 yasında olmasına rağmen doktorasını hazırlıyordu.

Biraz sohbet ettikten sonra akşam için evine yemeğe davet etti. Annesi de onunla birlikte yaşıyordu. Annesi Türk olduğumu öğrenince, Kasia ile Lehçe olarak birşeyler konuştular. Annesinin anlattıkları bitince, Kasia çevirmeye başladı.

Birkaç yüzyıl önce, Polonya bağımsızlığını kaybedip harita üzerinde yok oldukları dönemde, Polonya halkı birleşip bağımsızlıklarını geri kazanmak için Türk ordusundan yardım istemiş. Bunun için Türk ordusuna vermek üzere kendi aralarında topladıkları parayla bir bütçe bile oluşturmuşlar. Polonya, eski adıyla Lehistan halkı ve Türk ordusu birlikte savaşmış ve Lehistan halkı bağımsızlığını tekrar kazanmış.

Kasia'nın annesi, tarihte birbirine çok yardım eden iki millet olduğumuzu, bu yüzden Türkleri çok sevdiğini söyledi.

Açıkçası Avrupa’da Türkleri açıkça seven bir millete rastlamak kolay değildi.

Kasia’nın annesine, tamamen saf merakımla neden başka bir milletten değil de, Türklerin o fetih dönemlerinde Lehistan için bile tehdit oluşturan Türk ordusundan yardım istediklerini sordum. Cevap açıktı.

Türk milletinin yüksek değerlere sahip olduğunu, zor durumdaki hiçbir milletten güçleri yettiğince yardımlarını esirgemeyeceklerini bildiğini ve bağımsızlıklarını kazandıklarında, Türklerin müttefiği olmanın onlara çok şey kazandıracağını anlattı. Ayırca Türklerin ne kadar iyi savaşçı olduklarını çok iyi bildiklerini de söyledi.

Anlattıkları beni etkilemişti. Oldukça sevinmiştim. Yüzyıllar önce atalarımızın yaptığı iyiliği hala hatırlayan insanlarla birlikteydim. Bir Slav ülkesi olarak Polonya’nın, Türkiye’ye mesafe olarak biraz uzak olmasına rağmen, bugün bile aralarında sıcak ilişkiler geliştirebilmesinin nedenlerini, tarihe bakarak görmek mümkündü.

Bu konu ilgimi çekmişti. Araştırmaya başladım. Okudukça, Polonyalıların, Türklerin bu iyiliğini karşılıksız bırakmadığını, Türkiye Cumhuriyeti ilk kurulduğunda, ülkemizi uluslararası düzeyde ilk tanıyan ülke olduğunu öğrendim. Türkiye’yi Lozan antlaşmasının imzalanmasından bir gün önce tanımıştı Polonya Cumhuriyeti.

Yani bağımsızlık mücadelesi sırası bize geldiğinde, Polonya da vefakarlığını göstermiş ve Türkiye Cumhuriyetini hemen tanımıştı.

Bugün ise Türkiye ve Polonya arasındaki dostluğun bir sonucu olarak imzalanan öğrenci değişim anlaşmalarından yararlanarak Polonya’da eğitimine devam eden ben ve birçok arkadaşım, bu dostluğun bir temsilcisiydik.

Aslında şanslıydım, çünkü en azından Türklere karşı sempatisi olan bir ülkede eğitimimi sürdürüyordum…