Canım yanmıştı “o artık zor yaşar” diyince.
Volkan Konak gibi, doktorlarda ne bilir yüreğin acısını demiştim.
Annemdi zor yaşayacak olan, zar zor yaşadığı kısacık ömründe gurbette görmüş hasrette çekmişti, tam artık huzura erecek derken “huzura çıkmıştı” beyazlar içinde, henüz kırk üç yaşındaydı ameliyata girmeden temiz pijamalarını getirmiştim, giydirdiler usulünce, gözlerime acıyla bakışı “oğlum bana narkoz verin” deyişi hiç çıkmayacak aklımdan aklımı alarak. Saçlarını okşadım, ellerimle taradım ve sonra o çok kızdığım genç doktor geldi.

“Merak etme iyileşeceksin ablacığım” dedi, ellerini tutarak. Hayır dercesine baktı annem gözlerine acıyla yanağına süzülen tek damla yaşla. Sildim damlayı, yüreğim damla damla kanayarak ve dışarı attım kendimi. Doktor da çıktı peşimden üzülme dedi, üzüleceğimi bilerek, sırtımı sıvazladı ve kendisinin de annesini çok genç yaşta kaybettiğini söyledi ve dedi ki “hani derler ya iki büyük acı vardır biri evlat acısı diğeri kardeş acısı diye ona anne acısını da ekledim ben, ama Allahtan ümit kesilmez dua edelim fakat her şeye hazırlıklı ol” dedi. Öfkeyle minnet duygusu arasında kaldım, sadece yalvararak gözlerine baktım. Hızlıca koridorda yürürken anladım ki doktorlarda bilirmiş yüreğin acısını, ne gariptir ki yer de Cerrahpaşa’ydı…

Ama yinede ağladım yıllar sonra o türküyü duyunca, ne Cerrahpaşa ne de doktordu yüreğimi yakan, ilahi takdir tecelli etmişti vesselam ve hiç unutamadım oradan ayrılışımı, doktorun gözlerini gözlerimden kaçırışını. Belki de her gün yaşadığı şeydi ama belli ki her ayrılığın ne kadar hüzünlü olduğunu da en iyi o bilirdi. Gidemedim, orası sanki bana ev olmuş evim el olmuştu ve anladım neden bırakılır Cerrahpaşa da yüreğin yarısı…

Yıllar sonra bir sebeple yine gittiğimde başka bizler ve yine o yoğun bakımın önünde başka bekleyişler gördüm, yine koşturan doktorlar, yine gözlerde hüzün, yine kafeteryada bisküvili kahvaltılar ve yine bir günü ertesi güne taşıyan dipsiz bir kuyuya dalarcasına sabahlayışlar.

Doktor için yaşatmak her nefes bulan hayatta kahramanlaşmak demektir, ölüm haksa yaşatmaya çalışmak doktorluğun hakkını vermektir ve nihayetinde ilim de bir yerde “TIP” der ve susar.

Yaşanan bu hayat tiyatrosunun konusu yaşam, oyuncuları da yaşamaya ve yaşatmaya çalışanlardan oluşuyordu.


Yaşamak istiyorsak yaşatmaya çalışanları yaşatmalıyız!