Bu günlerin en tehlikeli sözcüklerinden biri de “Tasma”. Ülkemizin en büyük yazarlarından biri bu kelimeyi kullandı da başına gelmeyen kalmadı. Zaten dokuz köyden kovulmuş yazarımız artık ülkemizden de kovuluyor. Eskiden bir siyasi partimizin sloganıydı, “ya sev ya terk et” diyerek adres gösterirlerdi. Ama bunlar çok daha yetenekli; direk kovuyorlar!

Demek ki tasma deyince kovma eylemi akla geliyordu, ama son durum biraz daha değişti. Övünmek gibi olmasın, mesleğim gereği hayvanları iyi tanırım. Ne kadar kendilerini saklamaya kalksalar da gözümden kaçamazlar. Neyse, bizim meslekte tasma hayvanların boynuna, onları kontrol etmek için takılan nesnedir. Tasmanın ipi kimin elinde ise kral odur, onun sözü geçer.

Benzetmek gibi olmasın ama gazetecilerin boynunda tasma olduğu söylenince “hah, işte şimdi yandınız, yer yerinden oynayacak!” demiştim. O gün akşam haberlerini biraz daha dikkatle izledim. Kanaldan kanala zaplayarak, haber kaçırmayayım, özgür basının özgür gazetecilerinin o lafı edenlerin ağzının payını nasıl verdiklerini göreyim dedim. Ama tık yok! Her halde bir yerlerde toplanıp toplu bir eylemle yanıt vereceklerdir, yarını bekleyeyim dedim. Yarın da geçti, öbür gün de! Toplam bildik 5-6 kişinin kınama sözcüğü dışında özgür basınımızda değişen bir şey yoktu!

Galiba bir zamanlar Gazete-TV’ler, medya holdingleri, parayı basan, ama haber basmaktan anlamayanlarca toptan satın alınmaya başladığında, meğerse sadece gazeteleri değil, yazarlarını da toptan satmışlar!

Eh; parayı veren düdüğü çalıyor! Düdük sahipleri zaten en yetkili ağızlardan baba nasihati da aldılar. Eskiden çocuk okula verilirken “eti senin, kemiği benim” denirmiş. Şimdi ise; “bu senin paralı işçin, eğer istediğin gibi yazıp-çizmezse kapının önüne koyuverirsin” nasihatini alan yeni patronlar Allah için bu denilenleri fazlasıyla yaptılar. Kendisini özgür medyanın özgür elemanı sanan bazı kendini bilmezleri kapının önüne koyuverdiler.

Tabi geride kalan “padişahım çok yaşa, kral öldü yaşasın yeni kralımız” diyen, kendilerine sıra gelene kadar işinden edilen meslektaşları için “haddini bilse, denileni yapsa, ekmek veren patronuna asi olmasa ne diye işinden atılsın, iyi oldu, hak etti” şeklinde veda mesajları yayınladılar!

Bu nedenle basın zaten “candaş ve yandaş” hale getirilmiş, iç hizmet yönetmelikleriyle “neyi-nerede-nasıl-ne zaman ve kimden izin alarak” yazabilecekleri öğretilmişti. Ama düşmanda hile biter mi? Büyüklerimiz bu kadar kızdığına göre halen üç-beş kendini bilmez özgürlükçü, tasma taktırmayacak kişi kalmıştı demek!

Ülkemizde günlük gazetelerin toplam basımının yaklaşık 5 milyon, bunlardan muhalefet etmeye çabalayan 3-5 gazetenin de toplam 500 bin kadar olduğu biliniyor. Yani 4.500.000 candaş+yandaş basına karşı 500.000 muhalif gazete! Yani % 10; halen bu kadar düşman basın var ve derhal halledilecek!

Basın özgürlüğü olmayan ülkelerin rejimlerinin ne olduğuna kafa yormanın anlamı yok! Yok, Faşizmmiş, Diktatörlükmüş; geç onları canım, geç! Bunlar dış ve iç düşmanların uydurmaları; asıl basın özgürlüğü “ileri demokrasilerde” olur. Şu anda basınımızın %90’ı tam istediğimiz gibi özgür! Bir dediğimizi iki etmiyor. Kalan % 10 en kısa zamanda ya gerçeği görüp bizim önerilerimizi dinleyip tasmaya boynunu uzatacak; ya da vergi denetimi, “bu gazeteleri almayın” önerisi, hatta satış ve dağıtım yasağı ile nasıl olsa özgürleşecekler! Bükemediğin bileği öpeceksin derlerdi, şimdi tasma takmaya boynunu uzatmayanın boynunu koparacaksın, olup-bitecek!

Gazetecilik zor ve ağır zanaat! Önce haber bulacaksın, sonra doğruluğunu iyice araştıracaksın, değişik kaynaklardan denetleyeceksin. Sonra yorum katmadan en anlaşılır haliyle yayınlayacaksın. Bunu yapacak kişi sayısı da gittikçe azalıyor. Katledilenler, işinden edilenler ve en son moda Silivri’de “özgürce” yazarlık yapması sağlananlar hızla artıyor!

Geride eline verileni haber yapan, istenilenleri yazıp-söyleyen, satır araları vıcık vıcık yağa bulaşan, iktidar sahiplerini öven, muhalefeti her koşulda karalayan, doğruluğu değil yandaş ve candaşa mesaj olanları yazan gazeteci; pardon, “yazıcılar” kalıyor. Onlar haklı olarak “sahibinin sesi” olacaklardır. Sahipleri onlara tasma takıp yanlarından ayırmayacaklardır. Tabi, her şey karşılıklı! Her gezide uçağa alınmak kolay mı? Karşılığında boynun kıldan ince olacak ki tasma rahatça geçsin!

Hiç kalemini satanlarla kalemini kıranlar bir olur mu? “Mütareke basını” daha unutulmadı, hiçbir zaman da unutulmayacaktır!

Mesleğim gereği bir şey daha söyleyeyim. At Sineği gibi kuyruk altında yaşamanın elbette ödülü olduğu kadar sonucu da olacaktır.

Ne yazık ki ülkemde “Onur ve Şeref” sadece isim olarak kalıyor!