Salondaki herkes yerini almıştı. Sona kalan ben olduğum için ben de yerime geçince mübaşirin ince sesi koridorda çınladı: “Sanık Bülent Tay duruşma salonuna!”
Tüm gözler kapıya çevrildi. Mübaşir koluna girdiği orta boylu tıknazca adamı sanık sandalyesine oturttu, dışarı çıktı. İki gün önce gördüğüm adam ne kadar da değişmişti. Gözlerinin etrafı morarmış, feri kaçmış hatta bir miktar da yüzünün rengi solmuştu. Nezarette geçirdiği iki gün ağır gelmiş olmalıydı. 

Hakim Bey ilk sözü bana verdi “Söyle bakalım sayın savcım, nedir bu adamın günahı?” Ayağa kalktım, sanki ayna karşısındaymışım gibi kravatımı düzelttim ceketimi ilikledim. “Hakim Bey, bu arkadaş yerli yersiz, düşünmeden, hiçbir kaygı duymaksızın “yazınsal” kelimesini kullanıyor. Şahitlerin de bildiği üzere kahveden, eve; otobüs durağından pazara kadar birçok yerde “yazınsal” kelimesini telaffuz etmiştir. Hatta “yazınsal olarak”, “yazınsal hayatımız”, “yazınsal yapıtlar” gibi birçok kullanımına sorguda, bizzat ben bile şahit oldum efendim. Sanık hakkında gereğinin yapılmasını arz ederim.”
 Yerime oturdum. Hakim sözü sanığa verdi. Sandalyesine çökmüş bir vaziyette oturan Bülent Tay zorlanarak ayağa kalktı. “Sayın Hakim Bey, savcı beyin dedikleri aynen doğrudur, kabul ediyorum fakat ben öztürkçe konuşmaya çalışıyorum, fena mı ediyorum yani.-bu arada avukat müvekkiline yan taraftan sıkı bir cimdik attı- Öztürkçe konuşmamıza neden bu kadar müdahale ediliyor anlamıyorum doğrusu. Öztürkçe dilimizin en saf, en temiz halidir.” Sanığın dediklerini bu gençliğimle ben duyamadığıma göre ihtiyar hakim kesin duymamıştı. Sıra avukatına geldi. Uzun bir giriş konuşmasından sonra konuya gelebilen avukat her şeye itiraz ediyordu. “Sayın Hakimim, müvekkilim hakkında hazırlanan iddianame tamamen asılsızdır. Üstelik müvekkilim bu kelimeyi asla kullanmaz, ağzından kaçmış olacak yahut bir metin okurken karşısına çıkmıştır. Hem bu kelimelerden birçok metin de var, sayın savcım acaba onlar hakkında ne düşünüyor da işlem başlatmıyor- bana bakarak söylüyordu- merak ediyorum doğrusu.” 
Hakim arkasına yaslandı, dosyayı önüne bıraktı, gözlüğünü ortadan ayırıp boynundan aşağı sallandırdı. Önünde bilgisayarın başındaki kıza seslendi “Burayı yazma kızım!” Derin bir nefes aldıktan sonra çok sevilen bir edebiyat öğretmeni gibi konuşmaya başladı. “Evet çocuklar, birçok kelimenin ardına yapışan bu –sel ve –sal ekleri güzel Türkçemizin kanayan yarasıdır. Ne yazık ki toplumun büyük bir kesimi sanık Bülent Tay gibi –sel ve –sal lı kelimeleri kullanırsa gerçek ve öz Türkçe konuştuğunu sanıyor. Bu iki ek Fransızcadan devşirmedir. Aidiyet manası vermek maksadıyla her tarafa yapıştırılıyor artık. Mesela duygusal, yaşamsal, kentsel. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Dilimizi Türkçeleştiriyoruz diyerek yüzlerce yıldır kullandığımız Arapçanın aidiyet manası veren “i” ekini rafa kaldırıp yerine başka bir yabancı ek kullanmak hiç de mantıklı- mantıksal mı demeliydim acaba- gözükmüyor. Unutmadan ekleyeyim “uysal” ile “kumsal” istisna sayılabilir.”
Hakim sanık ve avukata son sözlerini sordu. Sanık ayağa kalktı. “Türk yargısına güvenim sonsuz, umarım hak yerini bulur. Cezam neyse razıyım, rica ederim iyi halim de göz önünde bulundurulsun.” dedi. Ardından avukat söz aldı. “Şimdiden belirteyim ki vereceğiniz her türlü cezaya itiraz edeceğiz. Anayasa mahkemesine hatta AİHM’e bile gidebiliriz. Hiçbir suçlamayı kabul etmiyoruz. En azından müvekkilimin tutukluluk halinin devam etmemesi yönünde bir karar çıkmasını umuyoruz.” 
Kürsüdeki üç kişi kulak kulağa verdiler, biraz fısıldaştılar. Az önce edebiyat dersi veren adam bu sefer kıza klasik bir şekilde seslendi. “Yaz kızım.”
“Karar, sanığın “yazınsal” kelimesini mükerrer olarak ısrarla kullanması şahitler tarafından ikrar edilmiş olup kendi ağzıyla da itiraf edilmiştir. Bu durumda Bülent Tay ismindeki şahsın devletimizin temin edeceği altmış yaprak, çizgili harita metod defterinin bir yarısına “yazınsal yerine edebi kelimesini kullanabilirim.” diğer yarısına ise “Türkçe’yi –sal’a bindirip –sel’e vermeyelim.” Yazmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”