Son 3 ay içerisinde 3 talihsiz ve can sıkıcı olayı peş peşe yaşamak zorunda kaldım. İlki yeğenimin kalp krizi geçirmesi, ikincisi babamın ani hastalığı ve sonuncusu eniştemin beyin kanaması geçirmesi ve vefatı idi.

Yeğenim daha otuzlu yaşlarda, aslan gibi delikanlı. Birden göğsünde başlayıp sırtına doğru yayılan şiddetli bir ağrı nedeniyle abime haber veriyorlar, apar-topar en yakın yer olan Alibeyköy’deki bir özel hastaneye gidiliyor. Hastanede kalp krizi geçirmekte olduğu söyleniyor. Şimdi doğal olarak aklınızdan “ne güzel, anında doğru tanı koymuşlar, hemen gerekeni de yaparlar” diye geçecektir. Ama sürpriiiizzzzzz! Doktor burada müdahale edecek doktorun olmadığını, hastayı kaybetmek istemiyorsak acilen başka bir “acil”e götürmemizi öneriyor!

Hemen ambulansla gidin diyorlar da, böyle hastaları gönderirken o ambulansın bir sağlık ekibi olması gerekiyor. Bakıyorlar doktor yok; iş acil, hasta bekliyor. Doktor bir serviste hasta muayene ediyormuş, demek ki boş zamanlarında da ambulanstaki görevini yapıyor! “Bekledim de gelmedin” şarkısı gibi abim bakıyor ki doktorun geleceği yok; o doktoru almaya gidiyor! Pek de kibar olmayan bir şekilde muayene odasına girerek “ambulansın ve hastanın kendisini beklediğini, eğer bu gecikmeden dolayı yeğeninin sağlığında olumsuz bir gelişme olursa sonucunun nasıl biteceğini düşünmek bile istemediğini” de kibarca anlatıyor. “Anlayışlı biri olduğu anlaşılan” doktor bu uyarıdan sonra görevine dönüyor ve yola çıkıyorlar!

Şimdi hangisine kızalım? Burası bir Özel Hastane, Sağlık Kabini falan değil! Hem hastanın yaşamsal tehlikesi olduğunu, zamana karşı yarışmanız gerektiğini söyleyecekler, hem de hiçbir şey yapmayacaklar! Pes doğrusu! İnsan yaşamı bu kadar mı ucuz yani?

Sinirler kontrol edilerek hızla önerilen en yakın başka bir Devlet hastanesine gidiliyor. Doktorlar aynı tanıyı koyuyor, acilen tıkanan bir damarın açılması gerektiğini söylüyorlar. Doktorlar size bakıyor, siz doktorlara; “e, öyle gerekiyorsa yapın o zaman”! “Yapacağız da küçük bir ayrıntı var. Hastanız sigortalı, Devlet bu sigortalı vatandaşı için değeri 80-100 TL. Olan Stent veriyor. Ama bunun Avrupa’sı var, çok kaliteli, ancak arada biraz fiyat farkı var, onu anımsatalım” dedik diyorlar. Yahu kardeşim, hasta biz dertleşirken elden gidecek, eğer bu dediğiniz şey zorunlu ise, takılmazsa hasta ölecekse önce bu nasıl bir Devlettir ki göz göre göre vatandaşının ölümüne razı oluyor? Yok, eğer aynı işi görecekse niye bizim kafamızı karıştırıyorsunuz? Peki, madem öyle iyisi olsun, fark ne kadar? Yanıt kafanıza balyoz gibi iniyor; 5.000 TL!

Haydi bakalım; kolay gelsin, Devlet sana 80-100 TL.lik değer biçmiş, ya haddini bileceksin, verilene razı olacaksın. Ya da “benim hastam bu kadar ucuza mı gidecek, bulur-buluşturur öderim” mi diyeceksiniz? Yorum ve cüzdan sizin! İşin ilginci; tıbben bu iki stent de aynı işi görmek için tasarlanmış. Yani yerlisi takılırsa öleceksin falan diye bir şey yok! Ama öyle bir duygu sömürüsü ve korkutma var ki, seve seve fark ödeyerek kaç kişiye birden ekstra para kazandırdığınızı bir düşünün bakalım! İşte sağlıkta devrim yapmış ülkemde vatandaş olmanın bedeli bu.

Bu olay 3 ay kadar önce olmuştu, sonra babam hastalandı ve bu hastalık arasında da bu yeğenimin babası, yani eniştem vefat etti. Eniştem de sigortadan emekli, Alzheimer hastası, bu nedenle doktorların da söylediği gibi ara sıra kendiliğinden geçen küçük felçler geçirebiliyormuş. Yine bir gün şiddetli bir baş ağrısı ile kusma ve felç başlamış. Acilen Eyüp’te bir Devlet Hastanesine götürmüşler. Hasta yoğun bakımda yer olmadığından acil serviste bir sedyeye yatırılmış, beyinle ilgili çekim yapılması için hasta sahiplerine talimat verilmiş! Yani hastayı getirip-götürecek, inceleme ve çekimlerini yaptıracak yetkili ara ki bulasın! Çekim yeri uzun ve eğimli bir koridor; daha önce sandalyede taşınan bir hasta arabası elden kaçırılmış ve hasta karşı duvara çarparak durabilmiş!

Acilde acil kaza yaşamış, yüzünde kırıklar oluşmuş!

Bundan da vazgeçtik, beyin kanaması tanısı konmuş ama “siz şurada 24 saat bekleyin, bir şey olursa haber verin, sabah başka bir hastaneye göndeririz” diyerek öylece ortada bırakıvermişler! Gece 01.00 gibi hastaneye gittiğimizde ablamla yeğenim eniştemin başında oturuyorlardı. Koca İstanbul’da hastanelerde yer yok! Beyin kanaması geçiren bir hasta her saniye kalıcı felce ve ölüme doğru hızla yaklaşırken siz sadece bekliyorsunuz!

Sabaha karşı torpille bulunan başka bir özel hastanedeki yoğun bakıma transfer edilirken hastamız “ambulansta” ikinci beyin kanamasını geçiriyor, aynı gün gece yarısı da vefat ediyor! İnsanın en kutsal hakkı olan yaşam hakkı işte bu kadar ucuz! Bunun adına kader denebilir mi? Görevini yapmayanların sizin kaderinizi belirlemesi beklenebilir mi?

Üst üste gelen bu üç olayda net olarak şunu gördüm; sigortalı isen ve yoğun bakımlık hasta isen işin zordan da öte çok zor! Özel hastaneler ekonomik nedenlerle hastayı kabul etmemek için uğraşıyorlar. Hem acil, hem ağır ve hem de zamana karşı hızlı davranılması gereken trafik kazası, kalp krizi, felç gibi hastalıklarda geçen her dakika yaşamınızdan bir şeyler götürürken hastane hastane dolaşmanın ne demek olduğunu ancak yaşayanlar anlayabilir!

Sigortalı iseniz işiniz zor, ama cüzdanı dolu olanlar için paranın açmadığı kapı yok! Bu iki tip de bu ülkenin eşit vatandaşıdır; öyle mi? Özel sektör kendi mantığında para kazanmak için vardır ve haklıdır. Onlar para kazanmak ister; dua değil!

Sırf reklam olsun diye devlet zoruyla özel hastaneler sağlığa ortak edildi. Önceleri çok az denen fark ödeyerek daha iyi sağlık hizmeti alabileceksiniz dendi. Ancak Devletin verdiği para özelin beklediğini karşılamayınca aradaki farkı kapatmak için yasa dışı yöntemler başladı. Denetlenemeyen inceleme, çekim, özel aparatlar falan anormal miktarlarda fazla fatura edilmeye başlandı. Bu konuda sıkıştırmalar başlayınca da bu kez özel hastaneler fark ücreti alamayacağı, üzerinden para kazanamayacağı hastalar için “yerimiz yok” demeye başladılar!

Yani sağlığa ulaşmanın anayasal zorunluluk olmasından vazgeçtik; “paran yoksa sağlık ta yok” haline geldi. Acilde, yoğun bakımda ücret alınamayacak diyenlerin bu durumları ne kadar denetleyebildikleri tartışılır; bence “alan razı veren razı” sözü geçerli. Herkes kendi işini kendi görüyor; kör tuttuğunu öpüyor!

İki ucu pis değnek; ne sağlıktan vazgeçilebiliyor, ne paradan! Çözüm ise her yaptığı denetlenebilen, kurum ve kuruluşları ile hesap verebilen “Sosyal Devlet” kavramının yaşama geçirilmesindedir. Sorun, siyasetçilerin insanları para kazanma aracı olarak değil, her şeyin insanların hizmetine sunulacağı sistemleri benimsemesi ile çözülür.