İtiraf etmekten çekinmeyelim: Biz yenildik.

Yenilenlerin içinde sosyalistler, demokratlar, Kemalistler, hatta liberaller var.
Bunlar, sınıf olarak, işçileri, köylüleri, kent küçük burjuvazisini, orta sınıf aydınlarını, hatta bir süre öncesine kadar iktidar partisini destekleyen liberal burjuvayı temsil ediyor.

Türk-Kürt kardeşliği, adalet, özgürlük, bilim, aydınlanma yenildi.

Yurtta barış, dünyada barış yenildi.

AKP’nin iktidar ortağı iken aralarında maraza çıkan ve tek başına iktidara gelmek için darbe yapmaya kalkışan tarikatı da yenilmiş saymalı mıyız? Hayır, o bir kardeş kavgası idi. Onların gerici zihniyeti iktidarda kalmaya devam ediyor.

Bizi yenenler, Tanzimat’tan beri ikinci plana itilmiş, siyaset yapması zaman zaman yasaklanmış bir sınıf. Kırsal kesimin Ortaçağ artıklarını temsil ediyorlar. Ama artık bunları örgütleyenler kırsalda yaşamıyor. Kapitalistleşmenin yarattığı büyük göçle kentleri ele geçirdiler. Yapabilecekleri en iyi işler ticaret ve inşaattı. Ne liberal ne de demokrattılar. Ancak “Millî görüş göleğimizi çıkardık, muhafazakâr demokratız” diyerek Orduya ve Batı’ya güvence verip parlamenter sistemin nimetlerinden yararlandılar ve seçimle hükümeti ele geçirdiler.

Geçmiş dönemlerde Türkiye’yi, biz emekçiler yönetmedik. Seçkin bir sınıf, sömürücülerden oluşan bir burjuva-feodal ortaklığı yönetti. Zaman zaman birbirleriyle çatıştılar, bir tahterevalli gibi hükümette bir inip bir çıktılar. Ancak bu iktidarlar, halka gereği kadar bakmadılar. Onun temel ihtiyaçlarını hesaba katmadılar. Seçimlerde onların yalnız oy vermekle yetineceğini sandılar, yönetime ağırlığını koyacağını hesaplayamadılar.

Bu durumu fark eden ve fırsat gözleyen o taşralı yarı cahil ama ticaret ve inşaattan yükünü tutmuş sınıf, yeni politik bir dil kullanmaya başladı. Hazine gelirlerinin bir kısmını kendi kasalarına doldururken yoksullara da bundan bir şeyler koklattı. İnançlarını hatta kıyafetlerini bile sonuna kadar sömürdü… Şimdi yoksulların önemli bir kısmı, bu nedenden ötürü kendini iktidarda sanıyor! İçerde ve dışarıda ülkeyi felakete götürmekte olan politikalara rağmen…
İktidarı ele geçirmiş bu sınıf onu kaybetmenin korkusuyla titriyor. Meşru gözüken ve gayrimeşru bütün silahlarını kullanıyor. Akla hayale gelmeyecek, vicdanlara sığmayacak önlemler alıyor. Muhalefeti tamamen silmek için bir yandan Olağanüstü Hal uygulayıp demokratik hak ve özgürlükleri yok ediyor, diğer yandan iktidarlarına laf edeni zindana tıkıyor.

Kullandıkları dile bakın: Onda medeni bir insanın dilini duyabiliyor musunuz? Onların cephesindeki gazeteler ve televizyonlarda ahlak yerlerde sürükleniyor. Vicdanlar kapkara olmuş. Adalet mekanizması denen şey, yukarıdan gelen işaretlere göre karar yazmaktan ibaret. Bilim, eğitim sisteminden kovulmuş, aydınlanmanın ışığı çoktan söndürülmüş, üniversiteler susturulmuş.

GÜREŞE DOYMADIK

Yenildiğimizi dürüstçe kabul edelim.

Yenilgiyi kabul etmek, gerçeği, görmenin bir gereğidir. Bu aynı zamanda durumun değişeceğini, bunun kaçınılmaz olduğunu da kabul etmek anlamına gelir.

Bu rejimin alt katmanlardaki destekçileri bir zamanlar, “Halkçı Ecevit!” sloganlarıyla meydanları doldurmuyor muydu? İşçilerimiz, maden ocaklarından Ankara’ya on binlerle yürüyüşe geçmiyor muydu? Hele ele avuca sığmayan gençlerimiz? Yarının Türkiye’sini kurmakta bütün bir millete önderlik yapmıyor muydu?

Bu uyanış ve halk alma mücadelesinin önüne barikatlar kuran, faili gizlenen canilerle onları katleden, sıkıyönetimlerle ülkeyi yöneten iktidarlardan hangisi kaldı? 12 Mart generalleri mi? Milliyetçi Cephe Hükümetleri mi? Kenan Evren’in hot zotçu 12 Eylül rejimi mi? Türkiye’nin varlıklarını satışa çıkaran Turgut Özal mı?

Hepsi, yaptıkları zulmün ve yolsuzlukların altına daldılar. Şimdi, onların mirasını devralan bir görgüsüz sınıf iktidarda. Onun uğrayacağı son da ötekilerden farksız olacak.

“Biz yenildik” dedikse de yok olmadık. Tarih boyunca verdiğimiz mücadelenin anıları belleklerimizde yaşıyor. O büyük direniş kültürünün mirasçılarıyız. Sadece biraz geri çekilmek zorunda kaldık. Kütahya-Eskişehir’de büyük bir saldırıya uğrayan ordunun daha iyi koşullarda saldırıya geçmek için Sakarya Doğusuna çekilmesi gibi. Hattı değil sathı müdafaa ediyoruz. O sathın içinde çocuklarımız, kadınlarımız, emeğimiz, özgürlüğümüz, adalet, eğitim vardır. Derelerimiz, ağaçlarımız, fabrikalarımız, hepsinden önemlisi de onlarınkine hiç benzemeyen ahlakımız vardır.

Temsil ettiğimiz sınıflar, bir güreşte yenilmiş pehlivana benzer. Ama yenilen pehlivan güreşe doymamıştır. Şimdi kendisini esaslı bir bakıma alacak, esaslı bir rejimle güçlenecek, sağlıklı bir politik beyne sahip olacaktır. Neden yenildiğini saptayarak yenmenin yollarını öğrenecektir.

Halkı, bunların elinden kurtarmamız lazım. Bunun için baştan ayağa halkçı bir program yapmak ve halkın dilini öğrenmek gerekir.