İnsanlar ölmesin, analar ağlamasın diye düşündüğüm için, her türlü önyargıdan ve bana ezberletilenlerden uzaklaşıp, Kürt meselesine insanca yaklaştığımda, içimden geçenleri bazen gazetedeki köşemde bazen Facebook’ta sizlerle paylaşıyorum; laik, cumhuriyetçi, ulusalcı ve dahi Kemalist dostlarımdan sert eleştiriler alıyorum…

Sanki ben cumhuriyete karşı, laiklik düşmanı, ulusal çıkarların korunmasını istemeyen biriymişim ve Mustafa kemal Atatürk’ü de hiç tanımıyormuş ve sevmiyormuşum gibi.

Anayasa değişikliği nedeniyle yapılan referandumda “yetmez ama evet” diyen dostlarıma karşı, anayasa değişikliklerinin bazılarının demokratik açılımlar içerdiğini ama bazı maddelerinin Türkiye’de ilk kez sivil diktatörlüğe izin verecek hükümleri içinde barındırdığını ifade ederek, “fena değil ama hayır” denmesini önermiştim.

Ne statükoculuğum kalmıştı, ne CHP yandaşlığım, ne de değişimlere ayak direme tutuculuğum. Oysa ben gerçek demokrasinin tüm kurum ve öğretisiyle hayata geçirilmesini istiyor, ama yapılan değişimlerin bu isteğimin ötesinde içinde birçok dikkat edilmeye değer tuzaklar içerdiğine inanıyordum.

Mehmet Ali Birand öldüğünde çok üzüldüğümü hissedince “Vefatından önce hataları nedeniyle bu adamı çok sevmediğimi sanırdım” diyerek başladığım ve vefatından sonra çok üzüldüğümü beyan ettiğim sözlerim, diğer benzer paylaşımlarla birlikte yine aynı ulusalcı (ne demekse bu?) Arkadaşlar tarafından “kör ölünce onu badem gözlü yapanlar” statüsünde değerlendiriliyor. Oysa “bu adam çalışkandı, güler yüzlüydü, toleranslıydı ve iyi bir gazeteciydi” demenin dışında ve insanları ölenlerin arkasından konuşmamaya davet edişimden başka bir amacım yok.

CHP meselesindeki paylaşımlarım ise bir başka sorun. Ben dünya görüşü olarak sosyalist-komünist bir gençlik döneminden sonra bugün için sosyal demokrasinin daha gerçekçi ve daha iktidara yakın olduğunu düşünüyorum. Ama bir sosyal demokrat partinin de asla bugünkü CHP gibi olmaması gerektiğini de biliyorum. Başbakanın belirlediği gündemin dışına çıkamayan, MHP’yi aratmayacak denli milliyetçi söylemler içinde olanları içinde barındıran, Kürt meselesinde net bir söylemi olmayan ve farklı kişilerin farklı şeyler söylediği bir CHP’nin 11 yıla yaklaşan ve aslında kendiliğinden yıpranması gereken AKP iktidarına son vermesinin imkânsız olduğunu söylüyorum.

Baykalcılığın, ittihat ve terakki geleneğinin artık terk edilmesi gerektiğine işaret ediyorum… Tabi bunları yazıp paylaşınca da nerdeyse AKP yanlısıymışım gibi eleştiri alıyorum.

“Cenaze namazına gelip de namaz kılmayanları” eleştiren dostlarıma “Sana ne? Bu benimle, bu tür davrananlarla Allah arasında bir mesele. Benim inancımı sen sorgulayamazsın” dediğimde, dinsizlikle ve laiklik şahini olmakla eleştiriliyorum. Oysa ben dinsiz değilim ve gösteriş olsun diye ibadetlerini “kör kör gözüme” diye yapanlara karşıyım…

Spor muhabbetlerinde iki yıldan beri Fenerbahçe üst sıralarda olduğu için özellikle Aziz Yıldırım tarzı kulüp başkanlığının öncelikle kendi kulüplere zarar verdiğini yazarken, Fenerbahçe’ye de, diğer kulüplere de saygısızlık etme niyetim asla bulunmuyor… Ama Aziz Yıldırım ile Fener’i özdeşleştirenlerin zılgıtıyla karşılaşıyorum. Oysa ben Fener’e karşı değilim ve ‘Fenerbahçe’siz bir ligin hiç de keyifli olamayacağını biliyorum.

Bunları yazınca aklıma “Beni bugüne dek bir kişi anladı, o da yanlış anladı” demek geliyor ama işin doğrusu öyle de değil… Beni hiç kimse anlamadı. O yüzden herkesten özür diliyorum…

Özür diliyorum ama “düşüncelerimi artık yazmayacağım” demiyorum. Ben yine bildiklerimi dayandığım zeminin sağlam olduğuna inanarak, her türlü dogmaya karşı şeytanın avukatlığını yapmaktan çekinmeyerek yazmaya devam edeceğim. Bahsettiğim dostlarım da elbet beni eleştirecekler. Ama sadece diyorum ki, bu eleştirilerde saygıyı sevgiyi ihmal etmesek, benim hakkımda hükümlerde bulunmak yerine yazdığım konu hakkında eleştirilerde bulunsak fena mı olur?

Ve hatta fena mı olur; bunu genelleştirsek, hepimiz birbirimizi biraz daha fazla anlamaya çalışsak?