Yönetim biçimleri içinde kişilerin eşit vatandaşlar olarak, özgür iradesi ile seçme ve seçilme haklarını kullanılabildiği Laik Demokratik yönetimler en iyisidir denebilir. Demokraside özgürlüklerin sınırları, bir başkasının özgürlük alanında biter. 

Demokrasiler hiçbir şekilde, özgürlük adına da olsa, kendilerinin yok edilmesine izin vermez. Hiç bir özgürlük sınırsız değildir. Konulan yasalar yenilenerek günün koşullarına göre değiştirilebilir. Ancak özünde çizgisinden geriye doğru giden, özgürlük alanını daraltan ya da kişilere özgü olamaz.

Ülkemizde de Kurtuluş Savaşından sonra Demokratik Laik Cumhuriyet rejimi benimsenmiştir. Padişahlıktan demokrasiye geçmek hem çok zor, hem de çok sancılı olmuştur. Kurtuluş Savaşından sonra okuryazarlığın çok düşük olduğu bir ülkede kulluktan vatandaşlığa ancak böylesine bir devrim ile geçilebilirdi; o gerçekleştirilmiştir.

Uğruna savaşımlar verilmeyen, acılar çekilmeyen hiçbir şeyin değeri yeterince anlaşılamaz. Hele özgürlük, bağımsızlık ve laiklik gibi değerleri anlamak, özümsemek ve gerekirse bunların uğruna savaşabilmek çok zordur.

Avrupa da demokrasi için Krallıkları yıkmış, Laiklik için kiliseyle savaşmıştır. Her iki durum da yaklaşık 200 yıl kadar süren kanlı katliamlar sonunda halkın bizzat katılarak, canını-malını vermek pahasına bunları elde edilebilmiştir. Bu nedenle gerek laikliğe, gerekse demokrasiye inancı tamdır. Artık bu değerlerden vazgeçmesi düşünülemez. İlk Fransız anayasasının kabında “insan derisi ile kaplanmıştır” sözü boşuna değildir.

Demokrasi ve Laiklik birbirlerini tamamlayan iki kavramdır. Laiklik yoksa demokrasi de yoktur. Bu değerlerin benimsenebilmesi, anlaşılabilmesi ve savunulabilmesi için belirli bir alt yapının olması gerekir.

Bu günün teknolojisiyle iletişim çok kolaylaştı. Okulluların yanında “Alaylılar” da doğal olarak çoğaldı. İnsanlar dünyayı izleyebilir hale geldiler. Teknolojinin her türlü olanaklarından yaralanıyorlar. Bu bir şanstır.

Ama eksikleri de olsa yine de en iyi yönetim sistemi olan demokrasi başka sistemlere değiştirilmek-dönüştürülmek isteniyor! Eğer bir değişim olacaksa bunun mutlaka bu andakinden daha iyi olması istenir. Mantık bunu gerektirir. Örneğin neden aracımızı değiştiririz? Modeli eskidiğinden daha yenisini, daha gelişmişini almak isteriz. Hiç son model aracını satıp ilkel ve eski bir araç alana normal gözle bakılır mı? Tabi bu antikacı değilse!

Ama deniyor ki, demokrasi olmasın, onun yerine tek adam tarafından yönetilelim. Yani bazı ülkelerde görülen “Başkanlık” ya da “Yarı Başkanlık” mı olsun? Bunlar hiç değilse bilinen rejimler. Ama istenen o da değil! Hem tek kişi olsun, hem sonsuz yetkileri olsun isteniyor. Bunun bilinir bir ismi yok; bize özgü bir rejim olacak anlaşılan! Yani “Padişahlık” denebilir! Adı demokrasi olacak, yetkiler padişahlık olacak gibi bir şey.

Meclisin feshedilme yetkisi tek kişide olacak ve o isterse kanun yerine geçecek ve veto edilemeyecek yasalar çıkarabilecek, Yargı dâhil atamalar yapacak! Buna demokrasi falan değil, “Tek Kişilik Diktatörlük”, ya da “Padişahlık” denebilir. Şimdi bunları savunabilmek özgürlük oluyor! Ama karşı çıkmak, eleştirmek ise suç! Hani demokrasi? Ülkemizde böyle bir konu ortaya atıldığında başta tüm siyasi partiler, yüksek Yargı, basın, sivil toplum kuruluşları ve özellikle üniversitelerin ayağa kalkması gerekiyordu. Korku imparatorluğunda yaşar hale gelmişiz. Yazık!

Şu konuyu yüksek sesle konuşmak bile “anayasayı yok etmeye girişmek” suçunu oluşturuyor! Ama bu madde genellikle muhaliflere karşı kullanıldığından bazılarına bir anlam ifade etmez. “Ben bu anayasayı kaldırıp yerine başka bir sistem kuracağım” dediği iddia edilenlerin adresleri belli! Ama birileri için bu suç sayılmıyor nedense!

Hiçbir demokrasi özgürlükleri savunma uğruna kendisini yok etmez. Böyle bir şey olamaz, tarih tersine dönmez. Laik Demokrasiler çok zor bulunan rejimlerdir. Tarihe baktığımızda demokrasilerin yerini daha iyi rejimler getirmek vaadi ile totalitarizm ve faşizme çevirenleri görürüz. Ama zaman, o ülkeye ve halkına çok acılar çektirse de sonunda tekrar demokrasiye döndüklerini göstermektedir. Arada çekilen acılar ve büyük kayıplar kalır.

Özgürlüklerimize sahip çıkmak öncelikle insanlık görevi sayılmalıdır. Tarihe gömülmüş yönetim heveslerinin peşinde koşmak sadece kendine değil, ülkeye ve halkına da onulmaz zararlar verecektir. Tarihten ders almayanlar tarih olmaya mahkûmdur.