Sabahçı Kahvesi



Ne zormuş kelimeleri art arda sıralamak. Ne zormuş, kalemi ittirip kağıdı karalamak. Ben önceleri şiirleri okuyup, alaya alırdım. Kızma, şaşkınım işte ben. Sersemim hatta. Aşk dolaşırmış insanın ayaklarına. Gözleri görmez olurmuş, dili hareket kabiliyetini kaybedermiş. Rüyalara aldırmazdım, Beşiktaş’ın şampiyon olmasını görmekten başka hayalim yoktu, maaşı aybaşına kadar idare edebilmekten başka duam yoktu benim. Gör işte halimi, ben sadece insandım. Ben saftım. Şimdi aşık oldum, duy işte söylüyorum; ben aşık oldum. Aşık olmak insanlıkta zirveye ulaşmaktır.

Geçen gün deniz kenarında oturmuş martıları seyrederken buldum kendimi. Bir ara saate baktım, epey geç olmuştu. Ben o deniz kenarından günde iki kez geçerim, biri sabah işe giderken biri akşam eve giderken. İlk kez durdum deniz kenarında, ilk kez fark ettim martıların ahengini. Meğer ne güzelmiş güneşin batışı, meğer ne acayip bir şeymiş mehtabın rengi, meğer dalgalar ne türkü söylerlermiş akşam üzeri. Yahu dedim, ne oluyor bana. Neden deli gibi duygusallaşıyorum ben. Ağlamak nedir bilmeyen adam şimdi bulut gölse gözleri doluyor. Şarkı dinlemeyen adam şimdi her keman sesinde şaşıp kalıyor. Bana ne oluyor arkadaş ya da ne oldu bana? Allah’ım bu içimde yaşayan ama içime sığmayan şey ne? Cevap vermeme gerek var mı, ey sevgili?

Aşkın bir tanımı yok. Aşkın bir şekli yok, biliyorum. İşin garip tarafı zaten bilemediklerim. Ben bir kıza seni seviyorum nasıl denir hiç bilmem. Bir gün, kızma bana küçüklük işte yoksa senden başkası yok benim için, bir kız görmüştüm. İlkokuldaydım o sıralar. İçimde çocuksu heyecanlar. Televizyonda ne görsem özeniyorum. Neydi bir dizi vardı. “Sıcak saatler”, evet dizinin adı sıcak saatlerdi. Bir gazeteci vardı; deli, dolu, dürüst. Mehmet Aslantuğ ve Arzum Onan baş roldeydi. Gazeteci oğlan, Arzum Onan’a aşık oluyordu. Ama ne aşk! Kavganın, mücadelenin, savaşın içinde aşk. İmkasızın zorlandığı, ayrıkların birleştirildiği bir aşk. İşte ben bu aşkı gördükten sonra aşık olmaya karar vermişim. Aşk nedir, onu bildiğimden değil, diziden gördüm, hayran kaldım, ille ben de aşık olacağım diye. Birini kestirdim gözüme, gittim yanına. Ne desem beğenirsin. Diziden kesip aldığım bir repliği olduğu gibi aktardım kıza. “Yaranın kabuk bağlamasını bekleme, yaranın kapanmasını isteme. Bırak bir el uzansın sana, bırak ben olayım sana uzanan el”, dedim. Ne fiyakalı laf değil mi? Değilmiş ama ben onu öğrendim. Kız önce bir kızardı, bu arada ben sanıyorum benim boynuma atlayacak, gidip lolipop alacağız, gezeceğiz falan, çocukluk işte ama öyle olmadı. Önce kızaran yüz, ağzını açtı bir tükürdü suratıma, sanırsın abdest aldım. Dedim ya ben anlamam böyle işlerden.

Kötü huyum yoktur, beni tanıman için dile getirdim bunu. İçkim yok, kumar bilmem, sigara istesem de içemem. Senden öncesi olmadı, sonrası desen benden öyle bir şey beklenir mi hiç? Çok param yok, az da değil, orta halliyim işte. Sabah işe gider akşam da elime ekmeğimi aldığım gibi eve gelirim. Babam çok küçük yaşta bıraktı beni, annem ise geçen sene rahmete kavuştu. Yalnızım anlayacağın ve yalnızken güçsüzüm. İsterim ki benim ol, isterim ki gücüm ol.

Sen bu mektubu aldığında ben muhtemelen, evde ahşap sandalyemin üzerinde oturup tırnaklarımı kemiriyor olacağım. Aslında çok kitap okurum ama bir şeyler yazmışlığım yoktu. Şimdi o da oldu. Aşk yarım kalan taraflarımı tamamlamaya şimdiden başladı. En büyük eksiğim sensin yine de. Bir sabah, güneşin çiçeklerle oynadığı, bahar havasının yüzü okşadığı bir anda çık gel yanıma. Ya da gelme de gel de bana. Koşar gelirim, her şeyimi, aklımı, hayatımı, beni bile bir kenara atar gelirim sana. Çölde susuz kalmış mecnun misali çıkarım karşına.

Neden mi sen? Benim senin soracağın tüm sorulara tek cevabım var; aşk. Ben başka bir bahaneye sahip değilim. Artık ben başka bir hayale de sahip değilim. Bu satırları bir sabahçı kahvesinde yazdım sana. Yan tarafta bir ihtiyar çoktan kasketinin üzerine devirmiş başını. Arkamdan oturanların kafası hoş galiba; ne söylediklerini kendilerinden başka anlayan yok. Kim bilir kaçıncı bardak bu önümde duran çay. Uyuyamıyorum, anla işte ben aşığım.

Not: Bu hikaye, Ferdi Tayfur’dan Sabahçı Kahvesi adlı şarkı dinlenirken yazılmıştır. Arabesk ya ağlatır ya da oturup yazdırır mı ne?