Balyoz Asıl Kime Vuruldu?



İnanan inandı!

TSK’nın camileri bombalayacağı, kendi uçaklarımızı düşüreceği, böylece kargaşa çıkararak AKP’yi iktidardan düşüreceği söylendi. Daha bir yılını yeni doldurmuş bir hükümetin on yıl sonra yapabileceklerini önceden kestirmenin ciddi bir müneccimlik işi olduğuna;

İnanan inandı!

Dünyada hiçbir demokratik ülke hukukunda görülmemiş siyasi mahkemeler yaratıldı. Karşı çıkmak isteyenler ya görevden alınarak, ya da hakkında düzmece suçlamalar yapılarak görevlerinden uzaklaştırıldı. (Bakınız; Hitler Dönemi Almanya’sı). Bir polis devletinde olabilecek siyasi ve hukuki tüm eylemler çekinmeden ve artarak yapıldı. Zamansız, gerekçesiz, delilsiz, keyfi ve çok uzun süreli tutuklamalar yapıldı (*). Yurt dışında ya da içinde görevlerinden izin alarak ifade vermeye gelenler bile “Kuvvetli Kaçma Şüphesi” ile tutuklandı.

İnanan inandı!

Delil diye ortaya konan belgeler yüzlerce karşı tez ile çürütüldü. Dijital verilerin suç sayılamayacağını bırakın, bilgisayarlarına dışarıdan yüklendiği saptananlar bile suçlu sayıldı. Evrakların çoğunun imzasız ve fotokopi olduğu görmezden gelindi. Bu konularda mahkemelerde uygulamalı gösteriler yaparak suçsuzluklarını kanıtlamak isteyenler, yapılan işlemler sonucu heyet şaşırsa da, şaşkınlıkları geçince bu uyduruk belgeler delil kabul edilerek yine tutuklandı.

İnanan inandı!

Suçlandığı bir olayda “birlikte karar aldılar” denilen toplantılarda, birçok kişi o gün, o saatte resmi belgelerle başka yerlerde görevli olduklarını kanıtladılar. Ama mahkeme bunları da dikkate almadı, tutukladı.

İnanan inandı!

Böyle bir darbe söz konusu ise o zaman yönetimin üst kademesinde bulunanlar da bundan haberdar olmalıydı. Bazıları “bu bir eğitim semineridir, incelettim, darbe niyeti görmedim” dedi. Bazıları ifadeye bile çağırılmadı. Ama suçlama sürdürüldü;

İnanan inandı!

Aslında bu davanın TSK’nın yeniden yapılandırılması amacıyla yapıldığı belliydi. 1. Teskere olayında ABD’nin ülkemizden istediği üslerin reddedilmesi TSK’yı içeride ve dışarıdakilere hedef yaptı. ABD, askerlerimizin başına çuval geçirirken yetkililerin gıkı bile çıkmadı. Hedef belliydi. Laik ve Atatürk milliyetçisi TSK yeniden tasarımlanmalıydı. Ama halkın çok sevdiği bu kurum için yine halkın inanabileceği gerekçeler uydurulması gerekiyordu, uyduruldu.

İnanan inandı!

TSK artık istenilen yönetici kadrolarına teslim edilebilirdi. Yasa gereğince bir subayın tutuklu olması bile terfisini ve geleceğini engellemekti; yapıldı. Böylece ileride general olması ve TSK’nın yönetiminde yer alması beklenen yüzlerce subay ile yönetime geçebilecek generaller devre dışı bırakıldı. Tüm bunları yapanlar hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığını söylerken hiç yüzleri kızarmadı.

İnanan inandı!

Şimdi biraz eskileri anımsamanın tam zamanıdır. Yıllar önce askeri okullara sahte raporlarla imam hatipli öğrenci sokmaya uğraşanlar var mı idi? Eylemlerinden vaz mı geçtiler? Askeriyeden önce Polis teşkilatını bu yollarla tamamen ele geçirmediler mi? Demokrasi adına –bence aptalca bir tavırla- hoş görülen bu tür eylemlerle bu tür düşünceler yönetim kadrolarına çöreklenmediler mi? Özellikle son 10 yılda kadrolaşmanın sınırı var mı? Tüm bunları görüyoruz, doğrudur diyoruz. O zamanlar askeriyeye sokulanlar zaten belli rütbelere geldiler. Ya da bundan sonra zaten imam hatipliler de rahatça girebileceğine göre ilerideki yönetim kadrolarına yer açılması gerekiyordu, yapıldı. Gizleseler de, saklasalar da olay bu!

İnanan inandı!


Hukuk tarihinde suçlaması, savunması, delillerin güvenilmezliği, bilirkişi raporlarının dikkate alınmaması, gizli tanık adı altında kim ve neye hizmet ettiği(!) bilinmeyen kişilerin ifadelerinin kabulü, çok uzun ve kasıtlı tutukluluk süresi, sanıkların lehine hiçbir işlemin, araştırmanın, delilin, savunmanın dikkate alınmaması, avukatsız karar verilmesi, tepeden tırnağa hak ihlalleri ile dolu olarak yapılan yargılamalar sonunda beklenen karar verildi. Eğer idam cezaları kaldırılmamış olsa idi şu anda onlarca idam cezası olacaktı. Ne ast-üst ilişkisi, ne olay sırasında orada olmadığını kanıtlayanlar bile ayrılmaksızın silme ve en üst düzeyden cezalar verildi. Demek ki suçluydular; bağımsız yargımız öyle diyordu!

İnanan inandı!

Şimdi davanın Yargıtay aşaması var deniliyor. Hâlbuki yine bir 12 Eylül referandumuyla herkesin kabul edebileceği 24 maddenin yanına hiç ilgisi olmayan ve hukuku katledecek 2 madde daha zorla eklenerek demokrasi adına toptan oylanması istenmişti. O zamanlar “yetmez ama evet” diyenlerin bile gerçeği görünce renkleri değişti. %58 evet denen bu yasalarla hukuk katledildi. Amaç yargıyı yürütmeye bağlamaktı; oldu. Halen demokrasi ve yargı bağımsızlığı var diyorlar;

İnanan inandı!

Aslında o zaman HSYK’nın yapısıyla oynamaya başlayınca yargıda tüm taşların yerinden oynatılacağı belliydi. İstenen yerlere istenenler atandı. Kadrolar değiştirildi. Tüm üst mahkemeler yeniden düzenlendi. Çok masumca işler olduğu söylendi, “iş yükü hafifleyecek, atamalar bunun içindi” dendi. Ama bir mahkemede 100 üye varsa ve bunlardan sadece 20’sini kontrol edebiliyorsanız karşınızda 80 kişi vardır. İstediğiniz hiçbir işi yaptıramazsınız. Buraya 150 yeni üye atarsanız, bunlar her oylamada sizin istediğinize blok oy vererek sadakatini de göstermişse, artık o mahkemede 20+150=170 taraftarınız vardır; karşı taraf 80’de kalmıştır! Nasıl demokrasi ama! Dengeler böyle değiştirildi, ince ayarlar yapıldı. Buna karşı çıkanlar ya işinden oldu, ya da Silivri’de zorunlu konuk oldular. Halen yargının bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı nutukları atılıyor;

İnanan inandı!


Şimdi bu mahkemenin kararı Anayasa Mahkemesine gidecekmiş! Orada değişen 2 şey olabilir:

1-Eğer dış güçler başta TSK ve ülke yönetiminin istenen kıvama geldiğine ve siparişlerini başarıyla yaptığına ikna olurlarsa karar Yargıtay’da onanır. Bundan sonra Anayasa Mahkemesi ve AİHM süreci başlar. Bu da yıllar sürer, dava bile unutulabilir!

2-Yine dışarıdaki ağababalarının ülkemize biçeceği role göre bir ulusal af gündeme getirilir. Böylece tüm milletin gazını alacak, ordumuzu ne kadar sevdiklerini ve hatanın düzeltildiğini söyleyeceklerdir. Ama bu af çok büyük olasılıkla Apo içindir! Böylece 2 ayrı ülke olarak ve Sevr hükümlerine göre kardeş kardeş yaşarız! Beklenen senaryolar bunlardır.

İnanan inansın!

Bir varsayım da benden; yıllardan beri tüm bunları gördüğü halde bir paket makarna, bir çuval kömüre oyunu satanların, artık ülkemizin çatır çatır bölünmeye başladığını, savaşa girmek üzere olduğunu ve Sevr anlaşmasının boynumuza takılmasına ramak kaldığını görerek, ikinci bir kurtuluş savaşı vermeye niyetlenmeleri beklenmelidir. Bu durumda neler olabileceğini zaman gösterecektir. Her dönemin hesabı bir gün mutlaka demokrasi içinde sorulacaktır.

İnanan inansın!

Son olarak; tüm anlatılanlara inanmayan, ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı olduğu inananlara;

-Başbakan Balyoz davasıyla ilgili elinde çok önemli CD’ler ve sırlar olduğunu; ancak bunları şimdi anlatmayacağını, belki ileride yazabileceğini söyledi mi?

-Aynı konuda bir eski Genel Kurmay başkanı benzeri şeyleri söyledi mi?

-Yine Başbakan muhalif bir partinin milletvekillerinin dokunulmasının kaldırılması konusunda o meseleyi yargı ile konuştuk (yani talimat verdik!), dedi mi, demedi mi?

Bu sorulara “hayır” diyenlerin vicdanı yoktur; bangır bangır basında ve TV’lerde dinledik! Bu konuşmalara rağmen; siz halen “İleri demokrasi,” “Bağımsız Yargı ve Kuvvetler Ayrılığı” masallarına inanıyor musunuz?

Ben daha ne diyeyim be kardeşim;

İnanan inansın!

Sinop AKP MV. Sayın Mehmet Ersoy da “bu uzun tutuklamaların insanların vicdanlarını incittiği” yönünde demeç vermiş; geç olmakla birlikte bir gazetede okudum, umarım söylediklerinde samimidir. Kendisini kutlarım. Bu davanın sonucu hakkında da mantıklı bir açıklaması vardır mutlaka.