Yazmaya oturduğumda klavyenin başına bugün,gözüme ekrandaki koruma fotoğrafı takıldı.Sanıyorum 1984 yıl idi ve ben çocukluğumun pespembe günlerini yaşarken vermiş olduğum bir poz bu. İstanbul Üniversitesi'nin o devasa ve tarihi kapısı önündeyiz ve anneannem, dayım, teyzem ve annem hepsi mağrur bir tebessümle durmuşlar, anneannem ile teyzemin arasında da ben ve mutlu görünüyorum...

O yıllarda fotoğraf makinesi az bulunan ve pahalı bir cihazdı ve ailemin de olmadığı için sokak fotoğrafçısı basmış deklanşöre...

O yıllarda herkesin bildiği gibi tv'ler her evde yoktu ve varsa da siyah-beyazdı. Ardına gelen yıllarda ise tv, telefon, atariler... geldikçe geldi. Ve nihayetinde geldik bu zamanlara, akşamdan sabaha teknoloji ile uyanıyoruz.

İlk başlarda hoşumuza gitti hepimizin. Güzeldi gelişmeler ve ithal edilen araç-gereçler ve her birinin görsel hafıza gelişimi adına pek çok da yararları vardı..

Ancak tv kanallarındaki artış ile başlayan medyatik devrim sonsuza dek uzanan zararlarını getirmeye de başlamış oldu böylelikle. Çoocukların yaz tatillerinde kimi zamanlar yaylalarda dinlenerek,kimi zamanlar eğlenerek, Zafer Bayramı gecelerinde ateş yakıp etrafına toplanarak şarkılarla

-Türkülerle geçirilen tatiller de son bulmaya yüz tuttu.

Bu geçiş evresinde ilk gençliğe yani ergenliğe adım atmış biriyim.. Bir taraftan bedensel değişimlere direnç gösteren hormonal yapımla ve öte yandan geleneksel aile yapısındaki baskı unsaurlarıyla boğuşurken geçirdim bu yaşlarımı ve büyümeye başladığım o yıllar 90'lı yıllardı. Pop müziğin evrimler yaşadığı,konserlerin ve festivallerin yapıldığı güzelim yıllar...

Çelik, Tarkan gibi sanatçılarla ve sesleriyle keyiflendik kimi zaman,aşkın ilk nağmelerini onlarla söyledik özgürce ve gönlümüzce ve de acılarımızı,hüzünlerimizi yaşadık onlarla... Kısacası yeni nesil olarak bizler onlarla var olduk!Aradan yıllar geçti ve her biri benim için de dün gibi dupduru haldeler hafızamda hala.

Lise yıllarımdı ve bir adam gördüm tv de bir gün; makarna gibi altın-uzun saçları vardı ve değişik tarz bir de gözlüğü, hem dans ediyor hem de yüksek volümlü bir parçayı uçkun halde söylüyordu ve ben bakıp kaldım, tabir yerinde evet ''bayıldım''!İşte bu deli fişek adam Harum Kolçak'tı. Çok hoştu ve esrarlı sesi vardı, o günden bu yıllara vardığımızda her yeni parçasını dinleyerek tadına vara vara ve kimi zaman da yapılan röportajlarını izleyerek ve her daim O'nu severek geçti yıllarım, yaşlarım...

Bugün yaşım neredeyse 40 ve ben bu sabah o bizi bırakıp gitmez sanarak büyüdüğüm ve sonuna kadar ömrümün benimle ve yanımda olarak-kalarak geçeceği hissini veren tüm aramızdan ayrıılan sevdiklerim gibi öğrendim ki... Bir güzel ata bindi ve gitti...

''Ah Harun! Sen de mi?''derken sabahın ilk ışıklarıyla beraber gözlerimden süzülen yaşlarla beraber ben, hem de Çelik'in açıklamalarıyla, yıllar evvel söylense bana asla inanamayacağım gerçek ile yüzyüze kalakaldım öylece!!!

Derken bir şarkı başladı ekranda ve kalbimin kulaklarında!

''Yanımda kal, yanımda kal; düşlerim yetmez ki bana...''

Son söz bu yazıda şöyle olmalı diye düşünüyorum: Son söz yoktur aslında, herşey sonsuzluktur!!!...