-Bayım hazır mısınız? Bakın yönetmen bey; kayıt dedikten sonra yüzünüzü kameradan hiç ayırmadan konuşuyorsunuz, anlaştık mı?
-Kamera derken, kameranın lensine bakacağım değil mi? Yani, oraya bakarsam sanki seyircinin gözlerinin içine bakmış olurum değil mi?
-Evet beyfendi, harikasınız. Sanırım sizinle işimiz daha kolay olacak. Şimdi hazırsanız ben yönetmen beyi çağırayım da, hemen başlayalım.
-Tabi hanfendi, siz buyrun dilediğiniz gibi yapın.
-Evet, arkadaşlar herkes hazır mı? Işıklar yakılsın, ses kayıt cihazları çalıştırılsın, makyöz nerede? Bakar mısın canım, beyfendiyi az daha pudralayım. Malum kozmetik ürünü  reklamı bu, ne kadar güzel görünürse o kadar fazla ilgi çekici olur.
-Yönetmen bey, pudrala pudrala nereye kadar ya hu? Yani, yanlış anlamayın ama bari bir de kırmızı ruj süründe hepten palyaço olalım. Gerekmez efendim, rica ederim.
-Lütfen beyfendi, burada ben söyleyeceğim siz yapacaksınız. Hadi makyöz hanım, hemen bitirin işinizi. Evet, şimdi hazırız. Birinci kamera beyfendinin kollarına odaklansın, ikincisi yüzüne, üçüncüsü de ürüne odaklansın. Güzel, başlayabiliriz.
-Reklam filmi, sahne bir, kayıt!
-Merhaba sevgili izleyiciler. Bu elimde görmüş olduğunuz ürün varya bu ürün... Ne anasının gözü bir ürün biliyor musunuz? Almayında görün bakın nasıl pişman oluyorsunuz?
-Kestik, kestik! Arkadaşım sopa lazım mı  sana sopa verelim mi?
-Ne olduki yönetmen bey?
-Arkadaş bu ne ya almayında görün gününüzü, ne? Döv bari milleti. Adam akıllı cümleler söyle, böyle reklam olmaz ancak örgüt sloganı olur. Anladın mı?
-Tamam efendim, siz başlayın. Bakın göreceksiniz şimdi olacak.
-Evet, hazır, motor!
-Bugün sizlere elimde tutmuş olduğum bu muhteşem ürünü tanıtacağım. Ürünümüzün adı; “hızlı sür, sert kazı”. Evet, şimdi bu ürünümüzü alıyoruz ve gördüğünüz gibi kolumuzdaki kılların üstüne sürüyoruz. Tabi dileyen dileği yere sürebilir, şimdi kol deyip sınırlamaya gerek yok.
-Kestik, kestik! Bu ne kardeşim böyle?
-Ne, ne efendim?
-Dileyen dileği yerine sürsün ne? Ya sen hiç  televizyon izlemiyor musun? Hayır televizyondan geçtim, sen nasıl esnafsın?
-Ben esnaf değilim ki. Bu ürünün imalatçısı  benim dayım, geçen geldi reklam çekeceğiz ama şimdi bir oyuncu bulsak onu oynatsak tonla para. Zaten reklamın saniyesine binlerce lira ödüyoruz bari oyuncudan yırtalım sen oyna da dedi, ben de kabul ettim. Nacizane ilkokulda tiyatroda oynamışlığım var da benim.
-Öyle mi, aman ne güzel? Peki ne olarak oynamıştınız?
-Bal kabağını oynadım.
-Ne, kardeşim sen benimle dalga mı geçiyorsun?
-Yok hayır, hani Cinderella masalı yok mu? İşte biz onu oynamıştık. Ben oradaki en önemli rollerden biri olan balkabağını canlandırdım. Sonuçta bal kabağı olmasa araba olmazdı, araba olmasa Cinderella partiye gidemezdi, partiye gidemezse prensle tanışamazdı, prensle tanışamazsa zaten ortada anlatacak bir masal da olmazdı. Şimdi anladınız mı ne kadar önemli bir rol olduğunu?
-Ya birde cevap veriyor. Arkadaş ne balkabağı, ne ilkokulu, ne tiyatrosu? Akşama kadar senin çocukluk anılarını mı dinleyeceğiz? İşimiz var bizim. Bak senden sonra, yağ yakıcı hap satan Kamil Bey’in ondan sonra cildi daha parlak daha genç gösteren kremi satan Handan Hanım’ın ardından, kusura bakma söylerken bile biraz utanıyorum, insanı insanlıktan çıkartıp adeta hayvanlaştıran sloganıyla ne sattığını kendisinin bile bilmediği o zıkkımı satan Agop Efendi’nin reklamı var. Bir de yarınımı düşün.
-Aman aman efendim yarınınızı hiç anlatmayın. Tamam ne söylemem gerekiyorsa söyleyip, ben kaçayım. Yoksa içinizde kalırsam ben kafayı sıyırırım. Bu ne kardeşim? Yok, hadi zayıflamak için haplanalım, gençleşmek için yağlanalım, çakma balın on tanesi bir milyon, yok efendim param olsa da ben alsam. Bu ne ya? Bizim milletimize hap değil bence varsa hiç yoktan şöyle bir yudumundan bir akıl lazım, akıl!