Sahnelenmiş ilk Türk Operasının 'Özsoy' olduğunu ve sahnelenme nedenini öğrendiğimde bir kez daha gurur duydum Atatürk gibi eşsiz bir lidere sahip olduğumuz için…

Sene 1934, Haziran ayı, Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara önemli bir konuk için ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. İran Şahı Rıza Pehlevi ülkemize gelecek ve Atatürk devrimlerini inceleyecek. Eşsiz lider Atatürk, onun bu ziyaretini çok özel kılacak bir şey yapmak istiyor aradaki dostluğu sağlamlaştırmak adına komşu ülkeyle…O, “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle çizdiği hedefe, barışçı dış politikasına uygun olarak, ‘biz dostuz, biz kardeşiz’ mesajları içeren bir operayla, zeytin dalı uzatıyor İran Şahına…Özsoy, ilk kez bundan tam 84 yıl önce, 19 Haziran 1934'te, Mustafa Kemal'in ve onun resmi konuğu İran Şahı Rıza Pehlevi'nin huzurunda Ankara Halkevi'nde seyircisiyle buluşuyor.

Baştan başa yerli bir opera. Bestecisi, rejisörü, solistleri, dekorcusu Türk... Özsoy Operasının metnini, Atatürk'ün yönergeleri ve denetimi ile Münir Hayri Egeli yazıyor ve sahneye koyuyor. 27 yaşındaki Ahmet Adnan Saygun ise besteliyor hem de 20 gün gibi kısa bir sürede...

Atatürk, Özsoy’a ana fikri vermekle de kalmıyor, tüm provalarına da katılıyor, sanatçılara moral veriyor, destek oluyor. "Okay, okay" diyerek alkışlıyor onları…İngilizce okey demeye çalıştığından değil, Öz Türkçe okun yaydan çıktığı ve hedefin vurulduğu anı anlatan, tam isabet anlamına gelen 'Okay' diyerek onların da yaptıkları işte onikiden vurduklarını vurguluyor, başarılarını takdir ediyor, beğendiğini gösteriyor.

Başarıyla sahnelenen Özsoy Operası, 10 dakika boyunca ayakta alkışlanıyor, tabi Şah tarafından da..
Ana teması yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran’ın kardeş olduğu vurgusu olan 3 perde 12 tablodan oluşan eserin sonunda, iki kardeşten Tur’un (Kurt) adı geçtiğinde, sahnedeki oyuncular, Ankara Halkevi’nin locasında operayı izlemekte olan Atatürk’ü, İraç (Aslan) sorulduğunda ise yanındaki Rıza Pehlevi’yi işaret ediyor. Bu jest karşısında çok duygulanan Şah Rıza Pehlevi, “Kardeşim!” diyerek, Atatürk’e sarılıyor.

Özsoy Operası, bir işi yaparken öncelikle kendimize inanmamız gerektiğinin en somut en güzel örneği oluyor. Öyle ki; nice sonra verdiği bir işle ilgili bu kadar sürede bu işi yapamayız diyen bir bakanına 'Özsoy’u hatırlatıyor eşsiz lider: " Efendi sen ne söylüyorsun ! Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş, oynatmış bir milletiz. Yeter ki yapacağınız işe öncelikle kendiniz inanınız" diyor.

Bu toprakları vatan yapan eşsiz deha sanata ve sanatçıya öyle özel öyle değerli misyonlar yüklüyor ki, sanatın bütünleştirici, birleştirici, barışçı yanını görerek… Çünkü biliyor ve inanıyor ki; fikirler ve devrimler sanat ile yayılır...Sanatçılar, Atatürk zamanında en itibarlı zamanlarını yaşıyorlar.

Sanat özgürlüktür, sanat cesarettir, sanat barıştır. Sanatçı özgür olmazsa, yaptığı iş takdir bulmaz, emeğinin karşılığını almazsa, ne içerde ne de dışarda barıştan, ne de çağdaş bir toplum olmaktan bahsedemeyiz. Bağımsızlığımız, ilerlememiz, aydınlanmamız için en önemli unsurlardandır sanat …

Büyük düşünür, büyük bilim insanı İbni Sina'nın sözünü bir kez daha hatırlayalım:
"Bilim ve sanat itibar görmediği ülkeleri terk eder"

SANATSIZ AYDINLIK OLMAZ


Cumhurbaşkanı adaylarının şimdiye kadar yaptığı açıklamalara bakarsak içlerinden bir tek CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, sanat dedi, opera dedi. Opera ve Bale sanatçılarının emeklerinin karşılığını alamadığından, hor görülüp hakaretlere maruz kaldıklarından bahsetti. Bir cumhurbaşkanı adayının bu sözleri Atatürk’ün İlkelerini pusula edinmiş, karanlığa sırtını dönenlerin elbette çok hoşuna gitti. Yeniden umutlandırdı güzel günlere olan inancı daha da güçlendirdi. Çünkü sanat kelimelere döküldüğünde bile ışığını yansıtıyor, içimizi aydınlatıyor.

Oysa bu böyle mi olmalıydı? Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi fikirlerinin ve ilkelerinin en güzel yansıması olan kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin başına geçmeye aday olacak herkesin konuşmasında öncelikli yer bulmalıydı SANAT.

Türkiye Cumhuriyetinin başına sadece kurucusu Atatürk’ün yolunu kendisine rehber edinen ve çizdiği hedefe akılla, bilimle, sanatla yön verecek kişiler YAKIŞIR.

Ve 84 yaşındaki Özsoy Operasından bir bölümle noktalayayım sözlerimi.

Hakan Feridun'un koro ile birlikte okuduğu Tanrı’ya yakarışıyla:

“Tanrım, bu güzel geceyi,
En güzel umutlarla doldur, nurunla doldur.
Sen ey ışık kaynağı.
Dileklerin yapıcısı.
Umutlarını sana bağlayanların, koruyucusu.
Ulu Tanrı
Yüce Tanrı
Çok cahiller, seni gökte arar, yerde ister.
Sen inananların gönlündesin.
Ulusumuzu daima aydın ufuklara yönelt Tanrım.”