MEYDAN gazetesi ‘ÖZAL’I AYILAR KORUYOR’ manşetini nasıl attı?
Yıl 1992…


600 bini aşkın tiraj yapan MEYDAN gazetesinde muhabirim.

Rahmetli Ecevit’in Genel Başkanı olduğu DSP dışında, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın İstanbul ve Marmara bölgesi programını takip etmekle görevliyim.

15 Ekim 1992 günü Cumhurbaşkanı Özal, İstanbul Harbiye Orduevi’nde kalıyor. Günü boş görünüyor ama akşam programında, sanatçı rahmetli Kayahan ve Lale Yılmaz’ın Çırağan Sarayı’nda yapılacak düğünlerinde nikâh şahitliği yapacağı bilgisi var.

Gazetenin tahsis ettiği şoförlü araç ile sabah erkenden Harbiye Orduevi önünde beklemeye başlıyorum. Ajanslar ve diğer büyük gazetelerin muhabirleri de yerlerini almış durumda. Programı gündüz boş görünse de Turgut Özal bu, ne yapacağı belli olmaz… Bakarsın biner arabasına, Semra hanımı da oturtturur ön koltuğa; ‘koy bakalım bir kaset hanım’ diyerek İstanbul’u turlamaya çıkar… Yapmadığı şey değil. Atlatma yapıp, döndükten sonra bize ‘nanik’ yapmasın diye gözümüzü Orduevi’nin kapısından ayıramıyoruz…

Saat 19.00 gibi içerde hareketlilik başladı. Korumaların koşturması, araçların peş peşe dizilip çalışır durumda tutulması, Özal’ın Orduevi’nden çıkış yapacağı işareti oldu. Biz dışardaki gazetecilerde arabalarımıza koşturduk, ralli yarışına çıkacak pozisyonda bekliyoruz. ‘Ralli yarışı’ deyip abarttığımı düşünmeyin. Siyasi liderleri takipte gazetelerin ulaştırma servisleri en acar şoförlerini görevlendirirler. Konvoydan kopmadan varış yerine birlikte varmak çok önemli. Özal’ı takipte de ajans ve gazetelerin görevli şoförleri, ralliye katılan sürücüleri ‘beşe katlar’ desem, yeridir… Hakkını yemeyelim, en iyi (deli mi desem acaba) şoför de Meydan gazetesinindi…

‘En iyi şoför benimdi’ demem bakın boşuna değil…

Özal’ın çıkış yapması ile birlikte koruma arabalarının arasına daldı ve Çırağan Sarayı’na neredeyse birlikte girdik. El ele tutuşan Özal çifti ile birlikte ana kapıdan giriş yapan ilk gazeteci oldum.

İşte ne geldiyse başıma bundan sonra geldi…

Sarayın geniş holünde arkasındaki kalabalık grupla yürüyen Özal çifti aniden durdu. Rahmetli Turgut Özal eşi Semra hanımın önünde (hani evlilik tekliflerinde diz çöküp sevgiliye dönülür ya, aynı o pozisyonu göz önüne getirin) eğildi ve ayakkabısının bağcıklarını gevşetip yeniden bağlamaya başladı… (Sanırım ayakkabı Semra hanımın ayağını sıkıyordu).

Müthiş resim…

Yılın ödül alacak fotoğrafı…
Aradan fırladığım gibi ön tarafa geçtim. Deklanşöre iki defa bastığımı net hatırlıyorum. Gerisini şöyle hatırlıyorum: Izbandut gibi üç, dört adamın kolları arasında havaya kaldırılıp birazda uçarak buz gibi bir suyun içine atılışım bir oluyor…

Bilenler bilir, Çırağan Sarayı Hotel bölümünün hol girişinde geniş bir minyatür havuz var. Derinliği bir metre kadardır ve içi suyla doludur. (Hala var mıdır, bilmiyorum) İşte bu izbandut arkadaşlar, deklanşöre basar basmaz yetişip beni kaldırdıkları gibi bu havuzun soğuk suyuna attılar. Elimde hala fotoğraf makinem, üstümde takım elbisem ile havuzun içindeki suyun dibinden başımı kaldırdığımda rahmetli Özal’ı, Semra hanımın elinden tutmuş, hınzırca bir gülüşle yukarıdan bana bakarken gördüm. Sonra arkasındaki kalabalık grupla çekip gitti…

Yetişen gazeteci arkadaşlar ve orada bulunan bazı vatandaşların yardımı ile havuzdan çıkarıldım. Baştan aşağı sırılsıklamım. Takım elbisemden süzülen su, oturtulduğum güzelim koltuğun kadife örtüsüne akıyor. O halime aldırmadan gazeteci refleksi ile makine içindeki filmi kurtarmaya çalışıyorum. Nafile… Canon marka fotoğraf makinemin kapağını açtığımda içine dolan su dışarı boşalıyor. Olay anını çeken var mı diye başıma doluşan gazeteci arkadaşlara yalvaran gözlerle bakışıp konuşuyorum. İyi haber Cumhuriyet muhabirinden geliyor, birkaç kare çekmiş… Diğer gazeteci arkadaşlarda havuzda bulunuşum ve çıkarılışım anına denk gelmişler. Çekebildikleri kadar çekmişler. Birer kopya verecekleri sözünü alıyorum. Epey malzeme var yani… Ohh diyorum…

Olay anının sıcaklığı geçince gazeteci arkadaşlar, nikâhın kıyıldığı Çırağan Sarayı’nın iskelesine bağlı olan tekneye gidip fotoğraf makinelerini protesto amacı ile Cumhurbaşkanı Özal’ın önüne bıraktılar. Birkaç magazin muhabirinin dışında gazeteci arkadaşlar o gece fotoğraf çekmedi. Daha sonraki günlerde tekrarlanacağı gibi müthiş bir dayanışma örneği gösterdiler.

MEYDAN gazetesinin o dönemde Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan, haber müdürümüz de rahmetli Behiç Kılıç’tı. Olayı duyar duymaz beni gazeteye çağırdılar. Gazeteye vardığımda, başlarında Rahmi Turan olmak üzere Behiç Kılıç, sayfa yönetmeni ve editörleri gazetenin 1. sayfasının başında gördüm. Sürmanşete büyük puntolarla şu başlık atılmıştı: 'ÖZAL’I AYILAR KORUYOR'. Birkaç saat içinde diğer gazeteci arkadaşların çektiği fotoğraflar çalıştıkları yayın kurumlarından alındı. Korumaların beni havuza atarken iki, sonrasında ise epey kare vardı. Birinci sayfa olduğu gibi bu olaya ayrıldı. Gazete biraz gecikmeli de olsa basıldı ve tüm Türkiye’ye dağıtıldı.

Ertesi gün başta dönemin Başbakanı rahmetli Süleyman Demirel olmak üzere, siyasi parti liderleri, bazı STK başkanları, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, çok sayıda Baro Başkanı ve hukukçu olayı kınayan mesajlar yayınladılar. Bazı ajanslar haberi abonelerine geçti. Gazeteler sayfalarında bu olaya yer verdi. En büyük dayanışma ise Ankaralı gazetecilerden geldi. Cumhurbaşkanı Özal’ı takip eden gazetecilerin tamamı, ‘hepimiz MEYDAN muhabiriyiz’ diyerek fotoğraf makinelerini götürüp Özal’ın önüne bırakarak olayı protesto ettiler. Meydan gazetesi sonraki günlerde de bu olay ile ilgili yayınlarına devam etti…

Siyaseti takip eden gazeteciler bilirde, hatırlayan çok sayıda insanımızda vardır. Özal’ın koruma müdürü Musa Öztürk’ün (daha sora ki yıllarda milletvekilliği ve Kozan Belediye Başkanlığı yaptı) lakabı ‘ayı Musa’dır. İşte bu isminin başındaki ‘ayı’ lakabı, MEYDAN gazetesinin 16 Ekim 1992 günü manşetten verdiği ‘ÖZAL’I AYILAR KORUYOR’ haberinden gelmedir.

Yazıya son vermeden şunu da ekleyeyim. Korumalar tarafından Çırağan Sarayı’nın havuzuna atılmamın ertesi günü rahmetli Turgut Özal, Genel Yayın Yönetmenimiz Rahmi Turan’ı arayarak üzüntülerini bildiriyor ve bana yeni bir fotoğraf makinası alacağını teklif ediyor. Rahmi Bey teklifi anında geri çeviriyor. Aynı gün beni çağırıp Sirkeci’de fotoğraf makineleri satan ünlü YALÇINLAR’a gönderdi. O dönemde gazetecilik yapan tüm arkadaşların sahip olmayı hayal ettikleri Nikon F3 takımına böylece bende sahip oldum. Parası gazete tarafından ödendi…

Tabi bu hikâyenin 15 gün sonrasında yaşanan başka bir hikâye de var. Yine Özal’ı takipte, ‘ayı’ Musa’nın emrindeki korumalar, haklarını vermem gerek şimdi, beni bu sefer çok güzel dövdüler…

Ertesi gün MEYDAN gazetesi, ‘AYILAR YİNE SALDIRDI’ manşeti ile yayınlandı. Sonrasında olanları ve korumalar ile rahmetli Turgut Özal hakkında mahkemeye başvurmam safhasını belki bir gün yine buradan paylaşırım.

Dip Not:
Sadece merakımdan soruyorum… Böyle bir olay şimdi olsa, hangi Genel Yayın Yönetmeni gazetesine; 'CUMHURBAŞKANINI AYILAR KORUYOR’ manşetini atabilir?