1971 yılında ortaokul sınıf arkadaşım Çetin'in babası Alibeyköy Demirdöküm fabrikasında çalışıyordu.

Henüz on üç yaşındaydık ve fabrikada grev vardı.

Zaman zaman Çetin'le birlikte grev çadırına giderdik.

Grev çadırında işçilerden birisi;

''Akın var

Güneşe akın

Güneşi zaptedeceğiz.

güneşin zaptı yakın.''

şeklinde devam eden bir şiiri okurdu.

Çocuk aklımla derdimki, ''Ulan bunlar manyak Demirdöküm fabrikasını zaptetmişler ama güneşi nasıl zaptedecekler'' diye düşündüğümü hatırlıyorum.

O yıllar eşitlik, özgürlük, insan hakkı, işçi hakkı, emeğin iktidarı rüzgarlarının çok sert estiği yıllardı.

Aradan tam 46 yıl geçti o işçiler ve de daha sonraki işçiler ne güneşi zaptedebildiler ne de ülkenin geleceğinde söz sahibi oldular.

Sermaye o yıllarda oluşan emek yoğun talepleri 1971 askeri operasyonuyla ve de 12 eylül askeri darbesiyle yerle bir etti.

Emek adını ananlar, emek kutsaldır diyenler daha sonraki yıllarda ve bu günde vatan haini muamelesi gördüler.

Bu gün geldiğimiz noktada demokrasi insan hakları ve diğer haklar konusunda 1971 yılından daha da geriye düştük.

Peki o yıllarda ne isteniyordu ve 46 yılda neden ileri dönük bir mesafe aklamadık.

O yıllarda işçilerin talepleri veya genellersek emekçilerin talepleri insanca hakça bir düzende yaşamak istiyorlardı.

Yani emeğin değerini bulduğu, sermayeyle enek arasındaki uçurumun ortadan kaldırıldığı bir ülke istiyorlardı.

Parasız eğitim, sağlık istiyorlardı.

Her türlü fikrin özgürce kendini ifade edebileceği demokratik ortamları savunuyorlardı.

Bir dini inancın başka bir inanç üzerinde baskı kurmasına karşı çıkıyorlardı.

 Yazmanın, çizmenin kısacası fikri beyanın yasak olmadığı bir özgürlükçü demokrasi talepleri vardı.

Maalesef o yıllarda da fikrinden dolayı insanlar hapse atılıyordu bu gün de atılıyor.

Yani 46 yıldır değişen bir şey yok.

Bu anlamda belki bu gün 1971 yılından daha da geriye düştük.

Gene insanlar ve çalışanlar çalışma ortamlarının daha insani olmasını ve temel insan haklarına aykırı olan kanun ve yasaların kaldırılmasını talep ediyorlardı.

Çocuk ölümlerinin sıtmadan, kızamıktan, su çiçeğinden,koleradan kurtulmasını istiyorlardı.

Hayatın her alanında bu talepler yükselmişti.

İnsanlar sel gibi sokaklara akıyordu.

Üniversitelerde bu talepler entellektüel düzeyde tartışılıyordu.

Kısacası insanca hakça bir düzen taleplerinin çığ gibi büyüdüğü bu ortamdan ürken sermaye ve sağcı işbirlikçileri orduyu kullanarak 1971 yılında öce toplumun öncü güçlerini yok ettiler.

Bir sürü karıştırıcılık yaparak bu eylemleri öğrencilerin ve öncü güçlerin üzerine yıktılar.

Marmara üniversitesinin yakılması,kültür merkezinin kundaklanması ve buna benzer bir çok eylemi devletin derin güçlerinin yaptığı on be yirmi yıl sonra ortaya çıktı.

Tıpkı otobüste molotof atılarak yakılan Serap Eser'in failinin de MİT ajanı olduğunun ortaya çıkması gibi.(zamanın iç işleri bakanı İdris Naim şahin bunu otobüsü yakanın MİT ajanı olduğunu söylemiştir.)

B u kadar da yetinilmedi 1980 yılında büyük felaket emeğin iktidarını savunanların üzerine bir tankın bir güvercin üzerinden geçmesi misali herkesi yere yapıştırdılar.

1971 yılı ve 1980 yılı ordu darbesinin arkasında ABD 'nin olduğu tartışmasız ve acı bir gerçek olarak tarihin kayıtlarına geçmiştir.

Bir çok aydın seksene kadar öldürüldü yok edildi,hapse atıldı 1980 darbesinde ise tamamen nefessiz bırakıldı.

O yıllarda televizyona yasak yayın yakalandı diye kitaplar dizilirdi.

Yani kitap kötüdür kitap zararlıdır imajı topluma pompalandı.

Aynı kafa 2015 yılında kitap silahtan da tehlikelidir dedi.

Ondan sonrada neden kitap okumuyoruz diye feryat figan edildi.

Daha sonra ve bu güne kadar en azından demokrasi, özgürlükçü demokrasi de demiyoruz yerleşmedi.

Çünkü o günden bu güne bu talepleri yapanlar klasik suçlamanın aşağılamanın muhatabı oldular.

Halk komünizmi öcü gibi gördüğü için bu talebi kim yapmışsa ya komünist, kızıl,vatan haini, dinsiz imansız damgalarını vurdular ve emekçi halkın gözünde itibarsız hale getirdiler.(Bu arada belirteyim çok güzel komünist arkadaşlarım,dinsiz arkadaşlarım olduğunu ve onlarla bir arada olmaktan sohbet etmekten mutluluk duyduğumu da belirtmek isterim)

Bu gün ise bu talebi yapanlar emek, özgürlük diyenler ya PKK ya PYD ya da FETÖ diye damgalanıp içeri atılabiliyor.

Peki neden kırkaltı yıldır bu alanda bir gram mesafe alamadık?

Neden devlet sürekli kendisine bir düşman yaratmanın peşinde?

 Neden dün komünistler,sosyalistler solcular düşmandı bu gün başka düşmanlar yaratma ihtiyacı duyuyor?

Neden insanlarınız hayatlarını rahat huzur içinde geçiremiyor?

NEDEN  46 yıldır ülkenin bu alandaki karnesi sürekli olarak kötüye gidiyor?

Neden mutsuz, umutsuz, nefessiz yaşamaya mahkum ediliyoruz?

Çünkü arabanın gitmesi için sadece sağ lastikler yetmez sol lastiklerin de olması gerekir.

Oysa sol lastikler önce 1971 de daha sonra 1980 de tek tek patlatıldı ve sadece sağ lastikler üzerinde araba yol almaya çalışıyor.

Bu gün de mantık aynı.

Ben 1971 yılında on üç yaşımdayken işçiler güneşi zaptedeceğiz diye çok büyük özgüvenle emek mücadelesi verirken, bu dünyada cennet peşinde koşarken, bu gün geldiğimiz noktada bu ideallerin tamamı yok olmuştur.

Bu günün işçileri, ezilenleri ise  dünyanın cennet olabileceğiyle ilgili umutlarını kaybettikleri için tamamı ahiretteki cennetin peşine düşmüş görünüyorlar.

Bilmiyorlarki onlara ahirette cennet vaazını verenlerin hemen hemen tamamı bu dünyada cennette yaşamaya devam ediyorlar..