Dost ile buluşmaktan daha hoş ne olabilir ki?

Ya dost ile buluşturan vesile...

Sevgiliyle olan randevuya hazırlanmak!

Onunla buluşacak zamanın gelmesini beklemek…

O heyecan…

Onunla “Sen” diyerek konuşma hali.

Ve buluşmaya gidiş…

Bazı hisler vardır ki anlatılamaz, sadece yaşanır.

Kimileri bazı duyguları sadece yazar, kimisi de sadece yaşar.

Yazanlar okunur, yaşayanlar ise örnek olur.

Kimi sadece yaşadıklarını yazar, kimisi de yaşayamadıklarını yazar…

Yaşadıklarını yazanlar tutunur, yaşayamadıklarını yazanlar da zamanla unutulur.

Kimi de hem yaşar hem de yazar… İşte, bunlar enderlerdir.

Bir mahkûmu düşünün ziyaret saatini nasıl bekler ve nasıl algılar…

O azıcık zamana neleri sığdırmaz ki?

Dışarıdaki sıradan bir insanın harcarken daha doğrusu israf ederken farkında bile olmadığı o zamana bir mahkûm, bir hayatı sığdırmaya çalışır.

Bir insan hapiste önce sabretmeyi öğrenir sonrasında da tahammül etmeyi. Sabır ve tahammül olmasa geçer mi o acımasız ve vahşet yalnızlık günleri…

Sabır olmazsa kişi hapiste delirir, çıldırır. Hele bir de hücrende can sıkıcı, vesveseci biri olursa… Dünyada ömrünü namazsız geçiren birinin yaşadığı hayata dönüşür yaşamı!

“Dünya Mü’minin hapishanesidir” demiş Nebi (s.a.s.)…

Her mahkûmun dost, akraba ve sevgilisiyle buluşması için ziyaret saat ve günleri vardır.

Bu günler belirli günler olduğu gibi saatler de mahduttur, sınırlıdır…

İşte o günlerde mahkûmları bir sevinç, bir heyecan tutar. Zira dost bildiği kişi veya kişiler gelecek huzura…

Madem Mü’minler de şu ‘dünya hapishanesinde’ mahkûmdur, onların da ziyaret saat ve günleri vardır.

Peki, mü’minlerin dostu kimdir? Ama sıradan, menfaat dostluklarından söz etmiyoruz…

Bunun cevabını Allah vermekte: “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir. 5/55”

Dost Allah olunca, O’na en yakın yerin neresi olduğunu biliyor musunuz peki?

Bunu da peygamberimiz (s.a.s.) haber vermekte: “Kulun Allah'a en yakın olduğu an secdedeki andır.”

Peki, secde nerededir? Sorusunun cevabı aşikârdır: Namaz!

Ama nasıl…

Mahkûmlar, yaptıklarından ötürü asli mekânlarından alıkonularak belirli bir vakte kadar belirli bir disipline tabi tutulan mekânlarda tutulurlar… Ve biz buralara hapishane deriz.

“… Yalnız şu ağaca yaklaşmayın, çünkü zalimlerden olursunuz. 7/19” işte, o günden beri şu dünya hapishanesinde buluverdi kendini insanoğlu…

Evet, Mü’minler de asli yerleri olan cennetten alıkonularak belirli bir disipline tabi bulundukları dünya mekânında tutuluyorlar ve bu mekân, asli mekânlarına nazaran hapis statüsündedir…

Zira cennette görecekleri Cemalüllah'ı göremiyorlar burada…

Cennette Allah’ın cemaliyle şereflenecek olan Mü’minler, dünyada bu nimetten mahrumdurlar.

Fakat namaz vakitleri müstesna! Çünkü “Kulun Rabbı’na en yakın olduğu anı secde anıdır” ki o da namazın bir parçasıdır…

İşte namazı, sıradan mahkûmların ziyaret saat ve günlerini arzuladıkları ve bekledikleri gibi beklemek, arzulamak ve kılmak…

Hem Miraç nedir bilir misiniz? Kulun, Hak katına yükselip Allah ile buluşmasıdır. Ve bu buluşmayı gerçekleştiren; “Namaz miraçtır” demiş.

Aslında namaz, parçanın, cüzün tüm’e kavuşmasıdır… Damlanın Deryada mana buluşudur namaz. Suretin asla dönüşü, asıl ile oluş anıdır namaz…

Yani namaz, dost ve en sevgiliyle buluşmadır…

Çünkü Allah’tır Mü’minlerin dostu, sahibi ve sevgilisi… Öyle olmalı!

Her bir namazı, dünya hapishanesindeki bir mahkûmun bir teneffüs evresi olarak algılayabilmek! Sevgiliyle, dost ile buluşma olarak algılayabilmek…

Peki, her kesin sevgilisiyle, dostuyla buluşması aynı havada mı geçer? Elbette ki hayır! Birçok buluşma kavgayla, küskünlükle, dargınlıkla ve ayrılıkla sonuçlanabilmekte…

Kimi buluşmalar da bir sonrakinin özlemi oluverir…

Bu, sevgide sadakatin, vefanın ve kendinden feragat edebilmenin mertebeleriyle alakalıdır.

Şayet sevgimizde ve dostluğumuzda sadık isek huzura çıkmaktan bizi alıkoyan nedir?

Allah ile buluşma olan namazı Allah: “İnsanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. 29/45” şeklinde tanımlar. Ve böylesi bir yaklaşımla bu buluşmaya gelenler, kabul edilir huzura…

Kimilerinin dostlukları gösteriş veya menfaat sağlamak içindir ki bu dostluk, dostluk sayılmadığı gibi uzun da sürmez. “Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar. 4/142”. İşte bu anlayış ile bu ulvi buluşmaya gelenlerin, buluşmalarının nasıl olacağına ve hangi netice ile sonuçlanacağına, bu buluşmadan nasıl bir tat ve zevk alacaklarına, huzura alınıp alınmayacaklarına daha da önemlisi nasıl karşılanacaklarına siz karar verin.

Namaz; Allah ile konuşmaktır. Namaz; Allah ile beraber olmaktır. Namaz; Allah’ı razı etmektir.

Peygamberimiz (s.a.s.) dediler ki; “Gerçek sevgi üç haslettir (üç özellikte belli olur): Dostunun sözünü başkasının sözüne tercih etmek, dostuyla beraberliğini başkasıyla beraber olmaya tercih etmek ve dostunun rızasını başkasının rızasına tercih etmek.”

Hem madem; “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. 2/257” düsturu vardır ve en yüce dost böyle bir söz vermiştir ki O, “De ki: ‘Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği sözden dönmez-’ 2/80.”buyurmuştur. Bu verilmiş sözü göz ardı etmeden, bu dostun huzuruna çıkıp; yalnız senin arzularını yerine getiririm sözünü verip, ben sadece seninim, senin olanları mes'ud ettiğin gibi beni de o mes’udiyeti veren nimetlere ulaştıracak doğru yola ilet niyazında bulunmadan daha hoş ne olabilir ki?

İşte, o anı yaşayamayan bilmez… Yaşayan ise sıkılmadan hep bekler…

Rahman’ın, bizleri de o anı yaşanlardan eylemesi dileğiyle…