Adına Türk denilen ve MÖ. 6000 yıllarına kadar uzandığı düşünülen bu milletin;

Göçebe kültürüne dayalı yaşam tarzından dolayı yerleşik yaşam kültürünü bir türlü benimseyememiştir. Bu nedenle şehircilik ve şehir yaşamı onun için hep yabancı kalmıştır. Göçebe yaşamın getirdiği sürekli farklı yerler keşfetme özelliği ona yeni vatanlar oluşturma şansı vermiş ve yayılmacı politikaların egemen olduğu dönemlerde dünyanın büyük bölümüne egemen devletler kurmuştur. Ancak egemen olduğu yerlere kendi kültürünü yerleştirmek yerine onların kültürünü edinmiş ve kendi özünden giderek uzaklaşmıştır. Özellikle İslamiyet’e geçiş sürecinden sonra edindiği Arap kültürü onu esir etmiş ve kendi öz benliğini unutarak Arap kültürünü öz kültürü zanneden nesiller ile varlığını sürdürmesine neden olmuştur.

Vatan kıldığı devletlerin yönetimini de bir süre sonra Türk olmayan –kendini Türk olarak hissetmek olarak tanımlanabilir ama gerçekten öyle midir yoksa kaleyi içten fethetmek midir tartışılır- ama Türk töresine uygun olmayan bir şekilde koşulsuz itaat ettikleri kişilere bırakmışlardır. Türk kültürünü yerleştirmiş olsalardı dünyaya demokrasi örneğini Atinalılar değil Türkler vermiş olacaktı. Halkı Türk olmakla bir devlet Türk sayılabilir ama özünde özgürlüğüne bu kadar düşkün bir milletin bayrağını dalgalandırdığı yerde egemenliğini kendinden olmayan birine hem de öz egemenlik anlayışına aykırı şekilde devretmesi çok açıklanabilir bir durum değildir.

Türk Milleti kendi ile övünürken hep geçmişini örnek gösterir de bu gününe bakmaz. Her dönemdeki bugününe baksaydı hep özünü korumakta zorlanmazdı. İçine girmiş ve kendindenmiş gibi görünen Truva atlarını far eder içinde onları baş tacı etmez, barındırmazdı.

TÜRKÇÜLÜK;

Çalışkanlığı ile, malı ile, canı ile, kanı ile, düşüncesi ile, kalemi egemenlik bayrağını hep gönderde tutan kişi midir?

Tarihte kurulmuş, yıkılmış çok sayıda Türk devleti vardır. Hepsinin kuruluş hikâyesinde bir önder ve hepsinin yıkılış hikâyesinde kalenin içten fethedilmesi durumu vardır. Bayrak hep gökte ancak başka ellerde taşınmasına engel olunamamıştır. Güçlü olmak için sadece bilek gücü gerekmediğini anlamış olsa önemli düşünürlerine sahip çıkar, bilim insanlarına değer veriri ve tarihte hep öncü bir millet olma özelliğini kimseye kaptırmazdı. Bunu yaptığı dönemler mutlaka olmuş ama bunun sürdürülebilirliği olmamıştır. Çünkü kendini yok etmek isteyen düşmanlarının içlerine kadar girip ona dogmalarla düşünme zehrini aşıladığını fark edememiştir.

Cumhuriyetin kuruluşuna imzasını atan, düşünceleri ile katkıda bulunan herkesin etkilendiği ulusçuluk akımı da cumhuriyet döneminden sonra ırkçılık ve bilek gücü çizgisine dönüşmüş düşünsel olarak geride kalmış bir TÜRKÇÜLÜK olgusuna dönüşmüştür. Türkçülük çizgisinde olduğunu düşünen insanların geçmişlerindeki kahramanlık hikâyelerinden etkilenerek kahraman olma sevdaları yine içlerindeki Truva atları ile yönlendirilmiş, düşünsel olarak gelişmeden eylemsel faaliyetlere gözü kapalı dalmanın TÜRKÇÜLÜK olduğunu, egemenlik bayrağını gökte tuttuklarını düşünmüşlerdir. Bu sayede kendileri gibi vatan sevdalısı olan kendi insanları ile kavga etmekten geri durmamışlardır. Çoğunun anlamını bilmediği “gomünist” sözcüğü ile yaftalanmış, barış, özgürlük, bağımsızlık diyen, zülme başkaldırıp ezilenin yanında yer alan, vatan ve millet çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutan insanları kendine düşman bellemiş ve asıl düşmanı görmezden gelmiştir. Geçmişte yaşamış insanlardan kendi gibi düşünenlere sahip çıkarken faklı düşünenlerin katline bile ses çıkarmamıştır. Türk’ün boyun eğmeyişi, özgürlüğüne düşkünlüğü, bağımsız yaşaması ile övünürken başka milletlerin göz göre göre ya da içten içe aramıza sızmasına, benliğimizi ve özümüzü ele geçirmesine engel olmaya çalışmamış, göz yummuştur.

Ordusunu, komutanını, askerini kutsal saydığını söyleyip bu kutsalı bir Cumhuriyet Bayramı’nda terör örgütü militanlarının geçidine Hazır ol vaziyetinde seyirci kalmak zorunda bırakıldığında sesini çıkarmamıştır.

Türkçülük, Bilge Kağan’ın “Titre ve kendine dön” haykırışını kendine ilke edinme zamanını çoktan geçmiştir. Zira bu sözü sadece söylemek yetmez. Bir sözü ilke ediniyorsan uygulaman da gerekir. Gelelim nasıl uyguladığına;

Yusuf Has Hacip benim bilge kişimdir deyip, Kutadgu Bilig başucu kitabımdır diyen kaç ülkücü onu okumuştur? Türkçü olduğunu söyleyenler öz Türkçe sözcüklerin yerini Arapça ve başka dillerdeki sözcüklerin yine bir Truva atı gibi işgal etmesine ses çıkarmışlar mıdır? Öz Türkçe sözcükleri kullanalım diyenleri hain ilan etmiş, hatta İslamiyet ile bağdaştırdıkları Arapçanın kullanımını kendilerine görev bilmişlerdir.

Türkçülük, sırtını yere getirdiği düşmanını bağışlayan olmaktan çıkmış, dost düşman demeden sırtından vurmaya dönüşmüştür. Türk töresindeki merhamet etme büyüklüğü terk edilmiş, kendinden olmayana yaşam hakkı tanımamaya dönüşmüştür.

Türkçülük, Süleyman Şah’tır diye övünürken, onun manevi hatırasına sahip çıkamamakla kalmayıp sahip çıkamayanlara sesini çıkaramamış ve hatta onlarla aynı safta olmayı kendine yakıştırabilmiştir.

Devlet geleneğinde eşitlik ve demokrasi olan özünü unutmuş egemenliğini tek adam düşüncesine teslim edenlere ses çıkarmamış, onlarla birlik olmuştur. Bırak devlet yönetimini öz kültüründe her alanda ön saflarda yer alan kadının, toplumda insanca yaşama hakkı engellenirken sesini çıkarmamıştır. Kadın anamızdır, hatunumuzdur, bacımızdır söylemleri ile gururlanırken her an öldürülme korkusu ile yaşamaya çalışan kadınlara sahip çıkamamış, onların öldürülmelerine engel olamamıştır. Namerde muhtaç olmamak sözü ile övünürken; kadının sosyal hakları, yasalar önünde eşitlik, korunması, sosyal devlet anlayışı ile yaşamını sürdürecek desteğe sahip olması, çocuğu ve kendi için el açmak zorunda kalmaması için gereken yasal düzenlemeleri göz ardı etmiş, onu namerdin kucağına atanlara ses çıkarmamış, duruma seyirci kalmıştır. Kutsal saydığı dini, haksızlığa ve yanlışa ses çıkarmayanı kendinden kabul etmez ama o bunlara göz yumar ve aynı zamanda bu sözle övünür.

Çaresiz olana çare olmak, güçsüze kol kanat germek, aman dileyene merhamet etmekle övünürken, ülkedeki çocuk tecavüzcülerine ses çıkarmamış, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamış, çocukları namertlerin eline teslim edenleri görmezden gelmiştir. O namertlerin toplum içinde serbestçe gezmelerinden hiç rahatsız olmamıştır. Türk’üz, ülkücüyüz sloganları atarken bu hainlerle yan yana durmaktan ar duymamışlardır.

Fiziksel yayılmacılık biteli çok oldu ey ülkücüler! Ülkümüz dediğiniz tüm dünyayı Türk yapma sevdası bunlar değil. Özünde var olan Türk kültürünü yeniden benimseyip özünüze dönecek ve gerçek Türklüğün, Türkçülüğün ne olduğunu anlayacak mısınız?

Ey Türk! Sana söylendiği gibi üstte mavi gök çökmeyecek, altta yağız yer delinmeyecek ama sen özünü bilmedikçe, eğitim, bilim ve müspet ilimleri kendine rehber edinmedikçe gözlerin kör kalır, ilinin ve törenin nasıl esir edildiğini fark etmezsin bile.

Kimse ait olacağı yeri seçerek dünyaya gelmez. Ancak dünyaya geldiği yeri, yurdu korumak ve onu kutsal saymak herkes için en doğal olandır. Bu kutsallığı korumak ve yüceltmek her ulus için aynı değerdedir. Türk töresi de bunu kabul eder. Her milliyetçilik kendi içinde doğru ve haklıdır. Her milliyetçiliğin savunması gereken eşit, özgür ve bağımsız bir ulus olma değeridir. Bu değer uğruna ezilen, sömürülen halkının yanında olmak güçlünün yanında olmaya yeğlenmedikçe milliyetçi olunmaz. Bir değer uğruna bedel ödemeyi bilmeden geçmişte bedel ödeyenlerle övünerek milliyetçi olunmaz. Çalışmadan, üretmeden hak sahibi olunarak, çalışan ve üreteni anlamadan, hakkıyla kazanıp hakça bölüşmeden milliyetçilik olmaz. Her alanda başkalarına bağımlı olurken, bütün ulusal değerler ayaklar altına alınırken, kendi vatanında kapitalist sömürü düzeninin demir yumruğunu yabancı şirketler aracılığı ile Türk ulusu üzerinde hissederken sessiz kalarak milliyetçilik olmaz.

Türkçülük geldiği noktaya iyice bir baksın artık. Size anlatılan yer durduğunuz yer değil. Durduğunuz yeri gerçekçi bir bakışla değerlendirmeden gerçek ülkünüze ulaşamazsınız. Zira o ülküden çok uzaktasınız. Bir ülkü sahiplenilmez, ülkü kazanılır. Ülküyü kazanmak için ilkeli olmak gerekir.

İLKAY KUMTEPE/3.5.2020