Son günlerde dış politikamız çok ciddi bir dalgalanma geçiriyor. Ermenistan’la başladık, durup dururken maç izlemek için Ermenistan’a gittik. Bir sürü dostluk-kardeşlik masalları anlattık. Kendimiz söyledik, kendimiz dinledik. Tüm verilen ödünler boşa gitti. Adamlar boyuna posuna bakmadan bize kafa tutmadan geri kalmıyorlar. Yaptığımız yanımıza kaldı. Komşularla sıfır sorun; oldu “00” sorun!


Peşinden bir yerlere “Bahar” geldi. Bahardan önce şimdikinden daha demokratik sayılabilecek rejimler yerine kökten dincilerin yerleştiğini kimileri hayretle(!) gördüler. Nesine hayret ediyorlar, ona hayret yani! Arap Baharına, yani saflara yutturulan söylemi ile “Demokrasi Şölenine” herkes davetli; biletler bedava! Sadece alkışlayacak, asıl oğlanla asıl kızın petrolü nasıl götürdüğünü(!) izleyecekler! Bu demokrasiye geçişi en çok destekleyen ülkelerin başında da kim geliyor biliyor musunuz? Suudi A. En Demokratik Laik Cumhuriyeti, BAE Çok Demokratik Laik Cumhuriyeti gibi, tüm dünyanın Demokrasi rejimini onlardan örnek aldığı Cumhuriyetle yönetilen bağımsız ülkeler! İşgalci devletler görevlerini yapıyor. Bilmeyenler için kısa not vereyim; örneğin ABD; daha dün Irak’a demokrasi getirdi! Şu anda dünyanın en bağımsız ve en demokrat ülkesinin Irak olduğunu tüm aklı başında insanlar biliyor; cahiller hariç!


Çok doğal olarak birileri eğer “Hıyarım var” diyorsa, birileri de eline bir avuç tuz alıp peşine koşacaklardı; nitekim onu da gördük çok şükür! Arap Dünyasının, Orta doğunun, hatta hızımızı alamayıp Tüm Dünyanın Lideri ilan edilen Sayın büyüğümüz ve ekibi de, çorbada tuz eksikliğine meydan vermemek için hızla bu Bahar piştiği söylenen kazana daldılar! Yani beklenen oldu.


İşin garibi her zaman iktidarın ne kadar doğru, tutarlı işler yaptığını söyleyenler, bu bahar işinde biraz şaşırdılar, ama yine de renk vermeyip, “yetmez ama evet” demeyi sürdürüyorlar. Daha ilkbaharda, yani bahar gelmeden kısa bir süre önce, biz bu ülkelerle can ciğer kuzu sarması gibiydik. Ailece ziyaretlerine gidiyor, kardeş ve dindaş dostlarımız diyerek işadamlarımıza talimatla buralarda yatırım yaptırıyorduk. TV ve gazetelerde daha sarmaş dolaş resimlerin mürekkebi kurumadı. Ama ne olduysa son 3-5 ayda oldu. Birileri belli ki ya kafamızı karıştırdı, ya biz bunların gerçek yüzlerini gördük, ya da birileri kulağımızdan tutup, “HOP, görevin BOP” falan gibi şeyler söyledi! Anlamadım gitti! Birden bire esip gürlemeye başlayıverdik.


Mısır’da rejim demokrasiye doğru hızla gidiyor! Eğer bizimkiler uyarmasa, “halkına eziyet etme, hemen demokrasiye geç, bak ben laik değilim ama sen ol” falan demese, Allahın Mısır’lısı ne anlardı demokrasiden falan! Bize bin bir dua ederek hemen en demokrat partisi olan Müslüman Kardeşler Şeriatçı Demokrasi Partisini iktidara getiriverdi. Bundan sonra sizler de ders alın, ey diğer Bahar vurgunu Arap ülkeleri!


Sonra bizimle tarih boyunca en iyi geçinen, Kıbrıs Barış Harekâtında tüm gücüyle yanımızda olan Libya için de insanlığımızı gösterdik. Kimse Libya’ya giremez dedik! Dedik de sözümüzün son harfi ağzımızdan çıkmadan elin demokrasi getirme görevlileri ağzımızı tıkayıverdi! Biz sözümüzü düzelterek yine kahramanca haykırdık; “kimse bizim uçağımızdan ve gemilerimizden yararlanmadan Libya’ya giremez!”


Libya da halloldu! Bizim milyon dolarlarla alacağımız, yüzlerce iş adamımızın yatırımları falan güme gitti sayılır. Biz “avuç nasıl yalanır?” dersini okurken ABD, AB ve bazı ülkeler Libya petrollerini yüzde kaçar paylaşacakları konusunu çoktan çözmüşlerdi!


Şimdi sırada Suriye ve İran var. Suriye ve İran bizim sınır komşumuz, akrabalık bağlarımız var. Günü birlik sınır ticareti ile geçinen insanlarımız var. Bunun için büyüklerimiz ailecek ziyaret edip, hazır gitmişken orada Bakanlar kurulunu da toplayıveriyordu. Bir sürü ortak karar, yatırım, anlaşma ve bu arada vizeleri “Şamgen” yapıyorlardı. Yine 3-5 ay içinde hain bir ilkbahar rüzgârı esti, biz Kıble esiyor sandık! Ama meğerse bu Baharın habercisiymiş! Rüzgâr yelkenlerimizi doldurunca kim tutar bizim gemiyi! Yelkenler fora daldık Suriye Liderine! “Alo; bana bak, daha geçen ailecek geldiğimizde de görmüştük ama misafiriz diye ses çıkarmamıştık, azıcık adam ol, halkına zulüm falan yapma, demokrasiye geç, bak bizim demokrasi o kadar ilerledi ki şu anda nerelerde ben de bulamıyorum, sen de hemen bundan yararlan, yoksa… Bak söyletme hani…” Eh, tabi anlayan anladı! Kendi bilir artık.


İşte iç politikada işler karıştıkça, cemaat hükümetin paçasından asılmaya başlayınca, bu cari açıkla bu bütçenin sonunda patlayacağı korkusu bastıkça, halkın dikkatini başka taraflara çekmek farz oldu. Önce Ana Muhalefet Partisinin sesini kısma taktikleri, hakkında fezleke hazırlatma yetmedi. Füze kalkanı görevimizi başarıyla yapmış olmamız da dışarıdakileri kesmedi. Halen BOP Eş başkanı olmanın görev ve sorumlulukları fena sıkıştırmaya başladı. İşte artık “BOP anayasasında söylendiği gibi sınırları ve rejimi değişecek ve içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu 22 Arap ülkesinden” acaba şu anda kaçıncıya geldik? “Güneş çarığı sıktıkça çarık da ayağı sıkmaya” başladı. Kılıçlar çekildi. İçeride Muhalefet ve Cemaat bir yandan, PKK ile yapılan anlaşmaların açığa çıkarılması, Suriye’de tutuklandığı ve casusluk yaptığı söylenen, bizdeki muhaliflerle değişimi istenen MİT’çiler diğer yandan, sıkıntı bastıkça basıyor.


İşte bu nedenle kurtuluş; Suriye ile ilk fırsatta sıcak çatışmaya girmek gibi görünüyor! Çünkü bizim milletimiz savaşçıdır. Savaş, ulusal konular, sınır-mınır deyince ayranı kabarır, her şeyi unutur, gözleri dolarak “Vatan-Millet-Adapazarı” demeye başlar! Tüm umut bu! Gündem de değişir, unutulur gider.


Fakat merak ediyorum; bir savaş durumunda “Silivri Ordusu” nerede görevlendirilecek? Birde “Bedel”ini ödeyen savaşa girer mi?


Bunu mutlaka ulemaya sormak gerekiyor. Yakında ezan yerine “Haydin Savaşa, Haydin Savaşa” diye bağırırlarsa şaşırmayalım!