Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun sorularına yazılı olarak cevap verdi. Mektubunda, 12 Eylül darbesine ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Erdoğan, bu kısma, “Bizim neslimiz, müdahalelerle mağdur ve ma’lul bir nesildir.” diyerek başladı.

        Erdoğan, “Çocuklarımız ve gençlerimiz, geçmişte yaşanan müdahalelerin bedelini bugün dahi öderken, bizler, yıllara sari bu bedelin yanısıra, müdahaleleri bizzat yaşayarak, müdahalelerde bizzat hedef alınarak mağduriyetler yaşadık. Şahsım ve arkadaşlarım, 12 Eylül 1980 müdahalesini ve 28 Şubat müdahalesini bizzat yaşadık ve bu müdahalelerde ağır bedeller ödedik.” dedi.

        Erdoğan, 1976 yılında MSP Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanlığı görevini yürütürken gerçekleşen 1980 darbesine doğrudan maruz kalan bir siyasetçi olduğunu belirtti. Erdoğan, 1980 darbesiyle, bütün siyasetçiler gibi kendisinin de siyasi faaliyetlerine ara vermek durumunda kaldığını aktardı. 12 Eylül 1980 öncesinde, sağduyuyu, soğukkanlılığı telkin eden; çatışmaların uzağında duran, birbiriyle çatışan taraflar arasında uzlaşmayı, barışmayı, diyaloğu öne çıkaran bir tavır içinde olduklarını kaydeden Erdoğan, “Yaşanan çatışmaların yapay olduğunu, kışkırtmaların neticesi olduğunu görüyor; gençlerin birbirlerine yönelik husumetlerinin, kendilerine, ailelerine, ülkeye ağır zararlar verdiğini bizzat müşahade ediyorduk. 12 Eylül öncesinde kardeşliğe, birliğe, dayanışmaya yönelik tüm çağrılarımız, bu yöndeki tüm gayretlerimiz maalesef karşılık bulamamış; kendi yakın arkadaşlarımız da dahil olmak üzere çok sayıda genç bu süreçte hayatını kaybetmiştir.” diye ifade etti.

        Erdoğan, 12 Eylül öncesini bizzat yaşamış biri olarak, müdahale öncesi manzaranın tamamen yapay tartışma ve çatışmalardan ibaret olduğunu hatırlatmak durumunda olduğunu kaydetti. Erdoğan, çatışma ve kamplaşma sürecinin, 'adeta bir müdahalenin gerekçesi, bir müdahalenin bahanesi, zemini olarak tasarlandığını' kaydetti.

        Gençlerin birbirine yönelik hasmane tutumlarına ek olarak, Meclis’in çözüm üretme iradesinin dışardan müdahalelerle yok edilmek istendiği değerlendirmesinde bulunan Erdoğan, 12 Eylül müdahalesi öncesinde de ekonomik çevrelerin, medyanın ve sivil örgütlerin kışkırtmaları süreçte önemli rol oynadığını belirtti. Erdoğan, askeri müdahale ile çatışmalar sona ererken, gençlik üzerinde, tüm millet üzerinde ağır baskılar, işkenceler, sindirmeler, hatta idamlar uygulandığını vurguladı. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

        “Müdahale sonrasında statüko kendisini tazelemiş, daha fazla güçlendirmiş, kurumların alanını olabildiğince genişletirken, sivil siyasetin alanını daraltmıştır. 12 Eylül müdahalesinin etkilerinin zayıflaması yıllar almıştır. 12 Eylül’ün gençler üzerinde açtığı derin yaralar iyileşmezken, millet iradesinde açtığı yaralar da daha uzun süreler kanamaya devam etmiştir. Sivil siyaseti ve hükümetlerin yetkilerini daraltan 12 Eylül süreci, belli bir noktadan sonra demokrasi ile statüko arasında yeni bir gerilimin doğmasına yol açmıştır. Bu gerilim, 28 Şubat 1997’de, yeni fakat “postmodern” bir darbe ile gün yüzüne çıkmıştır.

        Demokrasinin yavaş da olsa ilerleme kaydettiği, milli iradenin tekrar güç kazandığı, milletin tercihlerinin, talep ve beklentilerinin çok daha güçlü şekilde seslendirilmeye başlandığı bir dönemde, 28 Şubat’la statüko ve statükoya sırtını dayayan egemen güçler, bir kez daha kendilerini tazeleme, yeniden güç kazanma girişiminde bulunmuşlardır.

        Milletin oylarıyla iktidara gelen siyasi partilere yönelik tahammülsüzlük, milletin iradesini hiçe sayan fiili dayatmaya dönüşmüş, siyaset mühendisliğiyle yeni bir düzen oluşturulmaya çalışılmıştır. 12 Eylül sonrasında, İstanbul’da, siyasetin içinde aktif görevler almış biri olarak, siyaset alanının nasıl daraltıldığını bizzat yaşadım. 12 Eylül yasalarının sınırlandırdığı siyaset alanı içinde, milletin arzu, talep ve beklentilerini, yani millet iradesini idareye yansıtmak yolunda zorlu bir mücadelenin içinde oldum.”