Sudan Devlet Başkanı Sudan'da Türk Şirketi Ak Deniz İnşaat'ın şantiyesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafını görünce "Allahın Aslanı" yorumunu yaptı. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Aydın, İHH ekibiyle Giresun Federasyonu'nu  temsilen Sudan'a yardım için gitti.  Murat Aydın, Aydınses okuyucuları için Sudan izlenimlerini yazdı. İşte Murat Aydın'ın kaleminden İnsanlığa Aç Sudan...

SUDAN'DAN YÜKSELEN ÇIĞLIK 
(YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN
)

İKİNCİ BÖLÜM

Topkapı Restaurant’ta ağız tadıyla yediğimiz yemekten sonra tekrar eve döndük. Sudan ‘ın Başken’ti Khartoum neresi İstanbul neresi... Hani derler ya, ‘Dünya Küçük’..

Gerçekten dünya küçük... Sudan’da İstanbul’lu bir arkadaşla karşılaşmak... 

Restauranttan ayrılıp kaldığımız eve doğru yol aldık. Artık gece yarısı olmuştu. Yine sahurda ne yiyeceğiz derdine düşmüştük.. Çok bir seçeneğimiz de yok. Yine aynı menü... Beyaz peynir, zeytin ve krem çikolata... Buna da çok şükür... Gittiğimiz bölgede bunları alıp yiyemeyen o kadar insan var ki... Hemde çok şükür...

­ Hatta Abdulgani Sahura beklemeden yedi ve yattı. Ben ve Muhittin birlikte yaptık sahuru...

Sonra yattık ve uyuduk. Artık Darfur yolculuğu başlayacaktı. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Erhan Erol’u gördüm... Ramazan Programlarından birindeydi. Bunun rüya olduğunu, telefonum çalıp uyandığımda farkına vardım.

Telefonun diğer ucunda Aydın Çırak arkadaşımız vardı. Aydın Çırak, Yeşil Pınar Mahallesi’nde bulunan Yağlıdere Parkı içerisinde bulunan Yayla Cafe işletmesini emaneten bıraktığım arkadaş. Yağlıdereliler olarak 1995 yılında yaptığımız Hatıra Ormanı’na sahip çıkmak için girdiğim bu işe  beni çok sıkıntıya sokmasına rağmen yeşil hatırına devam ettim...

Aydın Çırak Cafe’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Eyüp Belediyesi ekipleri tarafından yıkıldığını söyledi.

Aydın;

-Başkanım Otobüs dolusu Polis ve Zabıtalar sabah saat 05:00’te geldiler. Cafeyi yıktılar.

- Nasıl olur Aydın orası dağ başımı?  Cafe içindeki malzemeler ne oldu? Onları toplarken bir tutanak tuttular mı? Nereye götürdüler?

Aydın;

- Hayır bir tutanak yok. Kamyona yüklediler götürüyorlardı. Birçok şey enkaz altında kaldı. Klimaları sökmediler. Daha ne var bilmiyorum. 

Daha öncesinde 3 gün içinde burayı boşaltın diye tebligat yaptıklarını söylemişti. “Görüş belediyedekilerle ben gelene kadar süre al” demiştim... Şifai olarak süre verildiğini söylemişti. Ancak 2 Ağustos Salı sabahı aldığım bu telefonla şoke oldum...

Giresun Federasyonu adına yardım amaçlı katıldığım bir gezi sırasında üç günlük tebligatla işyerinin yıkılmasına anlam veremedim...

SUDAN'DAN İNSAN MANZARALARI

GİRESUN FEDERASYONU İHH İLE BİRLİKTE YARDIMDA

Oradan yapacak birşeyim yoktu... Sonuçta kendi bütçeme göre ciddi harcamalar yaparak yaptığım cafe yıkılmıştı... Orada hep zarar ettiğim için öfkeye kapılma yerine Allah’a sığındım...

-Bunda da bir hayır vardır... Belki Allah’ın bir lutfudur... Ben böyle hayırlı bir işle uğraşırken gelip burayı yıkıyorlar. Belki yıllardır bana zarar veren bir kara delik kapanmıştır... diyerek kendimi avuttum.

Artık dönünce yasal takibatımı yapmaktan başka bir şansım kalmamıştı... Ama üç günlük bir tebligatla 8 yıllık emeğin yok edilmesi ağır bir ceza olarak yüreğime oturdu...

Avukatımı aradım ama o saatte ulaşamadım. Devlet eliyle gasp yapılmıştı...

Bu arada arkadaşlar Darfur izminizin çıktığını ve uçak kalkış saatinin yaklaştığını söylediler. Hamza gelip bizi aldı ve Khartoum Hava alanına doğru yol almaya başladık. Alana vardık bilet işlemlerimiz yapıldıkktan sonra bekleme salonuna girdik. 2 saatlik beklemenin ardından uçağa bineceğiz. Biletlerin içinde  bir tane First Class var. Bu bilet bana düştü. Ekibin içinde yaş olarak en büyük olmam işe yarıdı sanırım. Ama bu uçakta First Class bölümün bir anlamı ve ayrıcalığı olmadığını binince gördüm.

Artık Khartoum’dan havalanıp 1.5 saatlik Darfur yolculuğuna başlamıştı. Cam kenarında oturdum. Havadan yeri seyrediyorum ve bir taraftanda fırsat buldukça fotoğraf çekmeye çalışıyorum... Geçtiğimiz noktalarda seyrekte olsa ağaçlar görüyorum, su yatakları var... Bunları görünce şunları düşündüm;

-Bu coğrafyada tarım yapılabilir. Bu kadar insan aç, muhtaç... Neden bu toprakları işlemiyorlar? Neden bu topraklarda tarım yapılmıyor? Bu topraklar verimsiz olsa ağaçlar büyümez tamamen çöl olur...

Bu düşünceler ile Darfur üzerine vardık ve uçak inişe geçti. Çevrede askeri hareketlilik dikkatimi çekti. Darfur sorunlu bir bölge. Bu sorunlar daha havaalanına inmeden insanın dikkatini çekiyor.

Darfur’a indiğimizde İHH’nın Partner Kuruluşundan Abdul Yahya bizi karşıladı.

Sonra partner ekipten Abdulmecit'in ismen hitap edip Murat Aydın demesi dikkatimi çekti. İzinlerimizin alınması için formdaki fotoğraflar ve bilgilerden hepimizin isimlerini hafızaya yazmış. Belli ki Abdülmecit dikkatli ve zeki bir adam.

Bindiğimiz minübüsle birlikte kent merkezine geldik. Darfur, Khartouma’a göre daha az gelişmiş. Cadde ortalarında kırık dökük asfalt, kaldırım deseniz hiç yok, ara sokaklar ise tamamen toprak... Burada kent merkezi Khartoum’a göre daha kalabalık. Açıkpazarlar panayır alanı gibi.

Bir anda bizim Karadeniz’in eski yayla pazarları aklıma geldi. Yöresel ürünlerin satıldığı yayla pazarları... Toz toprak içinde  kurulan pazarlar.

Darfur’da ilk dikkatimi çeken hava alanındaki askeri hareketlilik  kent merkezinde de kendini gösterdi. Burada yerel asker ve polisin yanı sıra Birleşmiş Milletler güçleri de dolaşıyor.

Tabi bize fotoğraf çekmek yine yasak. Khartoum’a göre daha sıkı bir güvenlik çarpıyor göze. Böyle olması da normal aldığımız bilgilere göre.

Ekipte, Malatyalı Muhittin ile ben oruçlu kaldık. Diğer arkadaşlar zor şartlara dayanamayıp seferi oldular.

Artık akşam oluyordu...

İftar yaklaşmıştı.

Yanımızda Abdulmecit ve partner kuruluşun genç elemanlarından Emin var. 

Bir lokantaya gittik. Menüde, tavuk ızgara, tavuksuyu çorba, pilav, sıkma portakal suyu, dometes ezmesi var... Bayağı zengin bir menü... Tek sıkıntı sinekler aman vermiyor. Yemeklere konuyor, ekmeklerin üzerinden gitmiyor... Bir taraftan sinek kovalıyor, bir taraftan akşam ezanının okunmasını bekliyoruz.

Yemeğimizi yedikten sonra konaklama yerimiz olan Alsam Hotel’e geçtik... Otel derken, Khartoum’da evde kalmıştık, burada daha konfor beklerken birde ne bulalım kaldığımız evi aradık. 6 kişilik ekip üçer kişilik iki oda...

Oda ama ne oda...

Pislikten batıyor, her tarafta böcekler dolaşıyor, duvar kenarları örümcek ağlarıyla örülmüş, lavabosunda kir katmerleşmiş. Sivrisinekler vızır vızır dolaşıyor.

Bizim için kötü olan bu şartlar ordaki insanlar için 5 yıldız niteliğinde lüks...

Vücudumuzu ilaçlayarak sivrisineklerden korumaya çalışıyoruz.

Şartlar bize göre ne kadar zor olursa olsun şikayet edecek lüksümüz yok... Dedim ya, bu otel orda yaşayan insanların yaşam tarzlarına göre çok lüks...

Şimdi belki yazıyı okuyan okurlardan tepki de gelebilir, bu şartları neden yazıyorsun diye... Evet belki bir an haklı olduklarını düşünebilirler...

Ancak bu şartları yazmadan gittiğimiz ve yardım yaptığımız bölgede insanların hangi şartlarda yaşadığını daha zor şartlarda yaşam mücadelesi verdiğini nasıl anlatabiliriz.

Tabi ki, bu şartların fakirlikle çok ilgiside yok... Su var... Musluklardan akıyor. Pislik sadece görgü tembelliğinden kaynaklanıyor diyebilirim...

Buralarda müslüman kardeşlerimiz yaşıyor. İslam dininin en önemli şartlarından biri temizliktir...

O halde orada yaşayan insanlara bu yardımın yanı sıra bu eğitimin de verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Suyun olduğu yerde bu kadar kötü şartlar üretmek ancak miskinlikten kaynaklanır. Hele ki burası geceliği 100 dolar olan bir otelse bunları dile getirmekten daha doğal ne olabilir.

Lavabosunda sabun bile yok el yıkamaya... Neyse ki her tür temizlik maddesini yanımızda götürmüştük...

Benim çocukluğumda köylerde bugün kullanılan deterjanlar yoktu... Ama rahmetli annem, kullandığımız bakır kapları kül ile yıkar pırıl pırıl yapardı... Sadece annem değil tüm halk böyle yapardı... Yamalı pantalon giydirirlerdi ama asla pis, kirli olmazdı...

Otelin en hoşuma giden yanı kliması iyi çalışıyordu. Sudan’da bulunduğum sürece ilk defa terlemeden bir gece geçirmiştim.

Sahur yapamadık ve orucu seferi yaptık. Akşam yemeğinde menü zengindi ama damak tadımıza göre değildi.

Kaç gün geçtikten sonra amacımıza hizmet edecek gün gelmişti. Sabah tüm ekip buluştuğumuzda zorlu bir günün başlayacağı belliydi.

Bu arada Giresun Fedarsyonu Başkanı Hasan Turan’ın mesajını okudum. Ardından bir telefon görüşmesi yaptık. Yanımda getirdiğim federasyona ait görselleri sordu. Mutlaka bu görselleri yardım alanlarında kulanmam gerekiyordu.

YETİMLERE KIRTASİYE VE GİYECEK YARDIMI


Yardım programımızın ilk toplantısı yetimler içindi. Darfur Niyala’da yeni yapılan bir salonda toplanan yetimler ve anneleri bizleri bekliyordu. Herşey partner kuruluş ve Darfur Yerel Yönetimi tarafından organize edilmişti. Bize salona girip paket halindeki kırtasiye ve giyecek malzemelerini dağıtmak kaldı.

Salonun kapısına geldiğimizde yetim siyah çocukları gördük. Onların siyah bedeni içersinde göz beyazları adeta ışık saçıyordu çevreye...

Alacakları küçük yardımlar onlar için o kadar önemliydi ki, üç yaşındaki bir çocuk verdiğimiz bir balonla bile o kadar mutlu oldu...

Balonu şişirmeye çalıştı olmadı... Sonra elinden alıp şişirdim ve verdim... Isırmaya çalıştı. Bir ara balonu elinden yere düşürdü... Yere düşüp zıplayınca  tekme atmaya başladı. Çok hoşuna gitmişti. O kadar mutlu görülüyordu ki, balonu yakalayıp patlattığında ise bir anda sanki tüm umutları bitmişti...

Yine yanımıza yaklaşan 10-15 yaşlarında bir kız çocuğu... Üzerindeki elbisesi yeniydi belli ki... Gelen yardımlardan çıkmıştı... Dikatimi çeken ise bu siyah tenli güzel kız çocuğunun ayağı çıplaktı...

Orada şunu düşündüm. Yardımlar ne kadar planlı yapılıyor(!)

O küçük çocuğun sevinerek alıp oynadığı balon patlayınca ne düşündü...

Acaba gözleri mutluluktan parlayarak elde ettiği balon umutlarını mı söndürdü? Annesinin koltuğu altında o kadar masumane bir duruş sergiledi ki...

Yanağına ve dudağına konan sinek bile onu harekete geçiremedi...

Artık salonda Giresun Federasyonu’nun da önemli katkıda bulunduğu İHH’nın yardım programı başlamak üzereydi. Hazırlıklar yapılıyor. Elimdeki Giresun Federasyonu görselini öyle bir yere asmalıydım ki; bu an fotoğraflara yansısın. Pankartı kendim asmaya çalışırken diğer asılı pankartların hepsini indirdim. Sonra salon görevlilerine Giresun Federasyonu pankartını en üste asmalarını vücut dili ile anlattım. Üstte Giresun Federasyonu Pankartı, altında ise İHH kalmıştı...

Bu benim hoşuma gitti. Federasyon başkanımız Hasan Turan’ın bu isteğini en iyi şekilde yerine getirdiğimi düşündüm. Düşündüm düşünmesine de , İHH’nın pankartının altta kalması diğer arkadaşların pek hoşuna gitmedi sanırım... Artık program başlamıştı. İHH kameramanı rahatsızlığını dile getirdi.

-       Görüntüler, organizasyonda Giresun Federasyonu’nu öne çıkardı...

Program devam ediyor, sırayla salonda bulunan yetim çocuklara kıyafetlerini ve kırtasiyelerini dağıtmaya başladık. Benim için son derece mutlu bir andı. O kadar muhtaç insana kilometrelerce uzakta yardım dağıtmak nasip olmuştu. O anı yaşamak çok başka bir duygu. Hele ki bunu bir STK  adına yapmak daha büyük bir mutluluk.

Giresun’u Sudan’da Darfur’da temsil etmek...

Herkese her zaman nasip olmayacak bir duygu ve yükümlülük... Bu görevi bana veren Federasyon Başkanı Hasan Turan’a dua edip ‘Allah razı olsun” dedim...

Bazı toplanılarımızda bu tür yardımlar tartışılıyor.

“Biz yardım kuruluşu muyuz” diyen arkadaşlarda çıkıyor. 

Ancak bir il STK’sının Uluslararası bu tarz organizasyonlarda yer almasının önemini gidilen bu noktalarda anlamak daha mümkün.

Daha önce de Pakistan’da sel felaketinin ardından Giresun Federasyonu evler yapmıştı. Bu Federasyon’un hacmini ve büyüklüğünü sadece Giresun’a değil tüm Türkiye ve Uluslararası mecraya taşıyor.

Hemen bir not düşeyim; Giresun Federasyonu uluslararası bu yardımları yaparken, Giresunlu muhtaç aileleri de unutmuyor.  Giresunlularda Federasyon’un bu yardımlarından yararlanıyor.

MÜLTECİLERE GIDA YARDIMI

Yetim çocuklar programı bitmiş ve artık mülteci kamplarında yapılacak gıda yardımlarına sıra gelmişti. Mülteci yardımları ertesi güne kaldı. Orada öyle istediğin gibi hareket edemiyorsun, verilen programlara göre yardım dağıtımı yapabiliyorsun.

Artık Darfurda ilk günümüz ve ikinci gecemiz olmuştu. Bu arada bir haber geldi. Yetim yardımlarının yapıldığı toplantıya katılan Din İşleri Bakanı Aliya bizi iftar için evine davet etti.

Ekip olarak toplandık, Partner Kuruluştan görevlilerle birlikte bakanın evine gittik. Dörtyol ağzı bir yerde sokak kapatılmış, iftar sofrası kurulmuştu. Darfur’da adet buymuş.

Sokak komşuları sokakta kurulan sofrada birlikte iftar açıyor. Sokak iftarı doyumluk değil. Ön yemek. Ardından akşam namazı kılınıyor birlikte. Sonra ise herkes kendi evinde yemeğine devam ediyor...

Bu sokak iftarının en önemli tarafı, evinde yiyecek yemeği olmayanlarında karnını doyurmak olarak anlatılıyor.

BAKANIN EVİNDE İFTAR MENÜSÜ

Sokaktaki menüde;

Çorba, Aside (Züra denilen buğdaya benzeyen bir tahıldan yapılıyor), Domates sosu, Hurma, Meyve Suyu, Şekerli Mercimek...

Yan yana sıralanarak yer sofrasına oturduk.

Yanımda bulunan adı Abdullah olan Bakan Yardımcısı olduğu söylenen kişi sağ elinin dört parmağını kaşık yaparcasına domates sosuna daldırda ve aldığı sosu Aside’nin üzerine bırakıp parmaklarıyla kırıştırdı. Yine karıştırdığı noktadan aldığı asideyi ağazına götürdü...

Öyle bir yemeye başladı ki oldukça iştah açıcıydı (!). Bu arada biz de caselere konulan çorbaları bizim kaşıklara benzeyen ancak daha çok teneke gibi olan kaşıklarla içtik.

Aside bizin un helvaları katılığında biryiyecek. Daha önce tadına bakmıştım. Dometes sosuyla fenada olmuyor...

Abdullah ilk dalışından sonra bizim elle yemediğimizi görmüş olacak ki, diğer siyapların önünde olan Aside’den yemeye devametti.

Yer sofrasından kalktıktan sonra Bakan’ın sur gibi yapılmış evinin güvenli kapısından içeri girip bahçede kurulan sofrada yemeğe devam etik.

Burada menü daha zengin. Pilavüstü et, ızgara tavuk, Kızarmış patates, havuç, roka...

Yemekler damak tadımıza uygun... Karnımızı bir güzel doyurduk... Ardından kahve ve çay...

Kahve bizim Türk kahvesi cinsinden ama baharatlı... Onunda kenndine göre bir demek tadı var... Olsa yine içermiyim? Doğrusu içerim... Fena değildi.

SUDAN’DA SAATLE İŞ YAPILMAZ...

4 Ağustos Perşembe günü proğramında mülteci kampları vardı. Gelen bir haber Khartoum’a dönüş uçağının sabah saat 10:00 olduğu yönündeydi. Bizim Mülteci kampı programı iptal oldu. Tabi Darfur gibi sorunlu bir bölgede bu saatlerin sürekli değiştiğine şahit olduk. Sonra uçağın saat 11’de kalkacağı söylendi. Oysa biz akşam dönmeyi planlıyorduk. Uçak akşam saat 18:00’de kalkacaktı. Mülteci kamplarında yardım programını bitirip dönecektik. İznimiz olmasına rağmen saatler sürekli değişebiliyor. Neyse biz olmasak ta Mülteci kampı gıda dağıtımı İHH’nın Darfurda bulunan ekibi ve partner kuruluş tarafından yapılacaktı. Önce gıda deposuna gittik ve yardım paketlerini gördük. Uçağın bir saatlik gecikeceği haberi üzerine Darfur’a yakın bir mülteci kampına giderek oradaki insanların durumunu görmüş olduk.

Derme çatma kulübelerde yaşayan insanların sayısı milyonu aşıyor.

Abdulmecit Amir ve Abdullah Ömer’den aldığımız bilgiye göre Darfur’un nüfusu 6 milyon civarında... Bu bölgede yaşayan mülteci sayısı ise yaklaşık 2 milyon.

Mülteci kampına giderken  Birleşmiş Milletlerin büyük bir gıda deposu gözümüze çarpıyor. Yine Türk yardım kuruluşlarının da merkezleri var Darfur’da. Kızılay bayrağı ve Türk bayrağını orada görmek insanı gururlandırıyor.

Abdülmecit Amir Darfur bölgesinde yerle yaklaşık 120 yardım kuruluşu olduğunu belirtiyor ve bunlardan 20 tanesinin faal olduğunu söylüyor. Kendilerinin 5 yıl önce kurulduğunu ve İHH sayesinde büyük bir mesafe ketettiklerini sözlerine ekliyor.

Darfur’da tarıma elverişli arazilerin işlenememesinin sebebi ise Arap kabilelerle yerliler arasındaki çatışmalardan kaynaklanıyor. Mülteciler ise bu çatışmalardan kaçan, yerini yurdunu terk edip canını kurtaran yerlilerden oluşuyor.

Derme çatma Mülteci kamplarını gezerken insanların yardım kuruluşlarından beklentileri gözlerinden okunuyor. Çocuklar yardımlara öyle alışmışlar ki hep bir beklenti içindeler.

Zaman ilerlerken, uçak saatini sorduğumuzda Hamza Dinçer, “Burada hiç bir şeyin zamanını vermek doğru değil. Sabah saat 09:00 derler aksam olur” dedi.

BURADA İNSAN YAŞAR MI? YAŞIYOR İŞTE...

Kampları ilk gördüğümüzde akla gelen tek şey;

-Böyle bir yerde yaşanır mı?

Evet bu soru doğru ama yaşınıyor işte... Hem de yüzbinler yaşıyor bu kamplarda. Güttiğimiz kampta 80 bin kişini yaşadığını öğrenince şaşırdım.

Mültecilerle ilgili çare ne diye zorduğumuzda aldığımız cevap şu oluyor:

-Mülteciler köylerine dönecek ve tarım yapacaklar.

İşin bu tarafını konuşup düşünürken bir taraftanda fotoğraf çekiyoruz. Ayakları çıplak açlıktan çılız kalmış, siyah tenlerinin arasında sadece gözleri parlayan bembeyaz dişleri ile yaşam umudu veren çocuklar çıkıyor karşımıza...

Hep birlikte koyuşorlar kamera karşısına...

Detay çekemiyoruz koşturmacadan... çocuklar kameranın önünü kapatıyor... Onlar alışmışlar kameralara. Çünkü her gün her saat bizim gibi gelip giden onlarca yardım kuruluşu var o coğrafyada.

Bu arada çocuklar kamera karşısında Türkiye Türkiye diye bağırmaya başlılyorlar.

Kampta kısa bir turdan sonra tekrar otele döndük, artık dönüş için hazırız derken gelen yeni bir bilgi uçağın saat 14’da alana ineceğiydi.

Murat Ekrem ve Hamza gıda dağıtım programı ve çekim yapmak üzere bizden ayrılırken vedalaştık. Darfur yolculuğundan geriye dönüş başlamıştı artık.

Ve Abdullah Yahya gelip bizi aldı ve Nilaya Havalanına gitik.

UÇAK GEÇ KALACAK DERKEN BAŞIMIZA GELENE BAKIN

Bir de ne görelim...

Uçak çoktan gelmiş yolcular içeri girmiş, kapılar kapanmış...

Alanda Abdullah Yahya’ın girişimleri ile uçağa binmeyi başarıyoruz. Ve sonrasında 1.5 saatlik Khartoum’a dönüş yolculuğu başladı.

Uçak havalandıktan sonra kemerimi çözüp not defterimi elime alıp günlük yazayım dediğimde bir de ne göreyim...

Not defterinde kalemi bıraktığım ve ilk açtığım sayfada bir kene duruyor. Sayfayı açınca birden hareketlendi... Sudan hatırası olsun diye daha önce çektiğim böceklerin yanına bunuda fotoğraflayarak arşivime aldım.

Sonrasında n eyaptığımı söylemek istemiyorum keneye... O beni ısıracaktı ben onu...

Herşeyi belgelendirmek mesleğin verdiği bir özellik olsa gerek.

Ve notlarımı yazarken iniş uyarısı geldi.

Bu arada şunuda hatırlatmadan geçemeyeceğim... Ucağa geç kalmıştık kalmasınad güvenlik kontrolünden geçerken ise taciz edilircesine arandık. O kadar uçak yolculuğu yaptım ilk defa böyle bir arama gördüm...

Khartoum’a inince gidecek bir yerimiz var artık... Topkapı Restaurant.

İstanbul dönüş yolculuğu ise gece saat 02:00...

 

TÜRK CAMİ MİMARİSİ ALNUR İSLAM MERKEZİ

Bu arada geçen zamanı Topkapı Restaurant’ta Çetin Şahin’le röportajle geçirdik. Bu arada yanımıza gelen Erhan Özbek isimli bir arkadaşla tanıştık. Türk Mühendis Erhan Öztürk, Sudan’da önemli projelerde çalışmış... Muhabbet devam ederken, Sudan’da bulunduğu projelerden bahsetti.

Bu projelerden en önemlisi ise Sudan Devlet Başkanı’nın Türkiye’ye gelişinde gezerken gördüğü Sultanahmet Cami mimarilerinden esinlenerek yaptırdığı Ömer El Beşir Camii... Elbeşir bu gezi sırasında “Babamın adına böyle bir cami yaptıracağım” diyor...

Önce Ömer El Beşir Cami olan külliye tepkiler nedeniyle sonra Alnur İslam Merkezi adını almış.



FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN!

Alnur İslam Merkezi’nde Kuran Kursu, Morg, Alışveriş Merkezi, Cenaze yıkama yeri gibi alanlar mevcut. 4 Minareli Camiiye yürüyen merdivenlerle girilip çıkılırken 11 adette asansör bulunuyor.

Camiinin müteahitliğini ise Erhan Öztürk’ün proje Müdürlüğünü yaptığı KGM Grup bünyesinde bulunan Akdeniz İnşaat yapmış. Cami 5 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği bir kapasiteye sahip. Cami’nin alışveriş merkezini ise Sena Merketler Zinciri Türkler çalıştırıyor.

Erhan Özbek bunları anlatırken, hemen fotoğraf çekme isteğimi dile getirdim. Mümkün mü diye sordum. Çünkü Sudan’a gittiğimizden bu yana fotoğraf çekmek hep yasaktı.

Erhan Özbek, yaptığı işlerden dolayı Sudan bürokrasini en üst düzeyde tanıyor. Beşir ve kardeşleriyle çok rahat görüşebiliyor.

Birlikte Camii’ye gittik ve gece fotoğrafları çektik. Gerçekten geniş bir arazi üzerine kurulmuş bir camii... Sudan’da Türk Camii mimarisinin tek örneği. Sultan Ahmet Camii’nin ihtişamanını daha fazlasıyla gözler önüne getiriyor.  Çünkü sadece cami olmaktan öte bir İslam Yaşam Merkezi gibi...

ERDOĞAN ALLAHIN ASLANI

Özbek’ten Sudan’a ilişkin başka bilgilerde alıyoruz...

Örneğil Ömer El Beşir’in Maraş Dondurması’na bayıldığını, her hafta Türkiye’den Beşir’e Maraş Dondurması gittiğini başka hangi kaynaktan öğrenebiliriz.

Yine Ömer El Beşir bir Tayyip Erdoğan  ve Abdullah Gül hayranı...

Camii yapıılrken Şantiye binasında bulunan Tayyip Erdoğan fotoğrafını gördüğünde yaptığı yorum çok önemli;

-Allah’ın Aslanı...

Özbek bunu şöyle anlatıyor; Elbeşir özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta söylediği “One Minute” sözünden sonra Başbakan’a çok yakınlık duymuş. Onun için Erdoğan’a Allah’ın Aslanı diyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de çok seviyor. Erdoğan ve Abdullah Gül’ün islam dünyyasının lideri olacağına inanıyor.

KADDAFİ’NİN KIZININ OTELİ

BURJ AL FATEH (FATİH’İN KALESİ)

Sudan’da Türkler’in yaptığı önemli eserlerden biri ise Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin kızına ait Burj Al Fetah (Fatih’in Kalesi) adlı otel. Nil Nehri üzerinde yapılan ve yumurta görüntüsündeki bu otel 5 milyon dolara mal olmuş.



Khartoum’un en ünlü AVM’si AFRA Alışveriş Merkezi’de Türk Müteahitler tarafından yapılmış. KOMBASSAN Holding tarafından yapılan bu Alışveriş Merkezi’nin Proje Müdürlüğünü yapan Önder Göktaş, aynı zamanda Kaddafi’nin oteliyle ilgileniyor ve bu otel inşaatını KGM Grup’un yapmasına önayak oluyor.


 Çetih Şahin ve Erhan Özbek sayesinde Sudan yolculuğunun son saatlerinide böylece değerlendirip gece saat 02:00’de türk Hava Yolları Uçağı’na adım attığımızda kendimizi Türkiye’de sanıyor ve sabah olduğunda İstanbul’da nefes alıyoruz...