Korona gerilemiş gibi görünürken, tekrar nisan ayından daha yüksek değerlerle baş başa kaldık.

Nisan, mayıs ayında büyük titizlikle yaşamımızı sürdürürken ve de sosyal ilişkileri en aza indirip asosyal bir yaşam sürerken haziran ayında birileri ''Yeninormal'' diye bir fikirle ''haydi yeniden başlayalım'' dedi.

Halk zaten aylarca evine hapsolmuşken kitleler halinde köylerine, tatil yerlerine ,AVM'lere akın etti.

Yaz boyunca bütün ilişkiler hiç korona yokmuş gibi sürdürüldü.

Oysa biten hiçbir şey yoktu ,sosyal yaşamın bitmesiyle ekonomi durmuştu en basit işletmeler bile iflasın eşiğine gelmişti.

Bu durumda devletin söylemesi gereken ''oturun evinizde sizin sağlığımız önemli ben size iki üç ay bakarım'' demesi gerekirken devlet vatandaştan on lira isteyince film koptu.

Bize anlatılan devlet baba gitmiş yerine halktan yardım isteyen acz içine düşmüş bir babayı görmüş olduk.

Yani hep beraber şefkatli bize bakması gereken devlet babanın aslında bize muhtaç olduğunu gördük.

İşte yadıma muhtaç duruma gelmiş devlet baba ''ben size bakamıyorum herkes başının çaresine baksın'' dedi.

Evet bu durumda halk yeninormal içinde hiçbir şey yokmuş gibi eskiye dönüverdi ve korona yokmuş gibi iç içe yaşamaya başladı.

Sonuç gene günlük altmış ölüm ve de her gün bin sekiz yüz yeni korona vakası.

TTB'ne (Türk Tabipler Birliği) göre ise bu sayıları onla çarpın diyor.

Bu durumda her gün on sekiz bin yeni hasta ve altı yüz ölüm.

Bu durumda ne yapılır? Hiçbir şey, her şeyi devlet halka bıraktığına göre doğa kanunları işleyecek, doğa gerekeni yapacak.

Tıpkı bir ormanda altta kalan ve güneş ışığı alamayan ağaçlar gibi yaşlılar, kronik hastalığı olanlar, fakirler, yeterli beslenemeyenler ve hergün iş için evinden çıkmak zorunda kalanlar ölüme yakalanacaklar güçlüler, sağlıklılar zenginler ve de çalışmazsa aç kalmayacak olanlar yaşayacak.

Tedbirsiz yeni doğal seleksiyon içinde güçlüler yaşayacak, zayıflar yok olacak.

Şu anda durum budur ve devletin eğitimde, çalışma yaşamında ve sosyal yaşamda yapabileceği işler çok sınırlıdır veya bazı alanlarda hiçbir şey yoktur.

Halkın aklını kullanıp sağ kalmanın bilimsel şartlarına uyacak ve yaşayacak bunu beceremeyen eğitimsiz, bilgisiz, bilime kulak vermeyenler ve ekonomisi olmayan kesimler içinden ölümler çıkacak.

Sonuçta acımasız doğa kanunlarıyla halk nasılki Giresun Dereli'de kaderine terk edildiyse bugün de Dereli'de selden yok olan insanlar gibi koronadan yok olacak insanlar olacaktır.

Türkiye nüfusunun ne kadarı ölür? Bilemem ama şunu biliyoruz ki her yurttaş ölümle burun buruna yalamayı öğrenmek zorunda.

Bizi koruması ve kollaması gereken devlet babayı unutup kendinize dikkat edeceksin ve de ölmemenin şartlarını bilim adamlarını dinleyerek yerine getireceksin.

Zaten toplum ekonomik ve sosyal sorunlardan, din baskısından, aile cehaletinden, koca dayağından erkek şiddetinden bıkmış, yaşam zevkini kaybetmiş bir şekilde ölüm özlemi içinde ''Allah canımı alsın da kurtulayım'' derken korona canını almak için ben geldim demiştir.

İşte bu ortamda can sıkıcı sosyal psikolojinin egemen olduğu toplum içinde yaşamak zorundayız.

Koronaya aldırmadan yaşamın arkasında bu boş vermişlik ve de hayattan beklentilerin azalmasına bağlamak gerekir.

İnsanlar yaşam sevincini kaybettiği için ölümden korkmuyor ve koronaya aldırmıyor.

Ne olursa olsun yaşamak için her bireyin kendi içinde yaratabileceği çok nedeni olmalı ve yaşamın bir dalına sarılmalıdır.

Çünkü yaşamak insanlığın binlerce yıldır inatla başardığı bir doğa olayı.

Ölmek ise her şeyin sonlandığı, sonsuz bir bilinmezliğe gidişin başlangıcı.

Herkesin yaşama sıkı sıkıya sarılıp yaşamak için çok önemli bir neden bulması ve yaşama sıkı sıkıya sarılıp korona belasından uzak durması için birçok kuvvetli nedenimiz olduğunu akıllarından çıkarmaması en büyük arzumuz.