Su olmadan hayatın olmayacağını herkes biliyor.

Dünyanın üçte ikisi su,insan vücudunun da üçte ikisi su.

Dünyada içme sularının sıvılar içindeki oranı %3 yani dünyada içilecek su bol değil.

Malum dünya yüz elli bin yıl önce buzul çağını yaşadığında orta Avrupa'nın tamamı ve Fransa'nın orta yerine kadar buzulla kaplıydı.

Denizler yüz yirmi metre düşük kottaydı ve buzul çağıyla birlikte denizler bu günkü seviyeye geldi.

İzmir'den Yunanistan'a yürüyerek gidiliyordu,Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz yoktu, buzulların erimesiyle oluştu.

Yani dünya milyonlarca yıldır ısındı, soğudu,soğudu, ısındı.

Dünyanın ağırlığı 6.6x10üzeri 11, yani...6.600 000 000 000 ton.

Bu ağırlık ilk oluştuğu gün neyse, bugün de aynı.

Milyarlarca yıldır bu ağırlık değişmedi çünkü vardan yok olmadı, yoktan var olmadı her şey yerli yerinde duruyor, sadece şekil değiştiriyor.

Üzerindeki insanlık ve canlılarda doğal seleksiyon içinde bu değişime göre şekil değiştiriyor.

Soğukta farklı deri, sıcakta farklı deri geliştiriyor,giydiğine iklime göre karar veriyor, sıcakta çıplak dolaşıyor, soğukta kürklere bürünüyor.

Ayrıca dünyanın kütlesi ilk oluştuğu gün neyse bugün de aynı.

Dünyada sular ilk oluştuğu gün kaç metre küp ise bugün de o kadar.

Buz oluyor eriyor kapladığı hacim ve kütle sürekli aynı.

O zamanlar insanlık avcı toplayıcı insan olarak yaşıyordu, yerleşik düzene ve tarım toplumuna henüz geçmemişti.

Buzullardan kaçarak Akdeniz havzasında Homosapiens ve Neandarteller olarak yaşıyordu.

Bundan yirmi bin yıl önce dünya tam olarak buzul çağından çıktı ve denizler doldu.

Şimdi dünya tekrar yeni bir ısı dalgasının etkisi altında ve son kalan Antarktika buzulları ve dünyanın en yüksek yerlerindeki buzullar eriyor.

Bu şekilde devam ederse, 2100 yılında deniz seviyesi altı metre yükselecek ve sonuçta birçok ada deniz altında kalacak.

İstanbul'unda sahillerindeki yerleşimlerin tamamı su altında kalacak.

Bu işin tarihi kısmı, şimdi gelelim İstanbul'a.

İstanbul, Kızılırmak havzası, Yeşil Irmak havzası ve kısaca Anadolu bu kuraklık dalgasından bu yıl çok daha fazla etkilenmiş görünüyor.

Belki de bu dalga yıllarca devam edecek.

İstanbul da barajların ortalama doluluk oranı %26' lara kadar gelmiş bulunuyor.

Bu durumda ne yapmak gerekir?

Tek yol var akıl ve bilime sığınmak ve bunun gereğini yapmak.

İkinci yol ise bilmeyi bırakıp, inanmaya sarılmak ve doğal seleksiyon önünde yok olup gitmek.

Bunu yapan bazı eksik beyinliler ise, ''İmamoğlu geldi, CHP geldi İstanbul'da su kalmadı, kuraklık oldu'' diyerek kuş beyinlerini bilimden ve dünyanın milyonlarca yıllık doğal seleksiyonundan muaf tutarak bilimi siyasete kurban etmeyi tercih ediyorlar.

Neymiş, İmamoğlu solcuymuş, İstanbul kurumuş.

Bunu söyleyenler için mantık yürütmeye gerek yok ama, gene de söyleyelim.

Kutsal mekan olarak bildiğimiz Mekke, Medine milyonlarca insanın duasının her gün gümbür, gümbür yankılandığı Arabistan havzası neden çöl?

Şunu bilinki, yüz elli bin yıl önce Kuzey Afrika'dan Arabistan'a kadar çöl falan yoktu, tamamen ormanlarla kaplıydı.

Çünkü yüz elli bin yıl önce din de, kitapta, inançta yoktu.

İnsanlık korkularından kaynaklanan inanç biçimleri geliştirmişti. Anlayamadıkları ,çözemedikleri Güneşe,aya,yıldırıma yağmura ve doğa olaylarına tapıyordu.

Neyse bu konular antropolojinin konusu biz gene konumuz olan su ve İstanbul'a geriş dönelim.

İstanbul bugün dünyanın fakir fukarasının sığındığı bir liman olmuş ve belkide dünyanın bütün ırklarının bir arada yaşadığı tek şehir.

Yani bundan dolayı da bir ucu İzmit, diğer ucu Çorlu olmuş durumda.

Anadolu'da göllerden, derelerden, ırmaklardan ve yayla sularından kopup gelen insanlar üç kuruş paranın başını bekleyerek, sürünmeye ve ömür törpülemeye devam ediyorlar.

Kuraklık İstanbul'u vurduğuna göre, kısa vadede yirmi milyon nüfusu on milyona düşürmenin bir yolu olmadığına göre, bu kadar insana su bulmaya şimdiden kafa yormak gerekiyor.

İstanbul'un suyu balkanlardan, Melen havzasından, bir de yağan yağmurlardan kaynaklı dolan barajlardan sağlanıyor.

Bu durumda, buralar yeterli olmadığına göre Melen barajı siyasete kurban edildiğine göre, İmamoğlu'nun elini, kolunu bağlamış görünüyor.

Anadolu'daki su kaynaklarını İstanbul'a taşımak.

İkincisi Bizans'ın yaptığı gibi her ilçeye veya mahalleye yer altı sarnıçları yapmak.

Bunun için yağmur yağdığında apartmanların dışarıya akan çatı sularını depolamak veya sokaklarda boşuna akan suları yeni yapılan sarnıçlarda toplamak.

Bunun dışında deniz suyundan faydalanmak.

Bugün İsrail bu yolda çok büyük mesafe almış durumda.

Biliyorsunuz tarımda vahşi sulamanın yerine damlama sistemini bulan ve dünyada da yaygınlaşan bu yöntemi bulan da İsrail'dir.

Anadolu'nun sularını toplayalım İstanbul'a getirelim,İstanbul'un mevcut barajlarında depolayalım.

Akan isale hattını da doğrudan şehir akış isale hatlarına verelim.

Bu projenin yapılması çok zor değil.

Bugün Kafkaslardan ve Arap coğrafyasından Akdeniz'e, Karadeniz'e ve Karadeniz altından Avrupa'ya giden petrol boru hatları mevcut.

Bunu otomobili yürütmek için yapan insanlık petrolden çok daha kıymetli olan olmazsa yaşayamayacağımız su hatları da yapmak mümkün.

Su mu?, Petrol mü? Diye sorunun cevabı on bin kere su olacağına göre...

Arap yarımadasında Nebati'lerin yapmış olduğu su hatları, Petra şehirlerindeki su mucizeleri ortadayken, bugün, bu ülkenin yetişmiş teknolojisi ve insan gücü, Anadolu'daki su fazlası olan barajlardaki suları ve debisi yüksek olan ırmakların sularını, boru hatlarıyla İstanbul'a getirmekten başka bir çözüm kalmıyor.

O suların başından kaçıp gelen Anadolu insanının kaçıp geldiği suları ayağına getirmekten başka bir çözüm görünmüyor.

Ya da İstanbul'da oturan ve Anadolu'da geçinecek kadar toprağı olan emekçi insanlara aile başına yetecek parayı verip toprağında tarıma geri döndürmek de bir çözüm.

Bugün bunu yapabilecek bir siyasi iradede yok, bunu yapacak kaynakta yok.

Bu durum da suları İstanbul'a toplayacak ''Çılgın proje''yi başlatmak ve ütopya olan kanal İstanbul kaynağını buraya ve İstanbul depremine yatırmak gerekir.

Bugün hemen başlayarak, belediyelerin vermiş olduğu temel ruhsatı eki olarak bütün çatı sularının bir depoda toplanacağı ve o suların isale hatalarına bağlandığı tekil projelerin önü açılmalıdır.

Ayrıca enerji sorunumuz olduğu için kaynaklarımızın büyük kısmının ithal enerjiye dayanmasından dolayı hemen bu projelerde güneş enerji sistemlerini kurulmasını mecburi hale getirmek gerekecek.

Bunları yapmak için inanın çok büyük gayrete de gerek yok.

Sadece siyasi irade gerek.

Boru döşemenin ötesinde çok yeni teknolojiye bile gerek yok.

İki bin yıl önce Sümer,Babil,,Nebatiler,Mayalar,Roma,Osmanlı, Aztekler ve birçok antik medeniyet bu su yollarını elle yapmışsa bugün yapmak çocuk oyuncağı.

Bu projeleri İmamoğlu'nun yapması mümkün değil çünkü İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bütçesi 28.9 milyar lira yani dört milyar dolar bile değil.

Bu bütçe yetse bile böyle bir projeyi yapma yetkisi yok,yetkisi olsa bile elini, kolunu bağlayan merkezi idare mevcut.

İstanbul'daki altı bin yeni taksi verme yetkisini bile elinden alan bir iktidar, Melen barajını yapmak konusunda naz yapan bir iktidar İmamoğlu o koltukta oturduğu sürece böyle projelere kaynak yaratmak veya uluslararası kaynakları seferber etmek konusunda adım atması mümkün değil.

Bu durumda önümüzdeki dört yılda kuraklık İstanbul'u vurursa bir tek çözüm deniz suyu.

Deniz suyunun kullanımı konusunda İmamoğlu acil adımlar atmalıdır.

En azından kaba kullanım dediğimiz yıkanma ve vücut temizliği, ev temizliği konusunda deniz suyu devreye sokulabilir.

İçme suyunu birçok şirket Anadolu'nun çeşitli köşelerinde şişeleyip İstanbul'a getiriyor.

Mevcut barajlara deniz suyunun ıslah edilerek basılması konusunda adım atılmalıdır.

Çünkü bazı yazlık adalarda yaz boyunca, insanlar deniz suyuyla yıkanıp, temizleniyor.

Bunun örnekleri var.

Ya da Kıbrıs'a bir zamanlar Manavgat'tan dev balonlarla su taşıma işi yapmak gibi, dev balonlarla İstanbul'a su taşımak.

Yani bugün İstanbul'un en büyük sorunu su sorununu çılgınlaşmadan, kafayı ve bilimi kullanarak çözüm bulmak gerekiyor.