Bir konuyu yazmazsam içimde kalacak diye düşünüyorum. Kaldı ki, altını çizmek istediğim hususun, bilenler açısından bilmeyenlerle paylaşılması gibi sorumluluk yükleyen bir boyutu da var... Çünkü bazı konularda cehalet dizboyu...

Mekke’de kaldığım otelde asansörle aşağıya inerken, halini hatırını sorduğum 50’li yaşlarındaki düzgün giyimli bir beyefendi, kendisi ile iletişim kurmamdan cesaret bulmuş olacak ki, asansörden indikten kısa bir müddet sonra arkamdan seslendi. Geri dönüp baktığımda hızlı adımlarla yanıma yaklaştı ve şunları söyledi:

“Ben geldiğimden beri birkaç defa şansımı denememe rağmen kalabalıktan dolayı Hacerulesved’e sokulamadım ve dokunamadım. Gerek buraya gelmeden önce konuştuğum dost ve ahbaplarım, gerekse de kafilemdeki insanlardan bazıları Hacerulesved’e dokunmazsan haccın kabul olmaz diyorlar. Ben şimdi ne yapacağım?” dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm hacı adaylarına hediye ettiği oldukça bilgilendirici ve herkesin anlayabileceği bir dille kaleme alınan “Haccı Anlamak” adlı kitap var. Okuma alışkanlığı yaygın olmadığından, insanlar yanlarında gezdirdikleri kitaplarda yer alan bilgilerden de yeterince istifade edemiyorlar. Kitabın 2008 baskısının 41-42. sayfalarında konuyla ilgili şunlar yazılı:

 “Hz. Peygamber, müsaitse Hacer-i Esved’i öper, değilse eliyle veya elindeki baston vb. ile selamlayarak tavafa başlardı. O, güçlü kuvvetli birisi olan Hz. Ömer’i, zayıf bünyeli kimselere eziyet verebileceği gerekçesiyle, Hacer-i Esved’i öpmek için izdihama dalmaması konusunda uyarmış, eğer boş ise istilam etmesini, aksi takdirde tehlil ve tekbir ile geçmesini söylemişti. Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinden sonra o, izdihamın olduğu hâllerde istilamı terk edip geriden selamlamakla yetinmiştir. Nitekim İbn Abbas da “Hacer-i Esved kalabalık olduğu zaman kimseye eziyet verme! Eziyet de çekme, geç!” tavsiyesinde bulunmuştur.”

kullanTakdir edersiniz ki, o zamanlar hac mevsiminde Mekke şimdiki kadar kalabalık değildi. Buna rağmen Peygamber Efendimizin Hz. Ömer’e yaptığı tavsiye oldukça anlamlıdır.

Günümüzde Hacerulesved’e ulaşmak ve ulaştıktan sonra da oradan ayrılmak isteyenlerin oluşturduğu aşırı tazyik diğer hacı adaylarının can güvenliğini ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Üstelik bunu yaparken başkalarına oldukça rahatsızlık verdiklerinden, kul hakkı gibi büyük bir vebale de girmektedirler.

Konuyla ilgili tüm kitaplarda, izdiham olması durumunda Hacer-i Esved’in öpülmemesi, bu hususta başkalarının rahatsız edilmemesi tavsiye edilmektedir.

Günümüzde milyonlara varan mahşerî kalabalıkta, kişinin, sünnete uyma adına kardeşlerine eza cefa etmesi asla tasvip edilemez.

Kaldı ki burada sünnet olan mutlaka Hacer-i Esved’i öpmek değil, onu uzaktan da olsa bir şekilde selamlamaktır.

Mekke’de yaşıyor olmasına rağmen...

Yaklaşık 1.5 yıl önce kaleme aldığımız bir yazıda konuyla ilgili farklı bir örnek de aktarmış ve şu satırlara yer vermiştik:

“Geçtiğimiz yıl Harem-i Şerif’te, tam da Hacerü’l Esved’in karşı hizasında ezanı beklerken, hemen yanımda oturan, bakışlarını Beytullah’a dikmiş, gözlerini adeta hiç kırpmamacasına Kabe’yi seyreden 35-40’lı yaşlardaki uzun boylu, geniş omuzlu ve kiloca tombulca beyefendiye nereli olduğunu sordum. Doğma büyüme Mekkeli olduğunu söyledi. Mesleğini sorduğumda öğretmen olduğunu ifade etti.

‘Doğma büyüme Mekkelisiniz ama, Hacerü’l Esved’e bakışınıza dikkat ettim, sanki ilk defa görüyormuş gibi hasretle bakıyorsunuz’ dedim. “Ben Hacerü’l Esved’e hiç dokunmadım’ dedi. “Nasıl yani, bugüne kadar yanına hiç gitmediniz mi?” dediğimde “Evet” dedi. “Nasıl olur ki?” dedim, “Hem de doğma büyüme buralı olduğunuz halde...”

“Hacerü’l Esved’in yanında günün her saatinde çok itiş kakış var. Birini incitmeden, itiş kakış yapmadan yanına sokulmak nerede ise imkansız. Kimseyi incitmek istemediğimden yanına da gidemedim” dedi.

Uzaktan, ama içten sevmek demek böyle birşey diye düşündüm.

Son olarak şu noktanın altını çizelim...

Nedense bu ülkede yaşlanınca hacca gitmek gibi bir gelenek oluşmuş. Bu nedenle yaş ortalaması en yüksek olan hacı grubunu Türkler oluşturuyor. Bu yıl  hacca giden 100 bini aşkın hacı adayının yaş ortalaması 58.

Daha da önemlisi, yaklaşık 10 bin hacı adayı, bir başkasının yardımı olmadan yerinden bile kalkamayacak durumdaki yaşlılardan ve sağlık sorunu yaşayan insanlardan oluşuyor. Din görevlisi arkadaşlar üzerlerindeki sorumlulukların yanısıra, adeta bir hastane sağlık personeli gibi tekerlekli sandalye ile ancak yerinden kıpırdayabilen insanların dertleri ile uğraşıyorlar ve onlara hac ibadeti yaptırmaya çalışıyorlar.

Çıkacakları katın düğmesine asansörde basamayan, odalarındaki klimayı kapatmayı beceremediği için önünde uyuyup kalan yaşlı insanlar her türlü tehliye açık durumdalar. Bu kadar çaresiz insanları uçağa bindirerek hacca gönderen yakınları, oralarda başlarına neler geleceğini de düşünüp dert ediyorlar mı bilmiyorum.

Kendi başlarını idare edemeyen insanları yanlarında refakatçi olmadan kabul etmemeli... Bu durumdaki insanlar kafilelerin durumunu da yavaşlatıyorlar ve zaman kullanımını olumsuz etkiliyorlar. Yeterli maddi imkana sahip olmanın ve kurada çıkmanın haccın şartları açısından yeterli olmadığı hatırlatılmalı ve sağlıklı olma şartı da muhakkak aranmalı.

Hacca yaşlanınca değil, sağlık ve imkanların elverdiği ilk fırsatta gelmek için toplumu bilinçlendirmek gerekiyor. Mübarek yerlerde ölüp kalmak değil, sağlıkla vatana dönmek öncelikli hedef olmalı.

Bu vesile, Hac Dairesi Başkanı Seyfettin Ersoy'un Arafat’ta yaptığı ve yüz bini aşkın hacı adayının “amin” sesleri ile iştirak ettiği, bir duada olması gereken tüm ayrıntıları barındıran Vakfe Duası’nı sizlerle paylaşmak istiyorum. Tıkladığınızda yüklenmesini bekleyiniz. (http://hac.diyanet.gov.tr/2009_vakfe_duasi.swf)