Refleksolojinin tarihi, uygulama alanları, günümüz toplumlarındaki kullanım durumları hakkında AA muhabirine açıklama yapan Uzman Fizyoterapist ve Refleksolog Gamze Şenbursa, refleksolojinin özellikle Uzakdoğu toplumlarından binlerce yıllık bir geçmişinin olduğunu söyledi.

Yapılan araştırmalarda papirüs kağıtlarında insanların el ve ayaklarına manuel olarak masaj yapıldığını gösteren belgeler ortaya çıkarıldığını dile getiren Şenbursa, Uzakdoğu toplumlarında günlük yaşamın bir parçası olan yöntemin Avrupa ve Amerika'da yaklaşık 100 yıldır yoğun olarak kullanılırken, Türkiye'de bu tekniğin son yıllarda tanınmaya başlandığını ifade etti.

Tıp eğitiminin ardından Avrupa'da refleksoloji ve refleks terapi eğitimi alarak Türkiye'ye bu yöntemi getirdiğini belirten Şenbursa, refleksolojinin merkezi sinir sistemini kullanarak beyne uyarı göndermek suretiyle yeni hücre bağlantıları sağlayarak vücutta iyileşme süreci başlatmak olarak tanımlanabileceğini bildirdi.

Şenbursa, ayak altında tüm organların izdüşümlerinin bulunduğunu, elle bu izdüşümlere basınç vererek beyne uyarı gönderildiğini, yöntemin merkezi sinir sistemi ve beyni ilgilendiren her türlü hastalıkta kullanılabildiğini söyledi.

Refleks terapinin ise refleksolojiyi de içinde barındıran fakat daha kapsamlı ve etkili bir tedavi olduğunu kaydeden Şenbursa, ''Refleks terapide reflekolojiden daha farklı olarak merkezi sinir sitemi, akapunktur noktaları, Çin ve Vietnam vücut haritası, sinir noktaları, beyin, kranial sinirlerde dahil olmak üzere daha fazla bölgeye uyarı verilebiliyor. Bu teknikle bölgeye veya noktaya verilen uyarı ile birlikte nöro-biokimyasal aktivite başlatılıp canlıda yanıtlar elde edilir'' dedi.

Vücutta enerji meridyenlerinin bulunduğunu ve sağlıklı kişilerde bu enerji akışının kesintisiz devam ettiğini, herhangi bir nedenden dolayı meridyenlerdeki enerji dolaşımı bir yerlerde tıkanır veya engellenirse hastalıkların oluştuğunu ifade eden Şenbursa, dolayısıyla enerji hattındaki herhangi bir bölgede oluşan sorunun diğer meridyenlerdeki enerji akışını da etkilediğini kaydetti.

Şenbursa, ''Çocukluk yıllarında veya anne karnında yaşanan bir travma ilerleyen yaşlarda beyin kanaması, şizofreni veya parkinson olarak ortaya çıkabilir. Vücut bir bütündür ve yaşanan her travma vücutta iz bırakır. Problemin temeline inilip tedaviye bu noktadan başlamak gerekir. Asıl kaynağı tedavi etmeye başladığınız anda sahip olunan hastalığın semptomları da azalmaya hatta yok olmaya başlar'' diye konuştu.

TIBBIN YETERSİZ KALDIĞI NOKTADA BAŞLIYOR

Hastalarının engelli gruplarındaki cerebral palsi (beyin felci), down sendromu, genetik hastalıklar ve otistik çocuklardan başlayarak dikkat eksikliği, hiperaktivite, MS, parkinson, beyin kanaması, felç, bel fıtığı, migren, zona, fibromiyalji, sinüzit, görme ve duyma kaybı, yüz felcine kadar uzanan geniş bir çerçeveye sahip olduğunu dile getiren Şenbursa, ''Bu yöntem sinir sistemini ilgilendiren her türlü hastalıkta uygulanabiliyor. Refleksoloji, tıbbin yetersiz kaldığı yerden sonra ek tedavi olarak başlıyor'' dedi.

Yutma sorunu olan 90 yaşındaki bir hastasına doktorların mideden beslenme borusu açmayı planladığını, yaralarının açılma riski dolayısıyla bunu yapamadıklarını kaydeden Şenbursa, ''Bunun üzerine hasta yakınları bana geldi. Yutma fonksiyonu beynin sensory-motor bölgesinden kontrol edilir. Herhangi bir sebepten dolayı bu bölgede oluşan problem kişinin yutma fonksiyonunu engeller. Refleks terapi ile direk beyni uyarmak mümkündür, yutma için gerekli olan sinirlere ve kaslara uyarı verilerek yeni hücrelerin ve bağlantıların oluşturulması ile birlikte kaybolan fonksiyon yeniden kazanılır. Yaptığımız tedavi sonrasında hastada yutma yetisi başladı ve hastanın algı düzeyi yükseldi'' şeklinde konuştu.

Şenbursa, öğrenme güçlüğü dolasıyla derslerinde çok başarısız olan bir öğrencinin algılamasının arttığını ve öğrencinin bir süre sonra derslerinde çok iyi notlar almaya başladığını anlattı.

Şenbursa, ''Aynı hastalığa sahip olsalar bile her hasta için kişiye özel tedavi protokolü oluşturulmalıdır. Çünkü eşlik eden semptomlar ya da hastalığın oluşma sebebi herkeste aynı olmayabilir. Hastayı iyi değerlendirmek bu noktada çok önemlidir. Her 3 aylık periyotta verilen uyarılar değiştirilir. Sabır gerektiren ve uzun soluklu bir tedavidir. Hastanın bilincinin yerinde olması tedavinin daha hızlı ilerlemesini sağlıyor. Ayrıca evde yapılacak egzersiz tedavisi ilerlemeye yardımcı oluyor'' diye konuştu.

Her hastalığın iyileşme sürecinin değiştiğini söyleyen Şenbursa, bunun hastalığın derecesine, lezyonun derinliğine, kişinin durumuna ve vücudun tedaviye verdiği cevaba bağlı olduğunu kaydetti.

Bazı ülkelerde devletin tedavi sürecinde ücretini karşıladığını kaydeden Şenbursa, ancak tedavinin Türkiye'de üniversitelerde bölüm olarak var olmadığından dolayı, sosyal güvenlik kurumları tarafından tanınmadığı dolayısıyla devlet tarafından ücretinin karşılanamayacağını kaydetti.

Şenbursa, ancak son dönemlerde özellikle gündüz programlarında tedavinin tanıtılmaya başlandığını belirterek, Türkiye'de tedaviye adaptasyon sürecinin zor olduğunu, çünkü insanların bazı alternatif yöntemler nedeniyle istismar edildiğini aktardı.