Umur Talu köşesinde güçlü isimlerin nasıl güçsüzleştiğini yazdı. Talu, deyim yerindeyse Tayyip Erdoğan iktidarında kimlerin karizmasının çizildiğini nasıl çizildiğini kaleme aldı. İşte Talu'nun yazısı:

Peşin not: Adı yan yana, alt alta, üst üste gelen kimse, “Sen yana ben yana, ikimizin resmini çıkarmışlar yan yana” demesin.

Benzerlik başlarına gelen KKÇO’dadır. Yoksa kimi kriminal, kimi değil, kimi hiç değil. Benzerlik sadece isimlerinin aldığı yara; haklı mı haksız mı olduğu elbet çok önemli ama daha farklı bir konu.

Tamam?



***



Şimdi sıralıyorum:

Cem Uzan…

Aydın Doğan…

Aziz Yıldırım…

Deniz Baykal…

Bedrettin Dalan…

Genelkurmay başkanları Büyükanıt, Başbuğ ve diğerleri…

Hepsinin iki ortak noktasını söyler misiniz:

İlki, ne kadar güçlü ve sesli oldukları idi…

İkincisi, artık ne kadar güçsüz ve sessiz oldukları.

Kiminin mağrurluk, kiminin gurur, kiminin kibir, kiminin otorite, kiminin dokunulmazlık diye tanımlayabileceği…

Kiminin de, Başbakan gibi, “Üstünlük sultası” diyebileceği karizma sahipleri (idi).

Peki, haklı ya da haksız, hukuki veya iradi, meşru ya da cebren…

Fiilen ne oldu?

Adeta bir KKÇM, Kibir ve Karizma Çizme Merkezi, ama polis ve(ya) yargı süreciyle, ama zorla, ama pazarlıkla, ama vergiyle, ama dergiyle, ama kasetle, ama dosyayla, ama seçimle, ama korkuyla; hemen hepsinin karizmazını çizdi!



***



Hepsini veya bazısını haklı veya haksız bulabilirsiniz.

Kimi yargı, kimi tuzak, kimi müstahak, diye düşünebilirsiniz.

Netice? Değişmez!

Bir zaman “güç odağı”, birer “üstün nüfuz” sahibi sayılan; kimi ülkeyi, devleti, kimi futbolu, kimi muhalefeti, siyaseti yönetme iddiasında isimler; gönüllü, zoraki veya teslim alınıp güç kaynağını kaybetti.

Kimi parasıyla, kimi medyasıyla, kimi edasıyla, kimi rütbesiyle, kimi kulübüyle “en büyük”ken, ben söylemeyeyim, ne oldu?

Kimi medyasını kaybetti, kimi gazetesini sattı; kimi kaçak oldu;

Kimi emekliliğini, lüks lojmanını, zırhlı arabasını alıp gitti.

Kiminin önden yandan fotosu dağıldı; kiminin üstüne Maliye çöktü; kimi yazarını susturdu, kimi kendi pıstı…

Ama hepsi birden gol pozisyonunu kaybetti!



***



Tekrar söylüyorum:

Haklı, haksız… Kimine haklı, kimine haksız…

Bir çeşit (ya da türlü çeşitli) Kibir ve Karizma Çizme Merkezi, seri operasyonla, dokunulmaz sanılan, kendilerini “çok üstün gören” nice karizmayı çizdi!

Kimi, belki dokunulmazlık pervasızlığıyla vergiden şikeye, özel hayattan dalavereye, karışık ilişkilere kadar (belki) nice açık sahibi idi.

Üstlerine hiç yürümemiş bir “Devlet” yahut muhbirler, tuzaklar, dosyalar marifetiyle birileri; sıkıştırdı, sarstı, dağıttı.



***



Bu isimlere, dileyen, bir suçlamayla ilişkisi olmasa da, haberler yüzünden Başbakan’a gidip “açıklama zarureti” hisseden İnan Kıraç gibi iş dünyası veya Galatasaray büyüklerini de ekleyebilir.



***



Yahut, biraz yer altına inip Veli Küçük, Sedat Peker gibi şahıslar da koyabilirsiniz.

Çakıcı bile Başbakan’a mektup yazıp “Rizeli abi dediğiniz, bir açılışta birlikte kurdele kestiğiniz o cüce için hayatımı yok ettiniz” dedikten sonra “Delikanlı duruşu” için kutlamadı mı?



***



Balkonda, “Üstünlerin sultası yine kaybetti” diyen bir başbakan vardı.

Epey doğru.

Ama sorun şu:

Kibir ve Karizma Çizme Merkezi, bazen “Ayağa kalkmadı, bedelini ödedi” diyen bir lisanının gölgesinde, yeterince adil mi?

Millet adına; üstünlük ve imtiyaz, caka yok etme, dokunulmazlık eritme, hesap sorma süreci aynı zamanda biat ameliyesi mi?

(En iyi bildikleri şey biat ettirmek olan kurbanlar ve kankaları peki bunu nasıl tartışacak?)

Üstünlerin sultası kazınırken, Sultanların üstünlüğü olacaksa...

Zümre egemenliği biter mi hiç!

Dokunulmazlar değişir, dokunulmazlık baki kalır!

Ama bu an itibariyle ceza sahasında şu oldu: Karizmalar altüst oldu!