Söz kitaptan açılmışken, “Seni en çok etkileyen kitaplar hangileridir?” sorusunu beklemek de
doğaldır.
Doğrusu 2.500 kadar kitap arasında benim için böyle bir seçim yapmak kolay değildir. Biz,
bilgi kaynaklarımızdan biri olan kitaplardan ne öğrendiğimizi çoğu zaman unuturuz. Bu
bilgiler üst üste gelir, birbiriyle harmanlanır ve hepsi birden bilgi dağarcığımızı meydana
getirir, dünya görüşümüzü oluşturur. Kitaplar yalnız bilgi vermez, bizi kültürel ve ahlak
bakımından da olgunlaştırır.
Gene de üzerimde etkisi olan birkaç kitaptan söz edeceğim:
ANA: Bunlardan biri, ABD Çin misyonunda bulunduğu sırada bu ülkeyi dikkatle gözlemiş Pearl
S. Buck’un daha ortaokul birinci sınıfta okuduğum “Ana” romanıdır. Devrimden önce bir Çin’li
dul kadının çevresinde örülmüş bu roman, Çin’in toplumsal yapısı hakkında belleğimde derin
izler bıraktı. Yazarın Çin’de geçen Dost Toprak gibi başka klasikleşmiş romanları da vardır.
KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI: 1965 yazında Sivas Kabakyazı’da beş aylık er öğretmen
eğitiminden geçerken, öğretmen arkadaşlarımdan Nuri Aksakal, çarşı izninde aldığı Nazım
Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nı getirdi. Nazım Hikmet’in adını Yön dergisinin yayımladığı
bir iki şiirden ve 28 yıla hüküm giydiği zaman Atatürk’e yazdığı bir mektuptan biliyorduk. Yön
dergisi, Nazım Hikmet’le Kemalistleri barıştırmak çabasındaydı.
Bir öğle sonu Amerikan baraka yemekhanenin önüne oturduk. Kuvayı Milliye Destanı özenle
basılmış bir kitaptı. Daha ilk dizelerinde kitap bizi heyecanlandırdı. Şiir denen şey bu kadar
güzel ve güçlü olabilirdi! Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi gibi insan ve
halk sıcaklığını yansıtan şiirleri okumamış değildik. Fakat bu bambaşka bir şeydi! Bölümün biri
bitince diğerimiz kitabı kapıyor, gürül gürül akan destanı Kabakyazı’nın düzlüğüne duyurur
gibi seslendiriyorduk. Nazım Hikmet, ideolojisini sanatıyla mükemmel bir biçimde
harmanlamış bulunuyordu. Kurtuluş Savaşı’nı bir halk savaşı olarak görüyordu. Bu destanı
uzun mahkûmiyet yıllarında 1940’larda cezaevlerinde yazmıştı. Türkiyeli okurların uzun yıllar
Nazım Hikmet’i okumaktan yoksun bırakılışı sebepsiz değilmiş! Bazen en güzel şeyler, en kötü
şey olarak damgalanır ve halkın onunla tanışması yasaklanır…
ANADOLU İHTİLALİ: Sabahattin Selek’in bu kitabını 1966’da okudum. Daha sonra Kurtuluş
Savaşı hakkında pek çok kitap okuduğum halde Anadolu İhtilali’nin Kurtuluş Savaşı’nı en
gerçekçi ve derli toplu anlatan kitap olduğu kanısını koruyorum. O günden beri, Türkiye
aydınları ideolojik olarak gitgide gerilemekteler. Kurtuluş Savaşı’nı bir grup “Çılgın Türk”ün
gerçekleştirdiği, ortada hiçbir kıpırdanma bile yokken Atatürk’ün millete el etmesiyle savaşın
kazanıldığı gibi olayı karikatürize eden görüşler beyin tembelliği nedeniyle çok yaygındır.
Selek ise Kurtuluş Savaşı’nın hangi dünya ve ülke şartları içinde verildiğini, savaşta görev
almış herkesin de hakkını vererek anlatıyor. Zaferden sonra kurulan yeni rejimin zaafları
üzerinde de duruyor. Ben de Kurtuluş Savaşıyla ilgili yazılarımda bu gerçekler üzerinden
yürüyorum ama bizim mahalle bana kulak asmıyor!

TİİKP DAVASI-SAVUNMA: Beni çok etkileyen metinlerden biri de Türkiye İhtilalci İşçi Köylü
Partisi sanıklarının 1973’te Mamak’ta yaptıkları savunmadır. Ertesi yıl kitap olarak basılan
büyücek bir kitap hacmindeki bu metin, resmî tarihi bir yana bırakarak Osmanlı klasik dönem,
meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrat Parti, Adalet Partisi dönemlerini, özgürlüğe ve refaha
susamış emekçi halkın gözüyle anlatıyordu. Krala çıplak olduğunu haykıran bir çocuğun
saflığını takınmış olan sanıklardan çoğu, daha sonra bu görüşlerini dillendirmez oldular ve
burjuvazinin resmî tarihine döndüler…
FELSEFENİN TEMEL İLKELERİ: Toplumları yöneten yasaları ve bunların gelişim çizgilerini
öğrendiğimiz iki temel kitap oldu. Felsefenin Başlangıç ilkeleri ve Felsefenin Temel İlkeleri.
İlkel komünal sistemi, köleci, feodal, kapitalist sistemleri bu kitaplardan öğrendik. Engels’in
“Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” ile Darvin’in “İnsanın Türeyişi” de bunu
tamamlamıştır. Bir şey daha öğrendik, tarihin gidişi sosyalizmle yani sınıfsız topluma
ulaşacaktır. Bu kitabı okumuş ve anlamış herkes devletin de, kapitalizmin de kutsallığını boş
bir laf olarak değerlendirir.
Araştırma, öykü, roman, deneme, eleştiri, gezi, günlük ve benzeri türlerde daha birçok kitap
adı sayabileceksem de yazıyı kısa tutmak zorunluğundan bu kadarla yetiniyorum.
Şunu da belirtmeliyim ki, zararlı kitap yoktur. Onların her birinden öğrenecek şeyler olabilir.
Bunlardaki gerçek dışı, zararlı bilgi ve telkinleri, Kovid aşısının mikrobu yenmesi gibi tarihsel
ve diyalektik materyalizmi kavramış zihin zararsız halde tutar. Hatta atık maddeleri işlemden
geçiren bir fabrika gibi yararlı hale de getirebilir. (18 Ekim 2021)