Yurt dışında ödül alan sanatçılarımız, ödül törenlerinde mutlaka mesaj verme kaygısıyla sahne almaya başladılar.

2008 yılında Nuri Bilge Ceylan ''Üç maymun'' fimiyle en iyi yönetmen ödülü aldığı törendeki teşekkür konuşmasında, ''bu ödülü birine adamak istiyorum: tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme'' deyiverdi.

Bu sene yapılan Cannes film festivalinde Rezan Yeşilbaş, ''Sessiz'' adlı kısa metrajlı film dalında en iyi kısa film ödülünü aldı. O da teşekkür konuşmasında ''ödülü ülkemin sessiz ve yalnız bırakılmış kadınlarına adıyorum'' dedi.

Bu sanatçıların derdi nedir, neden bu şekilde konuşurlar anlamak sormak soruşturmak gerekmez mi ?

Şu anda ülkemizi dünya ölçeğinde tanıtan iki sanat adamının bu şekilde konuşmaları, bu ülkede bir şeylerin doğru gitmediğini gösteren iki iyi örnektir.

Bu ülke hem güzel hemde yalnız nasıl olabilir?

Bu açıdan baktığımızda ülkenin dünya ölçeğinde dostları var mıdır?

Bu güne kadar izlenen politikalar ve son yıllarda yaşanan olaylar güzel ülkemizi yalnız bırakmış olabilir mi?

Bu gün bu ülke Avrupa tarafından istenmiyor.

En basit vize sorununu bile çözmek istemiyorlar.

Ülkenin yazar ve çizerleri gittikleri ülkelerde kötü muameleyle karşılaşıyorlar.

Ülkenin sanatçıları ve yazarları bir bir yurt dışına gidiyor ve oralara yerleşiyor.

Bunun bir çok örneği var ama en somut örneği Orhan Pamuk.

Etrafımızda soğuk savaş dönemi görüntülerinin yaşandığı günleri yaşıyoruz.

Suriye, İran, Irak ve çevremizde bulunan bütün ülkelerle aramız bozuk.

Apartmanda tek başımıza yapayalnız durumdayız.

Komşumuz Yunanistan'ın yaşadığı ekonomik krizle ilgili en üst düzey yöneticiler, Yunanistan'ın yaşamış olduğu krizle dalga geçmeyi içine sindirebiliyor.

Yani vefasızlık ediyoruz.

''Düşene vurulmaz'' şiarıyla yaşayan bir toplum anlayışını ''düşene bir de sen vur'' yaklaşımına getiriyoruz.

Yunanistan'ı yönetenlerin bunları unutarak sana ''biz dostuz, komşuyuz'' diyebileceğine inanabilir miyiz?

Ayrıca gene yakın komşularımızla yaşadığımız sorunların yanı sıra, orta Asya'daki Türk kökenli cumhuriyetlerde ve Kıbrıs'ta da Türkiye sevilmeyen bir ülke durumuna gelmiştir.

Beş yüzyıllık Yahudi dostluğu tamamen bitmiş, Yahudiler ve İsrail devleti en büyük düşmanımız olmuştur.

Sebep Gazze'deki İsrail zulmü ve Orta Doğu'daki olaylar.

Gazze'deki olaylara zulüm derken, Uludere ve Urfa Cezaevi olaylarını örtbas etmek,  kendi içimizde yaşadığımız zulümleri görmeden başkalarının zulümlerine kafa yormaya, bunun ''zulüm'' veya ''katliam'' olduğunu inkar etmeye ne demeli?

''Parasız eğitim istiyorum'' diye öğrenciye sekiz yıl hapis cezası veren anlayışın egemen olduğu yönetim biçimine demokrasi denilebilir mi?

Bütün bunlara bakarak ve esinlenerek Nuri Bilge Ceylan ''yalnız ülkem'' demiş olabilir mi?

Ülkemizde kadınların başına gelen zulüm ve ayrımcılık ülke kadınını yalnızlaştırmış olabilir mi?

Son yıllarda ''namus cinayeti'' adı altında ve buna bağlı diğer olaylarda 6000 e yakın kadınımız katledilmiştir.

Bu konuyla ilgili ülkeyi yöneten insanlardan en küçük bir tepki sesi duyulmamıştır.

Kadınlarımıza biçilen görev, erkeğin gönlünü yapacak, rahmine bebek nasıl düşerse düşsün doğuracak, bebeğin kimden olduğu nasıl olduğunun hiç bir önemi yokmuş yaklaşımıyla, kadın bir eşya ve bir meta gibi görülmeye başlanmış olduğu için yalnızdır.

Kadın sosyal yaşamın içinden yavaş yavaş evlere çekilmektedir.

Sarı sıcaklarda bile kafasını pencereden dışarı çıkarması saçının bir teline bile nefes aldırması namus meselesi haline gelmiştir.

Kadın tek başına sokağa çıkamaz anlayışı yavaş yavaş toplumda egemen bir anlayış olarak yerleşmeye başlamıştır.

Gece geç saatlerde sokakta olan ve sosyal yaşama katılan kadınlara iyi gözle bakılmaz olmuştur.

Kadın iş hayatında ve yönetim alanlarında yalnızlaşmıştır.

Yetmiş beş milyonluk bir ülkede iki tane belediye başkanının kadın olması bunun en güzel göstergesidir.

Kadın her yerde vardır demek artık mümkün değildir.

Sevgili Duygu Asena'nın bu günleri görmüşte yazmış gibi algıladığı ''Kadının adı yok'' eseri gerçekleşmiştir.

Artık kadının adı yoktur!

Kadının her şeyi erkeğin egemenliği altına girmiştir.

Bu gün kadın olanlara direnmektedir.

Sosyal yaşamın içinde yer alanlar ise, geçmişte elde edilen hakları kullanan ve bu haklarda uzatmaları oynayan kadınlardır.

Bu anlamda baktığımızda, kadın hareketlerinin sokağa dökülmesi sadece kürtaja tepki gibi de algılanmamalıdır.

Bu ülkede artık ''kadın sorunu'' vardır.

Vahabi İslamdan ve cahilleşmiş İslamdan esinlenerek, İslamı yaşayan gerici yobaz bir kesim, kadını ''şeytanın bir kolu'' gibi gördüğü için kadını her alanda yok etmeye çalışmaktadır.

Bu refleksi İslama mal etmekte doğru değildir.

Bu gün 57 tane İslam ülkesinde kadının dışlanmasını ve kadın haklarının yok edilmesini de İslam dinine mal etmek doğru değildir.

Kadın düşmanlığı klasik yobaz gerici Vahabi İslam anlayışıdır ve bu anlayış maalesef bizim ülkemizi de esir almanın bütün gayretlerini göstermektedir.

Bütün bunlara bakarak, bu ülke yalnızdır, bu ülkenin kadınları yalnızdır.

Bu durumdan kurtulmanın çıkış yolu gibi görünen CHP ise, tıpkı Turan Güneş'in 1970 li yıllarda anlattığı gibi aynı yerdedir.

Turan Güneş Anadolu'da seçim çalışmaları sırasında bir köy kahvesine uğrar ve kahve içmek ister.

Fakir kahveci kahveyi ikram eder.

Turan Güneş bakar fincanın kulpu yok.

Kahveciye döner der ki; ''sen bu fincanı bizim genel merkeze gönder''

Fakir kahveci: ''aman efendim kulpu olmayan bu fincanı genel merkez ne yapacak?'' diye sorar.

Turan Güneş: ''sen hele bir gönder,orada bu fincana acele bir kulp takarlar'' der.

CHP' liler ve CHP, 1970 li yıllarda olduğu gibi birbirlerine kulp takmaya devam ediyorlar.

Ne diyelim umut bitmez, yürek yaşadığı sürece.

Yazımız yayına girdikten sonra Hakkari'den acı bir haber aldık. Terör örgütü PKK'nın, Hakkari'nin Şemdinli ilçesi Dağlıca bölgesindeki askeri birliklere saldırı düzenlediği, çıkan çatışmada 8 askerin şehit olduğu 16 askerin de yaralandığı haberiyle sarsıldık.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum.