Bugün 1 Mayıs, Emek ve Dayanışma Günü. Namı diğer işçi ve emekçi bayramı. 1 Mayıs 1886’da Chicago'39;da işçilerin 8 saatlik iş günü için greve gitmeleriyle başlayan ve ardından süren olaylar dizisi. Tarihte ilk kez işçi sınıfı bu kadar kalabalık, kararlı ve örgütlü bir mücadele veriyordu. İşçi sınıfı üretim gücünü kullanırken işverenler de boş durmadı.

Grev kırıcılar, saldırılar, ölenler, hapse mahkûm olanlar ve dünya çapında olaylara gösterilen tepkiler. 1889’da toplanan ikinci Enternasyonal’de 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edildi. Daha sonra birçok ülke bu günü tatil ilan edip bayram olarak kutlamaya başladı.

Ülkemizde de kah yasaklı, kah serbest uygulamalar devam etmekle birlikte genelde korkulan ve tehditlerle, yasaklarla geçirilen bir gün olarak hafızalarda yer etmiştir. Öyle ki adından bile korkulup “bahar bayramı” olarak anıldığı dönemleri de hatırlarız. Bugün bir bayramsa bayram neşesi, coşkusu ile birlikte ve kardeşçe kutlamanın ne zararı olabilir? Güzel bir kutlamanın yapılabilmesi için organizasyon becerimiz de güvenlik sağlama becerimiz de vardır koskoca bir devlet olarak. Yok eğer bayram değil de anma, kutlama günü ise yine layıkıyla yapmaya gücümüz yeter.

Başaramamak değilse korkunun nedeni ne olabilir? Bugün, 1800’lü yıllardan beri süregelen işçinin ve emeğin sömürülmemesi mücadelesini anma günüdür. Bu mücadeleye ancak bu sömürüden kazanç elde edenler karşı durabilir. Bugün, işçi ve emeğin insanca yaşama haklarını kazanma mücadelesini anlama günüdür. Bugün, sömürüye başkaldırının aslında ekmeğini bölüşmek olduğunu anlamanın günüdür. Bugün, bölüştükçe çoğaldığımızı, çoğaldıkça güçlendiğimizi fark etmenin günüdür. Alın terinin sermayeden üstün olduğunu kabul etme günüdür. Belki de bütün karşı çıkışlar, korkular bu cümlelerde saklı. Asıl gücün sermaye olduğunu düşünmekten gelir belki korkular. Oysa ki o sermaye sadece son nefesine kadar vardır seninle. Yeter mi o sermayenin gücü son nefesini vermemeye…

Öyleyse son nefesine kadar paylaşarak çoğalmak, insanca yaşamak için herkesin bu mücadeleye ortak olması gerek. Sorun bu günü kutlayıp kutlamamakta değil sorun hiçbir insanın sömürülmemesinde. Sömürü kültürünün alışılagelmiş bir davranış olmaması, sıradanlaşmaması, insana yakışır çalışma şartlarının oluşturulmasıdır. Sözde değil özde farkındalık yaşanmasıdır.

Canım hepimiz de biliyoruz işçi haklarını, gereken yasalar da var zaten diyenler olacaktır da… Yok maalesef ki yok. Çeken çektiği ile ölen öldüğü ile kalıyor. Meydanlara çıkıp bağırdığımıza, yürüyüş için, miting için direndiğimize bakmayın siz. Ertesi gün unuturuz mücadeleyi. N’oldu Soma? N’oldu inşaatta iskeleden düşen işçi kardeş? N’oldu Zonguldak? N’oldu düşen asansördeki işçiler? N’oldu iş sahalarında hayatını kaybeden emekçiler ve daha saymadığım niceleri?  Her birinin ardından gözyaşı döküp nutuklar atmadık mı? Biraz zaman geçince de unuttuk. Ölenler suçlu oldu yargı önünde.

Gönüllerde de unutuldu ta ki yıl dönümleri geldiğinde hatırladığımızı söylediğimiz mesajlara kadar. Hangi biri için yasalar yaptık ve şartları iyileştirdik? Hangi biri için gerçek suçluları ortaya çıkarıp sömürüye dur dedik? Hiçbiri. Çünkü tam da bugün Kastamonu’dan acı bir haber daha geldi. Mermer ocağında patlama, en az 2 işçi hayatını kaybetti. Ve yaralılar var. Yara deyip de geçmek istemem ölümden acı yaralar vardır. Bizler işçi bayramını kutluyoruz.

Emekçilerin hak mücadelesini dile getiren nutuklar atıyoruz, sömürü düzenine isyan ediyoruz. Bunları yapmayalım demiyorum. Daha önemlilerini yapmakta çok geç kalıyoruz diyorum. Yaşasın 1 Mayıs!