Türkiye’nin sandığa gidip oy kullanan vatandaşların tercihine göre yönetildiğini sananlar büyük bir aldanış içindedirler. Sandıktan çıkarılan iktidar ülke yönetiminde ufak tefek söz sahibi ise de asıl karar sahipleri başkadır ve onları gizli bir anayasası vardır. NATO içinde örgütlenmiş Gladio’yu bile hatırlamak bu gerçeği anlamamıza yeter.

Kökü ister dışarıda olsun, ister içeride olsun, devlet işleri gizli anayasa doğrultusunda yönetilir. Öğretmenlikten TRT programcılığına geçen Mehmet Koç anlatmıştı: MİT’ten gelen her atama itirazsız kabul edilmek zorundaydı. MİT’in önüne kanun, tüzük çıkarılamazdı. Bu anlatılması uzun bir konudur, en iyisi, benim gibi iddiasız bir kişinin başına bu gizli örgütün neler açtığını anlatayım

Bu benim hikâyem 1960 başlarında Öğretmen Okulu öğrencisi olduğum zaman başlıyor. 6-7 yıl sonra karşılaştığım, o zaman benden birkaç sınıf geride olan Mesut, okulda iken beni takiple görevlendirildiğini söylemişti. Bu görevin kimin tarafından verildiğini sormamıştım. Öğretmenlerimiz ve okul idaresi olamazdı çünkü onlarla zaten her gün birlikteydik. Gözlerinin önündeydik.

1964’te mezun olup Karapınar Akçayazı köyüne vardığımda, muhtarın odasına o gece iki yatak serildi. Bunlardan biri Devlet Demiryollarında çalışan bir işçi olduğu söylendi. Olabilirdi. Fakat ertesi akşam Karapınar’da kaldığım otelde aynı kişi ile iki kişilik odada kalışım da belki bir rastlantıydı.

Fakat o yıl ilköğretim müfettişi, neden benim stajyerliğimi kaldırmadı. Başarısız bir öğretmen miydim, yoksa işin içinde başka bir iş mi vardı?
O yaz (1965) gittiğim askerlikte 30 Ağustos törenlerinde erler adına konuşma yapmaya gönüllü olmuş ve bu kabul edilmişken neden erler adına konuşma son anda programdan çıkarılmıştı? Bunun da bir açıklaması olmak gerekir.
Öğretmenliğimin ikinci yılında Fatsa’da ilköğretim müfettişi benim hakkımda övücü sözler söylemişken somunda o da stajyerliğimi kaldırmamıştı? Ve neden köyde bazı insanlar hakkımda dedikodular çıkararak huzurumu bozmuş, ilçe milli eğitim müdürü okullar arası kültür şenliğinin yönetimini bir emirle üzerimden alarak bir başka öğretmene vermişti? Ve dahası, hakkımda bir soruşturma yapmadan hakkımda Siirt’e sürme kararını almışlardı?

Sınavlarını kazandığım için Siirt’e gitmeyip Gazi Eğitim’e gittiğim ilk günlerde bir iş için başmuavinin odasına girdiğimde adımı öğrenince cüzdanının bir gözünde koruduğu bir kâğıda bakıp “Hımmm” demesinin nedeni, adımın ona not ettirildiğini gösteriyordu ve başmuavinin MİT’in elemanı olarak tanınıyordu. Bulgaristan göçmeni iki öğrencinin de sık sık onun odasına girip çıkararak haber taşıdığını biliyorduk.
1968 sonbaharında yaptığımız boykot ve öğrenci derneğinin çalışmalarından ötürü, okul disiplin kurulu (o da bakanlığı tatmin için) hakkımda ihtar gibi bir ceza tayin ederken Bakanlık neden beni okuldan temelli atmıştı?

Danıştay kararıyla dönüp okulu bitirdiğim yıl, Cumhuriyet Bayramında yaptığım bir konuşma nedeniyle ta Ankara’dan bir başmüfettiş gelip öğrenci defterlerine kadar didik didik etmiş ve beni bakanlık emrine aldırmıştı? Ve o 1971 yılında, Gazi’deki dermen başkanlığımın üzerinden iki yıl geçtiği halde neden tutuklanarak Dev-Genç davasına dahil edilmiştim? Yargılama aşamasında aynı okuldan yargılanan arkadaşların hepsi teker teker tahliye edildiği halde kimseye fiske vurmamış olan ben sonuna kadar tutuklu kalmış ve grup içinde en ağır cezaya çarptırılmıştım?
1974’te tahliye olup Fatsa Ortaokulunda göreve başladığımın ertesinde durup dururken müdür neden dersime girmiş ve Cahit Sıtkı’nın bir şiirinden soru sorduğum için bana soruşturma açmış, o ders yılının sonunda da Boğazlıyan’a sürülmüştüm?
Burada göreve başlayalı birkaç gün olmasına rağmen bir grup gencin, gece evimizin yakınında “Komünistler Moskova’ya diye bağırtılma emrini nereden almış olabilirdi.

Oradan eş durumundan nakledildiğimiz İnebolu’da Kastamonu Valisi bir gün aniden dersime giriyor, beni tanımak istiyor ve ertesi gün Valilik emrine alıyordu? Onun üç aylık görevden alma yetki süresi bitince bu kez Bakanlık emrine alınıyordum?
1980’de çıkarmaya başladığımız Öğretmen Dünyası’nın 1982’de yazı işleri müdürlüğünü üstlendiğimde Emniyet, derginin sahibine “Onu yazı işleri müdürlüğünden atacaksın” emrini veriyordu? Bu kanunsuz emre uyulduğu halde bir yıl sonra ikimiz birden neden 1402’lik yasaya göre meslekten temelli çıkarılıyorduk?

Daha sonra da uğradığız zulümler var. En sonuncusunu anlatarak bu konuda yargıyı okuyucuya bırakacağım:
1995’te hükümet paralı eğitim ve eğitimde özelleştirme programını yürürlüğe koyacakken, buna karşı başta eğitim kuruluşlarının, ardından 70’in üstünde dernek ve vakıfların oluşturduğu Eğitim Hakkını Savunma Komitesini kurduk ve ben bu platformun başında idim. Yabancı dille eğitime karşı kampanya yürüttüğümüz bir dönemde Ankara Emniyetinden bir birim, komiteyi çökertmek için saldırıya geçti. Dernek ve vakıfların yöneticilerini tek tek sorguya çekerek platform oluşturmanın kanunsuz olduğunu ileri sürdü ve bir takım cezalar kesti. Bu soruşturmanın nedenini İçişleri Bakanı Saadettin Tantan’a sordurduk. Haberi olmadığı yanıtını verdi.

Bizim komitemizi çökerttikten sonra ne oldu dersiniz? Dernekler Yasası’nda yapılan değişiklikler arasında derneklerin kendi aralarında platformlar oluşturabilecekleri de vardı. Biz de boş durmadık, 2003’te Ulusal Eğitim Derneği’ni kurduk.

Bu soruşturmalar sırasında polisin bir dernek yöneticilerine söylediği söz amaçlarını ele veriyordu:

“Siz Zeki Sarıhan’ın kim olduğunun biliyor musunuz?”