Ortadoğu; etnik ve mezhepsel çatışmaların coğrafyası; sıra kimde?

Suriye’de etnik ve mezhepsel çatışmalar Ortadoğu’da her ülkeye sıçrıyor. Dün Irak, bu gün Suriye; yarın Lübnan; peki ya sonra?

Amerika ve İsrail, Ortadoğu ile ilgili genişleme ve yerleşik planlarının hayat bulması için bundan sonra İslam ülkelerinde her türlü etnik, mezhep ve siyasi çatışmaları körükleyecektir.

Ortadoğu’da mezhepsel çatışmalara zemin hazırlayan Amerika ve İsrail özellikle İslam ülkelerini seçiyor. Çünkü İslam ülkelerinde mezhep çatışmaları çok daha kolay.

Suriye’de açıkça mezhepsel bir çatışmanın başarılı sonuçlarını alan Amerika, dümeni de Türkiye gibi bir güçlü müttefike bırakmış durumda. Türkiye bu çatışmaların mağdurları olarak Esed karşıtlarını görmektedir. Bu yaklaşımla Türkiye onurlu bir davranış sergileyerek binlerce insanı savaştan dolayı ölümlerini engellemiştir. Bu yönü ile Türkiye NATO ve BM’den de destek görmektedir. Ancak, bu etnik ve mezhepsel ve siyasi çatışmaların yer bulduğu İslam ülkelerindeki sorunların Türkiye’ye de sıçraması ihtimali her ne kadar konuşulmuyorsa da, Amerika her ne kadar Türkiye dostu olsa da, İsrail bu etnik, mezhepsel ve siyasi çatışmaların Ortadoğu’da son iki ülkesini en sona bırakmış. Biri Türkiye, diğeri ise İran…
Filistin ve Lübnan iç çatışmalara sürüklenecek diğer ülke. Bu iki ülkede sular ısınıyor. Şii-Sünni cepheleşmesinde belirgin bir zemin hazırlanmış durumda.
Ortadoğu coğrafyasında dini ve etnik yapının siyasi sorulara zemin hazırladığı ülkeler İran, Irak, Lübnan, Türkiye, Ürdün, Arabistan, Afganistan, İsrail ve Filistin’dir.
Bu ülkelerin yer aldığı Ortadoğu coğrafyası sancılıdır, parçalanmaya uygun bir siyasi yapısı var. Bu durum coğrafyada yaşayan halkların etnik yapısı ile alakalıdır.
Ortadoğu bugün yasal bir işgal altındadır. Bölgenin işgali yeni de değil, 1920’li yıllara dayanan bir geçmişe sahip.
Fransızlar, 1920’de Arapların gelişmesini ve yayılmasını engellemek için bölgede Sünnilere karşı Arap aleviler, Kürtler, Çerkezler ve Dürzilerle işbirliği yapmıştır.

Etnik grupların da katılımı ile Fransa destekli ve savaş amaçlı kurulan "Troupes Spéciales du Levant" isimli bu askeri birlikleri başarılı olmamıştır. Yaklaşık 26 yıl süren savaşlar ve çatışmalar ve işgaller sonunda Fransızlar 1946’da bölgede çekilince Suriye bağımsızlığını ilan eder. Çekilmesine rağmen Fransa Suriye’nin iç işlerine karışmaya devam eder ve ülkede etnik grupları karşı karşıya getirir.

Fransa’nın bu işgalci ve müdahaleci tutumuna karşı Rusya, İngiltere ve Amerika’da Ortadoğu’da etkinliklerini göstermek amacı ile Suriye’nin iç işlerine müdahale ederler. Suriye’de iktidara gelen her lider bu ülkelerin kuklası olmuştur.
General Hüsnü Zaim Darbesi, bu darbe açıkça CIA destekli bir darbedir. 1954’te askeri darbeden sonra yapılan seçimde Baas Partisi iktidara gelir. 1966’da Hafız Esad iktidara gelir. Bu iki darbede dış güçlerin parmağı açıkça tescil edilmiştir.
Bu gün Suriye nüfusunun yüzde 90’ı Arap. Suriye’de Kürtler, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler, Türkmenler azınlık ve etnik grupları oluşturmaktadır. Bu çok sayıda etnik gruplar dış güçlerin Suriye’ye müdahale etmesinde en etkili unsurlardır. Dış güçlerin de işlerini kolaylaştırıyorlar.
Suriye’de nüfusunun yüzde 80’i Sünni, kalan yüzde 20’si Alevi, Şii ve İsmaili mezheplerine mensup.
Suriye’de iç karışıklığın ciddi nedenlerinden biri de, yüzde 20 olan Alevilerin iktidarda daima etkili olmasıdır.
Suriye geçmişi ile etnik çatışmalara maruz kalmıştır. İçyapısı itibarı ile bu günlerde de Suriye dış güçlerin baskısı ile parçalanmak ve bölünmek yolu ile bölgede etkisiz hale getirilecektir. 1954 ve 1966 darbelerinden farklı olarak olan bu darbe, halk tarafından başlatıldı.
Amerika ve İsrail, iki emperyalist güç; bu güçler yanına BM gücünü ve NATO’yu da alarak küresel savaşçılar grubu/oluşumu adı altında tehdit olarak gördükleri tüm unsurları ortak bir düşman olarak kabul görüyorlar.
Önce ambargo ile sindirmeye çalıştıkları ülkeleri başaramadıkları takdirde, sonra tehdit, eğer olmazsa da iç çatışmalara sürüklüyorlar. Eğer bu düşmanlar İslam ülkesi ise çok kolay olmaktadır. Bölmek ve parçalamak artık İslam ülkelerinde çok kolay olmaktadır.
Ortadoğu’da ilk olarak Irak’ta demokrasi ve insan hakları adına açtıkları cephe, şimdi etnik çatışmaların yaşandığı bir cepheye dönüştü. Binlerce masum insan emperyalizmin pençesinde kardeşleri tarafından, dindaşları tarafından öldürüldü.
Mısır ve Libya’da aynı kaderi paylaşarak kendi ülkelerini Amerika emperyalizmine kurban ettiler. Ne altyapı ne adalet, nede insan hakları adına bir değer kalmadı bu ülkelerde.
Yeniden düzen kurmaya çalışıyorlar ama nafile… Ne Irak, ne Mısır, nede Libya, artık eskisi gibi olmayacak.
Suriye, kış ayında veya bahara girmeden bitecek bir başka ülke. Beşar Esad rejiminin artık son günleri. Yeni sistemin yani Esad sonrası Suriye’ye ne getireceği belli olmuş durumda. Suriye, Iraktan, yâda Mısır’dan farklı olmayacaktır.
ABD ve İsrail tarafından Ortadoğu’da oynanan bu oyunlar BM ve NATO tarafından sessiz bir bekleyiş ile kendi sürecine bırakılmış durumda. BM’in Filistin’e destek mahiyetinde bir statü tanıması aslında Filistin için bir destek değildir, İsrail’in meşru zeminde bir başka devlete savaş hakkı vermesi mahiyetinde bir işleyiştir. İsrail BM kararına karşı çıkmakla beraber kendisine ait olmayan topraklarda konut üretimini devam ettirecektir. BM, verdiği karara bağlı kalarak İsrail’i bu bölgede susturmadıkça planın bir parçası olarak kalacaktır.
Bu savaşlar silah tüccarlarının işine yarıyor. Dünyadaki silah tüccarlarının fabrikaları da ya Amerika’da ya Rusya’da, yâda BM üyesi ülkelerin topraklarında yer almaktadır.
Afganistan’dan Sudan’a kadar, Ortadoğu’nun büyük bir bölümü, Amerika emperyalizminin etkisinde şekillenirken, bu bölgelerde savaş ağaları toprak ağalığını kurarken, beraberinde özerk bölgeler de ortaya çıkmaya başladı. Özerk bölgelerde yönetimde etkili kılınan insanlar, Amerika ve İsrail için birer dost yâda konsolosluk görevi yapmaktadır.

Ciddi petrol yatakları iştahları kabartıyor. Bu bölgelerde ortak bir fikir, birlik ve hareket artık mümkün değildir, çünkü Arap Birliği etkinliğini kaybetmiştir.
Suriye’de yeni yönetim dış güçlere bağlı bir yapılanma ile şekillenecektir. BM, adına Fransa tekrar tarihte olduğu sahneye çıkacak, Suriye’de ki Hristiyan grupları ve Ermenileri desteleyecektir. Rusya politikaları gereği Esad’a desteğini sürdürürken Amerika petrol yatakları ile ilgilenecek, İsrail ise Arap kökenli Sünnilere karşı yok etme politikalarına devam edecektir.
Yaklaşık 12 yıl önce İstanbul’da bir konferansa katılmıştım. Bir Bayan Alman parlamenter kürsüden iş adamlarına bürokratlara, bilim adamlarına ve politikacılara Türkiye-AB İlişkileri kapsamında Almanya’nın rolünden ve düşüncelerinden söz ediyordu.
Bir ifadesi dikkatimi çekmişti. “Türkiye’yi AB Üyesi yapmak adına biz Almanya olarak sıcak bakmıyoruz, çünkü Türkiye’nin kötü komşuları var, Türkiye AB üyesi olursa bu kötü komşuları da bize getirecektir” Bu ifade Türkiye’nin yarım asırdır AB üyesi olma hayalinin ne kadar boş ve umutsuz olduğunu açıkça tescil ediyordu.

Türkiye’nin kötü komşularının hangileri olduğunu ben sordum bu bayan parlamentere. İran, Irak, Suriye bu üç kötü komşudan dolayı Almanya AB üyesi olma yolumuzu kapatmıştı.
Konferansa katılanların çoğu sorduğum soruya nazik olmadığım için tepki göstermişti, oysa bayan parlamenter salondakilere “aksine en iyi soru bu oldu” şeklide yorum yapmıştı. Tepki gördüğüm, o gün çok kızdığım bu Alman parlamentere, bu gün hak veriyorum artık.
Suriye, Irak, İran, Lübnan; komşumuz yakınımız olan ülkeler. Ortak yönleri İslam ülkeleri olmalarıdır, bir başka ortak yanları varı var, mezhep çatışmaları, siyasi çatışmalar ve etnik çatışmalar.

AB üyeliği için ısrar etmiyoruz, ihtiyacımızda yok; ancak Ortadoğu coğrafyasında komşu olan ülkelerimizde dış güçler tarafından oynanan etnik, mezhepsel ve siyasi çatışmaların ülkemize çok fazla zarar verdiği açıktır.
Amerikan’ın ve İsrail’in bu bölgedeki oyunlarına destek olmak, aslında bu güçlerin Ortadoğu coğrafyasında yaşama geçirdiği etnik oyunlarına da destek vermiş oluyoruz. Bu tarihi hataları ilerde bir düzeltme olanağımız olmayacaktır.
Bu oyunların son halkası Lübnan ve İran olacaktır. Son oyunun Türkiye üzerine oynanması kaçınılmaz olursa eğer, işte o zaman geriye dönüş olmayacaktır. İşte o zaman Türkiye’nin dostu olmayacaktır.