İlk çağlardan beri insanoğlu güçlüye karşı koyabilmek için çözümler aranmış, sadece fizik gücün yetmediği durumlarda daha akıllıca davranabilen, daha zeki olanlar sıkıntılarını daha kolay aşabilmişlerdir. Ancak her zaman zor oyunu bozmuştur.

Zora karşı zeki olmak da yetmez olduğunda insanlar yardımcı araçlar kullanmaya başlamışlardır. İşte “silah” dediğimi kavram böyle doğmuştur. Önceleri sivri bir sopa, keskin bir taş; daha sonraları bıçak, mızrak, baltaya, sonunda bu gün kullanılan silahlara dönüşmüştür. Teknoloji ile silahlarda da çok büyük gelişmeler olmuştur.

İlk insan karnını doyurmak, vahşi hayvan saldırılarından korunmak, yiyeceklerine göz dikenleri uzaklaştırmak için silah kullanmak zorunda idi. İlkellikten kurtuldukça toplu yaşamaya, Kentler, Devletler kurmaya başladı. Ama “ezenler ve ezilenler” hep var oldu. Ezenler kaba güçlerini silahla artırmak, ezilenler de savunma için silah bulmak zorunda kaldılar.

Yaşadığımız çağda ise kölelik görünürde kalmadı ama yerini modern sömürgecilik aldı. Kimi ülkeler demokrasinin kıymetini anladılar, kendi halkına karşı gereksiz bir silahlanmaya para harcamak yerine, onların refahı için harcama yaptılar. Kimi ülkeler ise Demokrasi dışı rejimlere yönelerek, kendilerini iktidarda, halklarını “biat ve itaatte” tutabilmek için silaha ve güce gereksindiler. Yine ülkeler arası konumda komşusundan korkusuna saldırı ya da savunma amaçlı silahlanmayı sürdürdüler.

Silahlanma ile ilgili şu 3 soruya yanıt aranmalı, biraz akıl yürütmeliyiz:
1- Silahlanma bir zorunluluk mu?
2- Silah; savunma için mi, saldırı için mi?
3- Silah bir ekonomik kalkınma aracı mı?

Herkesin dünyaya ve insana bakış açısıyla ilgili olarak bu sorulara değişik yanıtları olacaktır. İnsanlar savaşmak zorunda mıdır? Çağımızda artık toprak kazanmak ve oraları vergiye bağlayarak gelir elde etmek için savaşmak kabul edilemezdir. Savaşlar genellikle; kendi büyüklük duygusunu bastırmak isteyen hırsı aklının önüne geçmiş bazı siyasilerin, ütopik hayalleri uğruna kendileri gibi düşünen bir azınlık ile çoğunluğu maceralara sürüklemesinden çıkmamış mıdır?

“Yayılmacı siyaset” savaşlara davetiye çıkarmaktadır. Enerji kaynakları, madenler, gıda ve su günümüzün savaş nedenleridir. Ama ille de savaşmak gerekli midir? Tüm bu sorunlar daha insancıl yollarla çözülemez mi? O zaman silah ile savaş bir zorunluluk olmaktan çıkmaz mı? Bu konuda yeterince çaba gösterilmediği kanısındayım. Çünkü bir yanda “barış” gösterileri yapılırken bir yandan da ürettiği silahları satan ülkeleri artık herkes tanıyor. “Barış için savaş gerekir” diyerek elimize gül yerine silah tutturmaya çalışılmaktadır. Bu tuzağa düşülmemelidir.

Savunma, bir saldırı riskine karşı geliştirilen doğal bir reflekstir. Eğer karşınızda size saldıracak birileri yoksa sizde savunma yapma gereği duymazsınız. Ama sürekli saldırı korkusu yaratılırsa siz de tedirgin olmaya başlarsınız. Bu nedenle birileri sürekli savaş çığlıkları atarak, bu korkuyu sıcak tutarak silahı tek çare gibi gösterebilir.

Bir ülkenin kalkınabilmesi, vatandaşlarının gelir düzeyini yükseltebilmesi, refah içinde yaşamalarını sağlayabilmesi için bir şeyler üretmeye gereksinimi olacaktır. Bu herhangi bir sanayi ürünü olduğu gibi silah da olabilir. Ekonomi sürekli üretim ve eldeki pazarı da kaptırmamayı gerektirir. Böylece temel gerçek ortaya çıkar; üretiyorsan pazarlayacaksın!...

Silahlanma gelişen teknoloji ile kıtalararası balistik füzelere, hatta daha da korkunç silahlara doğru aşama kaydetmekte, insanların temel gereksinmelerine ayrılacak paralar buralara harcanmaktadır.

Silah üreten ülkeler bunları “pazarlama zorunluluğu” sonucu kaçınılmaz olarak silahın kullanılabileceği ortamları da yaratmak zorundadır.. Sıklıkla gördüğümüz gibi az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere iç çalkantılar, iç savaşlar ve nihayet ülkeler arası savaşlar bu oyunun sonucudur. Böylece “Pazar” hep hazır tutulacaktır.

İnsanlara sevgi ve paylaşımcılık öğretilirse kavgaya gerek kalmaz. Ama koltuk sevdası uğruna halkı ayrıştırarak, bir kısmını diğerine karşı “ötekileştirerek”, “düşman” yaratarak, sevgiden uzak bir “nefret” ortamı oluşturarak, “Barış” kelimesini kullanmayı bile yasaklayarak nasıl bir “sevgi ve barış ortamı” yaratılacaktır? Silahlanmayı özendirip bireysel cinayetlerin önünü açanların, devletin resmi silahlı güvenlik güçleri varken “silahlı yandaş milis güçleri” oluşmasını görmezden gelenlerin niyetinin sorgulanması zorunluluktur.

Ülkenin halkının güvenliğine zarar verecek iç ve dış tehlikelere karşı elbette silahlı bir güvenlik gücü olacak, yasalara bağlı kaldığı sürece barış adına bir tehdit yaratmayacaktır. Bu ve terörle mücadelenin konumuzdan ayrı tutulması gerekir.

Barış varsa; silaha gerek yoktur!
Silah yoksa savaşa gerek yoktur!
Savaş yoksa mutlu ve huzurlu insanlar, umutlu bir gelecek olacaktır!

Bizlere düşen Atatürk’ün dediği gibi öncelikle “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olmalıdır. Bu tuzaklara düşmemeye, herkesle kardeşçe yaşamaya çabalamalıyız.

Bu yazımı silah-düşman-savaş-barış konularında biraz düşünmenizi sağlayabilmek için yazdım! Bilimsel bir araştırma değil, sadece benim öngörülerimdir. Umarım işe yarar.