“Fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” Dünya Sağlık Örgütü(WHO) tarafından, şiddet bu şekilde tanımlanmaktadır.

“Şiddete maruz kalan kişinin bu süreçte gördüğü zarar ve hatta zarar görme ihtimali olması bile şiddet tanımını kapsıyor. Kadına yönelik şiddet türleri; fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel olarak tanımlanabilir” diyen Dr. Mehmet Yavuz, konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. İşte Dr. Yavuz'un konuşla ilgili tespitleri:

Şiddet türleri..

Bedene uygulanan fiziksel saldırılar, ne yazık ki toplumda en yaygın şekilde gördüğümüz tablolardır. Fiziksel şiddet içeriğinde; sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, dayak, kesici ve vurucu maddelerle bedene zarar vermek, kişinin sağlık hizmetlerinden yararlanmasını engelleyerek bedenine zarar gelmesine sebep olmak vardır.

Psikolojik şiddet içeriğinde; kişiyi aşırı denetleme ve kontrol altında tutma, aşağılamak, cezalandırmak, mahrum bırakmak, küçük düşürmek amacıyla yapılan sistematik şiddet davranışları vardır. Mesleki mobbing uygulamaları da bir çeşit psikolojik şiddettir. Fiziksel şiddetin olduğu her yerde psikolojik şiddetin varlığından söz edilebilir.

Öyle ki; psikolojik şiddetin varlığı, fiziksel şiddetin oluşma ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Psikolojik şiddet, genellikle sürekliliği olan sistematik şiddettir. Tespit edilebilirliği açısından zor olduğu için hafife alınır ve kişi benlik uyumunu korumak adına, savunmalar gerçekleştirebilir. Psikolojik şiddet, bireyin kişilik yapısını ve benlik saygısını hedef aldığından, fiziksel şiddete göre çok daha büyük, sürdürülebilir hasarlara neden olabilir.

Özellikle ataerkil toplumlarda en yaygın görülen şekli, ekonomik olanıdır. Kadına karşı yaptırım ve tehdit aracı olarak paranın kullanılması, kadının çalışmasına izin verilmemesi, malına ve parasına el koymak, kadının ekonomik varlığını yok saymak gibi davranışlar ekonomik şiddettir.
Şiddetin en travmatik hali ise kişiyi, isteği dışında güç ve kontrol uygulayarak cinsel ilişkiye zorlamak ya da cinsel ilişkide bulunmaktır. Cinsel şiddete maruz kalan kadınlar, zamanla iç benliğiyle dış çevre arasındaki uyumunu kaybederek çeşitli psikolojik bozukluklar gösterirler.

Şiddet olgusunun oluşumu..

Erkekte veya kadında şiddet olgusu, psiko-biyolojik etkenler ile dış çevre arasındaki etkileşim sonucunda ortaya çıkmaktadır. Şiddetin biyolojik etkenlerinin değerlendirildiği bazı çalışmalar, limbik sistem ile beynin temporal ve frontal lobları arasındaki ilişkiler sonucu saldırgan davranışların ortaya çıktığını söylemektedir. Ayrıca madde kullanımı, dürtü kontrolünün sağlanmasında engelleyici rol üstlendiğinden, saldırgan davranışları tetikleyebilmektedir. Şiddetin biyolojik faktörleri içerisinde psikososyal faktörler, gelişimsel faktörler ve şiddet ile ilişkili psikiyatrik bozukluklar da vardır.

Şiddetin oluşumu bilinçaltında başlıyor.

Erkeğin kadına karşı uyguladığı şiddeti, farklı psikolojik yaklaşımlardan ele alarak değişik yorumlamalar oluşturabiliriz. Psikanalitik açıdan baktığımızda; saldırganlık, temel içgüdü olarak kabul edilir. Erkek, bu güdüyü gücünü ve kimliğini kanıtlama ve üstünlük sağlama için açığa çıkarmaktadır. Konu ile ilgili bir diğer yaklaşım ise Psikanalizin feminist psikoloğu Karen Horney tarafından ileri sürülen “rahim kıskançlığı” teorisidir. Horney’e göre; erkekler, kadınların doğurganlığını, üretkenlik potansiyelini kıskanmaktadır. Bu kıskançlık, üretkenlik açısından tatmin olamayan erkeklerde, istediği zaman üretkenlik potansiyelini gerçeğe dökebilecek kadınlara karşı, şiddet uygulanmasına sebep olmaktadır.

Reddedilen Erkek Şiddeti


Kadın tarafından reddedilen erkek davranışları, sosyokültürel düzeylere göre farklılık gösterebilmektedir. Özellikle eğitim ve sosyokültürel düzeyi düşük bireylerde, reddedilen erkek davranışı, bazen ciddi şiddet uygulamaları şeklinde tezahür edebilmektedir. Erkek reddedilme gerekçesi olarak genelde fiziksel yetersizliğini düşünmekte bu konuda kendini yetersiz hissetmektedir. Bu hisle dürtüsel bir şekilde hareket eden erkek, kendisine olan öfkesini, karşı cinse şiddet olarak gösterebilir.

Alkol şiddeti tetikliyor..

Toplumu gözlemlediğimizde, erkeklerin alkollü iken daha çok şiddet uyguladıklarını görmekteyiz. Özellikle psikopatik ya da sosyopatik kişiliğe sahip kişilerde, alkol bilinçaltındaki bu yönelimi ortaya çıkarır. Alkolün etkisi ile bambaşka bir kişilik yapısına bürünen kişide, saldırganlık dürtüleri artar ve bu durum kişiyi şiddet davranışına yöneltir.

Şiddet kültürel bir davranıştır

Toplumlarda kadın ve erkek rollerine yüklenen kavramlar da cinsel tutumlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Feminist toplumlar erkek ve kadına eşit haklar sağlarken, ataerkil toplumlarda kadınlar, erkeklerin koruması ve himayesi altındadır. Bu görüş kadınların aciz, korunmaya muhtaç görünmesine neden olmaktadır.

Hatta cinsel şiddette, kadın erkeğe karşı koyarsa bu durum erkeğin maskülenliğine(otoritesine) direkt tehdit olarak algılanır. Kimlik krizi tetiklenen erkek, bu sorunu cinsel kontrol ile çözmek ister ve şiddet davranışına yönelir. Bunun yanı sıra gündelik hayatında ya da iş hayatında aşağılanan erkekler de kendini kanıtlamak için bu tür davranışlara yönelebilirler.

Şiddetin Kadınlardaki İzleri

Kadın şiddete maruz kaldığında yoğun çaresizlik ve yalnızlık duygularıyla baş başa kalır, yeterli desteği görmediğinde ya da yeterli desteğin sağlanamayacağı durumlarda iyice çöküş yaşar. Şiddet bazı kadınlarda öz benlik duygusunda ciddi düşmelere yol açarak kadının şiddeti içselleştirmesine ve şiddetin kendi suçu olduğunu düşünmesine yol açmaktadır.
Bu duruma maruz kalan kadında, depresyon, anksiyete, panik bozukluklar, obsesif kompulsif bozukluklar, madde kötüye kullanımı, travma sonrası stres bozukluğu, yeme bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları gibi psikolojik bozukluklar görülebilir. Bu noktaya ulaşmadan, mutlaka profesyonel bir yardım alınması, kadının yeniden topluma kazandırılabilmesi ve kaybettiği güven duygusunu yeniden kazanabilmesi için önemlidir.

Eğitim şart!

Şiddetin aile sistemi teorilerine bakıldığında; kadına karşı şiddettin bir kural olarak benimsendiği bir aile ortamında yetişen kişilerin, birlikte oldukları kadınlara şiddetle alakalı öğrenilmiş tepkiler göstermeleri çok olasıdır. Kadına şiddet uygulanan ortamlarda yetişen kişilerin bu şiddetten nasiplerini almaları da yüksek ihtimal dahilindedir. Nitekim yapılan birçok çalışmada, şiddet uygulayan erkeğin geçmiş deneyimlerinde, şiddete maruz kalma gibi durumları söz konusudur.

Dolayısıyla annelerine babaları tarafından şiddet uygulandığına şahit olan çocuklarda da buna uygun davranış modelleri görülür. Şiddete tanık olan kız çocukları ise, evlendiklerinde annelerinin rol modelini alarak kendilerine de uygulanacak şiddet durumunu teslimiyetçi bir anlayışla garip bir kabullenme moduna girebilirler. Malesef geleneksel aile yapısının her ne olursa olsun gelinlikle gidersin, kefenle çıkarsın gibi katı dogmatik anlayışı da, kadına şiddeti tetiklemektedir. Çünkü bu geleneksel tutum, erkeğe ‘’her ne yaparsam yapayım, başka çaresi yok’’ gibi sağlıksız bir düşünce alt yapısı sağlayabilmektedir. Burada hiç şüphesiz eğitimin rolu çok büyüktür. Yapılan incelemeler, çocukluk çağlarında şiddete tanık olunsa bile eğer yeterli eğitim düzeyine erişilebilinirse, tablonun değişebileceğini ve şiddet davranışından vazgeçilebileceğini göstermektedir.
Nörolog. Dr. Mehmet. Yavuz