Dünya büyük bir çemberse ülkemize yani Türkiye topraklarına gelinceye kadar iç içe bir çok çember çizebiliriz. Her bir çembere giren coğrafya parçaları ve üzerinde kurulu bulunan devletler, bizim yakın veya uzak ilgi alanımızdadır. Bunların hiç birinle ilgilenmemezlik edemeyiz. Bu ilgi, bizim dış politikamızdır. Keza onlarında bizlerle, ilgisi ve bu ilginin oluşturduğu politikaları vardır.
Bir çok şey de olduğu gibi devleti yöneten siyasi ve bürokratik kadrolar, halkı dış politika konusunda da bir şey bilmemezlikle itham edebilirler. Ama tarihte öyle şeyler olmuştur ki; dış politikayı uzmanlar mı yoksa çarıklı erkanmı biliyor diye, kamuoyu konuşmuştur.
Türkiye’nin Osmanlı döneminden beri toprakları, siyaseti ve bürokrasisi açısından kevgire döndüğünden hiç şüphemiz yoktur. Dünyanın hakimi olma mücadelesi veren güçlü devletler, ülkemizde kendi menfaatlerini sağlamak için adeta cirit atmaktadır. Bunun son örneği de Türkiye’yi 1976’dan beri dinlediği anlaşılan Almanya olmuştur.

Türkiye üzerinde özellikle operasyonel dış politika oluşturan devletler, bizi sadece dinlemekle kalmamış, ülkemizde bölücülüğü desteklemiş, ekonomik krizler çıkartmış, kültürel ve sosyolojik hastalıklar yaratmıştır. Bunları yapmak içinde doğrudan kendisinin yetiştirdiği veya devşirdiği adamları kullanmıştır. Tabii ki; parasal veya her hangi bir şekilde maddi bedeli ödenmek suretiyle!
İsrail’in ebedi politikalarına karşı ne yapıyoruz? Milli Eğitimimize, 1940’lı yılların ikinci yarısında CİA aracılığıyla el koyan ABD’nin, çocuklarımızı dumura uğratmasına karşı ne geliştirebildik? Her ekonomik krizle fakirleşen yoksul halka, bunların dışarıdan üzerimize yapılan ekonomik saldırılar sonucu olduğunu niye anlatamadık? Ülkemizdeki iktidarları dış güçlerin getirip götürdüğünü neden söylemedik? Her ülkenin Türkiye ile ticari bağı olduğu kadar, satın aldığı bir kadronun da olduğunu neden açık etmedik? Şimdi kalkmış Almanya “bizi nasıl dinlermiş” diye şaklabanlık yapıyoruz. İlgilisine soruyorum: “biz başımıza gelen hadiselerden sonra, ne zaman devlet gibi davranabildik?”

Ya Türklerin bulunduğu Doğu Türkistan, Türkmeneli, Kıbrıs, Kırım, Ahıska, Rodos, Yunanistan ve Bulgaristan politikaları derseniz, sıfırdan bile aşağı derim.
Gelin günümüzden 19.yüzyıla gidelim. O yıllarda Osmanlı topraklarında görülen misyonerlerin hepsi istihbaratçıydı. Hem Osmanlı’nın her açıdan fotoğrafını çekiyor hemde okul, kilise, hastane, yetimhane gibi yerler açmak sureti ile operasyonel işler yapacak merkezleri inşa ediyorlardı. Bugünkü Türkiye’ye bakın; böyle yerler var mı yok mu? Hemde binlercesinin var olduğunu göreceksiniz. Bu bize, bizi sadece Almanya’nın değil üzerimizde hedefleri olan herkesin dinlediğini göstermektedir!
Yine tarihe dönelim. Osmanlı arşiv belgeleri, ABD misyonerlerinin yani istihbaratçılarının, Bulgar ve Ermeni ayaklanmalarında hazırlayıcı, koruyucu ve müdahaleci bir rol üstlendiklerini ve Türk aleyhtarlığı yapmak sureti ile uluslararası bir kamuoyu oluşturmakla görevli olduklarını ortaya koymuştur. Bugünde ABD’nin Adana Başkonsolosu, Diyarbakır’da iftarlar vermektedir. Almanlar Barzani’nin peşmergesine silah göndermektedir. Bunları biliyoruzda ne tür bir dış politika ile bu saldırılara karşılık verdik veya engelledik? Kocaman bir sıfır... Her halde “sıfır sorunlu dış politika” bu sıfırdan geliyor!

Eğer sana yönelmiş ve kötü niyetler içeren zarar verici politikalar varsa, sende bunu dış politika uzmanlarının “zorlayıcı diplomasi stratejisi” dedikleri yöntemle pozitife geçirebilirsin. Bu ne demek? Karşındaki gücün tüm unsurlarını dikkate alarak oluşturulacak bir starateji ile ihlali gerçekleştiren ülkeye karşı, ölçülü bir güç ( bu ekonomik, kültürel, toplumsal, askeri vs. gibi olabilir) kullanma tehdidini de içeren bir tepki politikası oluşturulabilir. Ama karşı tarafın elinde sana karşı kullanabileceği İsviçre’deki banka hesapları veya daha ağır kozlar yoksa!

Ben dış politikada zaman zaman muhatap olduğumuz bu aşağılayıcı gelişmelere bakarak, Türk devletlerinin dış politikalarının çok yetersiz olduğunu, içeride ise devletin vatandaşlarını haksız yere ezdiğini ve çok çabuk dış güçlerin etki ve kontrolüne girdiğini düşünürüm... Bu sebeple, Almanya’ya karşı suskunluğumuzun da emin olun bir değil bin türlü nedeni vardır. Böyle devlet olunmaz...
Bir musibetin, bize hayrının dokunduğu tarihsel olaylarla sabittir. İnşallah Almanya’nın bizi dinlemesi hayırlara vesile olur. Büyük Türk mütefekkiri Yahya Kemal : “Felaketin bin acısına mukabil bir hayrı da olmaz olur mu? Yunanlılar bin seneden beri Hudavendigar toprağına kök salmış olan Türklüğün kökenlerini koparmaya savaşırken o topraklar altında yatan ilk Türk beylerini, ilk İslam şehitlerini, ilk Osmanlı padişahlarını uyandırdılar... Bu saat Hudavendigar toprağına doğru, bütün Anadolu’ya öyle önüne geçilmez bir yürüyüş var; Tesalya ovalarını inleten meşhur türkü bütün Anadolu vadilerinden geliyor;
Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni talim çıkmış varam alışam!”

İşte Türk devleti içte vatandaşlarını hak ve hukuk içinde rahat, mutlu, huzurlu ve güvenli yaşatmalıdır. Bunun bir ayağı askeri güç olmak diğeri de milli menfaatleri koruyan güçlü bir dış politika izlemekten geçer. Ama bunlar bize şimdilik uzak hayaller!