II. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’na katılarak bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, devlet ile birey arasındaki mesafe açıldıkça hem bireyin hem de devletin zayıfladığını vurgulayarak, "Devlet, halkını kendisini var eden, kendisinin yegane sahibi olarak görüyorsa o devlet adildir, şefkatlidir, merhametlidir" dedi.

Ankara'da yapılan toplantıda yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'de Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 2012 yılında çıkarılan bir kanunla oluşturulduğunu ve 2 yılda kurumun yapılanmasını tamamladığını ve çalışmalarına başladığını söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kamu Denetçiliği Kurumu'nun 2013 ve 2014 yılları içinde 11 bin 580 adet başvurunun tamamını inceleyerek, neticelendirmesinden büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti. Kamu Denetçiliği Kurumu’nun başvurularla ilgili verdiği tavsiye kararlarına uyma oranının 2014 yılında yüzde 30 olarak gerçekleştiğini ve bu oranın yeni bir kurum için umut verici olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu oranın hükümet ve Meclis'in desteğiyle daha da yükselmesini arzu ettiklerini belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2002 yılı sonundan itibaren Türkiye’de demokratikleşme adına insan hak ve özgürlüklerini güçlendirmede tarihi adımlar atıldığına işaret ederek, "Kamu Denetçiliği Kurumu’nun oluşturulması atılan bu adımlar içinde önemli bir yer tutuyor. Aynı şekilde 2010 yılında gerçekleştirdiğimiz Anayasa değişikliğinin ardından Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının getirilmiş olmasının da bireyin haklarını savunmak adına devrim niteliğinde bir önem bir anlam taşıyor" dedi.

"DEVLET GELENEĞİMİZDE BİREY, DEVLET VE İDARE KARŞISINDA HİÇBİR ZAMAN YALNIZ OLMAMIŞTIR"

Bireyin idareye karşı haklarını savunma mekanizmasının, gerek Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkıyla, gerek Kamu Denetçiliği Kurumuyla öze dönüşten kökleriyle yeniden kucaklaşma olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ombudsmanlığın 18 yüzyılda yaşadığımız topraklardan çıkarak, Avrupa’ya yayılmış bir uygulama olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bizim yüzyıllara sâri devlet ve idare geleneğimizde birey, devlet ve idare karşısında hiçbir zaman yalnız olmamıştır, çaresiz ve savunmasız bırakılmamıştır. Türk devletleri olan Memlüklülere, Selçuklulara baktığınızda orada Divan-ı mezalim ya da Dâru'l-adl gibi kurumların olduğunu görürsünüz. Kimi zaman bizzat sultanlar camilere gidip, namazın ardından vatandaşın dertlerini dinliyorlardı. Vatandaşın bir memurdan şikâyeti varsa, bunu çeşitli vasıtalarla, ya da doğrudan sultana kadar iletebiliyordu. Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun, Kazaskerlik, Şeyh-ül İslam, Kadılık gibi makamlar halkın şikâyetlerini dinliyor, devletin ve idarenin halka zulmetmesini önüne geçiyordu. Bir temel ilke, Osmanlı Devletinin kuruluşunda yine Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye verdiği o meşhur nasihattir; ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’. Yani devlet öncelikli bir yapı asla yok, insan öncelikli bir yapı söz konusu. Düşünün ki, o dönemde başkent İstanbul, Afrika’nın içlerine kadar, Yemen’e kadar hükmediyor, oradaki halkın huzur, adalet içinde yaşamasını işte bu anlayışla temin edebiliyordu. Yerelde kadılıktan başlayarak, İstanbul’daki sultana uzanan o idare zinciri bozuluncaya kadar, tefessüh edinceye kadar çok geniş bir coğrafya içinde adaleti tesis etmek, temin etmek de mümkün olabilmiştir" dedi.

OSMANLI DEVLETİNİN HALKINA KARŞI ADALETİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, devlet ile birey arasındaki mesafe açıldıkça, hem bireyin hem de devletin zayıfladığını vurgulayarak "Devlet halkını, vatandaşını kendisini var eden, kendisinin yegâne sahibi olarak görüyorsa o devlet adildir, o devlet şefkatlidir, merhametlidir. Ama devlet halkını, vatandaşını, vatandaşının taleplerini bir tehdit olarak görüyorsa, kendisini vatandaşına karşı korunaklı hale getiriyorsa o devlet zalim bir devlete dönüşür ve zayıflamaktan, çürümekten, yıkılıp gitmekten başka seçeneği de kalmaz" diye konuştu.

Altı asır boyunca Osmanlı Devleti’ni dünyanın en güçlü devleti haline getiren temel özelliğin halkına karşı adaletli davranması, Selçuklu Devletini de asırlar boyunca coğrafyanın güçlü bir devleti haline getiren unsurun, asırlar boyunca halkıyla kurduğu irtibat olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iki devletin de halkı ile irtibatını kopardığı, zayıflattığı dönemde gerilemeye başlayarak, tarih sahnesinden silindiğini belirtti.

"HAK VE ÖZGÜRLÜKLER GENİŞLEDİKÇE DEVLET KADAR EKONOMİ GÜÇLENDİ, SİYASET GÜÇLENDİ"

Türkiye Cumhuriyeti hem adil ve güçlü bir devlet, hem de uzun soluklu bir devlet olacaksa, tarihindeki büyük tecrübeleri kullanarak, tarihindeki bu zengin mirası tevarüs ederek, bunu sağlayabileceğine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Onun için ümitsiz olmaya asla gerek yok. Bizim tarih içinde kurduğumuz devletlere baktığımızda hiçbirinde vatandaşı şekillendirmek, formatlamak, tek tip birey oluşturmak gibi bir siyasetin olmadığını görürsünüz. Kıyafet dayatması yoktur, dil dayatması, kültür dayatması, etnik köken, din, mezhep dayatması yoktur. Saray Bosna’dan Batum’a, Kırım’dan Sina’ya, Bağdat’tan Cezayir’e kadar çok geniş bir coğrafya içinde dinler, mezhepler, diller, kültür ve gelenekler tam bir özgürlük içinde varlıklarını idame ettirmişlerdir. Devlet ve idare halk üzerinde ceberut, baskıcı, zalim bir yapı değil, tam aksine kucaklayan, merhametli, şefkatli, dinleyen ve saygı duyan bir yapı olmuştur. Bu sayede adil, bu sayede uzun ömürlü olmuşlardır. Son 12 yılda yaptığımız reformlara dikkat edelim, bireyler üzerindeki baskıları, kısıtlamaya kaldırmaya çalıştığımızda bundan devletin zarar göreceği ifade ediliyordu. Kıyafetler üzerindeki, özellikle de başörtüsü üzerindeki baskı ve yasaklamaları kaldırdığımızda bundan ülkenin zarar göreceği ifade ediliyordu. Şarkıları, türküleri, kelimelerin, anlamları, hatta kalem ve klavye üzerindeki baskıyı kaldırdığımızda Türkiye’nin zayıflayacağı, parçalanacağı iddia ediliyordu. 12 yıl içinde tüm iddiaların, karamsar senaryoların tam tersi gerçekleşti. Bireyin hak ve özgürlükleri genişledikçe, devlet güçlendi. Hak ve özgürlükler genişledikçe, devlet kadar ekonomi güçlendi, siyaset güçlendi. Kaldırılan her bir yasak, her bir kısıtlama hem bireyi güçlendirdi, hem de iddia edilenin tersine devleti güçlendirdi, milleti güçlendirdi, ülkeyi güçlendirdi. Hiçbir devletin yasaklarla, kısıtlamalarla, korkularla varabileceği hedef yoktur. Bireyi, halkını, vatandaşını kendisi için bir tehdit olarak gören devletin adil olma imkânı ve ihtimali asla yoktur. Onun için Türkiye daha güçlü, daha adil, daha müreffeh ve huzurlu bir ülke olmak adına tüm anlamsız yasak ve kısıtlamalardan kurtulmayı, demokrasiyi daha ileri standartlara kavuşturmayı, hak ve özgürlükleri daha da iyi işletmeyi sarsılmaz bir hedef olarak muhafaza edecektir" dedi.

"ÖZGÜRLÜĞÜN OLMADIĞI YERDE GÜVENLİK OLMAZ"

Devlet ile birey arasındaki mesafeleri kaldırma konusunda Türkiye'nin kararlılığının asla sarsılmayacağını vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin ileri demokratik standartlara kavuşma, hak ve özgürlükleri genişletme konusunda reform kararlılığının asla geriye gitmeyeceğini belirtti.

Birey için özgürlük ne kadar haksa, güvenliğin de o kadar hak olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik olmaz. Aynı şekilde güvenliğin olmadığı yerde de, özgürlük olmaz. O ikisinin çok hassas bir dengede muhafaza edilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz. Eğer güvenlik öne çıkarsa özgürlük kısıtlanır. Eğer özgürlük başkasının özgürlük alanını ihlal edecek şekilde yorumlanırsa o zaman da güvenlik sarsılır. Adeta bıçak sırtında yürürcesine özgürlük ve güvenlik dengesini muhafaza etmek, teraziyi tam dengede tutmak zorundayız. Bakın hiçbir zaman en mükemmel seviyede, en ideal noktada olduğumuzu iddia etmedik. Eğer böyle bir iddia içinde olursak bu zaten bizi ciddi bir yanılgıya sevk eder. Ancak özellikle Batılı dostlarımızın şunu bilmesini isterim; Türkiye bütün bu kararlı reformlarını zor bir coğrafyada, yoğun terör saldırılarına ve içeride değişime karşı yoğun dirence rağmen gerçekleştiren bir ülkedir. Farklı dil ve lehçeler üzerindeki kısıtlamaları kaldırırken, karşılaştığımız direnci herkes gördü ve yaşadı. Irkçı siyasete karşı mücadele verdik. Statüko partilerine karşı mücadele verdik. Korkulara karşı, önyargılara karşı mücadele verdik. Bütün bunlara ek olarak özgürlüklerin genişlemesinden rahatsız olan terör örgütüne ve onun uzantısı olan siyasi partiye karşı mücadele verdik" dedi.

KOBANİ İÇİN DÜZENLENEN GÖSTERİLER

Bu kadar dirence rağmen vazgeçmeden, yılmadan, kararlılıktan taviz vermeden reformları gerçekleştirdiklerine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Doğu ve Güneydoğu illeri ile büyük şehirlerde yaşanan olayları hatırlatarak, bazı siyasi partilerin, taraftarlarını Suriye'deki (Ayn el Arap) Kobani'deki terör saldırılarına karşı sokağa çağırdıklarını belirtti. Basın açıklaması yapmanın, gösteri yapmanın, protesto etmenin, fikirlerini özgürce ifade etmenin demokratik hak olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: "Ama ne oldu? Birkaç gün içinde 42 insan gösterilerde hayatını kaybetti. Üstelik hayatını kaybedenler, bizzat göstericilerin insanlık dışı saldırıları neticesinde katledildiler. Binlerce işyeri yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. Kamuya ve sivillere ait yüzlerce araç kullanılamaz hale geldi. Kamuya ve sivillere ait onlarca bina yakıldı, kullanılamaz hale getirildi. Daha da ileriye gidildi. Bingöl'de 2 polisimiz şehit edildi, onlarca polisimiz olaylarda yaralandı. Şimdi biz bunlara demokratik hak mı diyeceğiz? Bu vandallığa, bu şiddete gösteri hakkı, protesto hakkı, ifade özgürlüğü mü diyeceğiz? Dünyanın neresinde böyle bir hak, böyle bir özgürlük var? Ben Batı'yı bilen birisiyim. Batı'nın neresinde ne olduğunu, güvenlik güçlerinin orada nasıl bir güç kullanımı içerisinde olduğunu gayet iyi bilen birisiyim. Orada bunlar normal karşılanırken, benim ülkemde bu noktada güvenlik güçlerim bir adım attığı zaman bunun değerlendirmesini yapanlar adil davranmalıdır diye düşünüyorum."

"TÜRKİYE SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA ÇOK BARİZ BİR ÇİFTE STANDARDIN DEVREYE GİRDİĞİNİ GÖRÜYORUZ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bizi kıyasıya eleştiren o uluslararası medyaya, o Batılı siyasetçilere soruyorum; kendi ülkelerinde böyle bir vandallığa, böyle bir yağmacılığa, insan hayatına kasteden bu türden şiddete demokratik hak diyebilirler mi? Özgürlük diyebilirler mi? Türkiye söz konusu olduğunda çok bariz bir çifte standardın devreye girdiğini görüyoruz" dedi.

Eylül ayında BM Genel Kurulu'nda katıldığını ve bölgedeki son gelişmeler sebebiyle BM Güvenlik Konseyi'nde özel bir toplantı gerçekleştirildiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Başkan Obama'nın riyasetinde olan bu toplantıda, özellikle IŞİD denilen bu terör örgütünün, son dönemlerde attığı adımların değerlendirmesi yapılırken, orada interneti, bunun yanında Twitter'ı çok iyi kullandığı gündeme geldi ve buna karşı bazı tedbirlerin alınmasının gereği gündeme geldi. Şimdi sosyal medyada, özellikle gerek internet, gerek Twitter, gerek Facebook, bütün bunlar değerlendirilirken, bunu tek taraflı görmek ciddi yanlış olur. Bunu ele iyi almak lazım. Ben bunu her zaman şuna benzetirim; bir katilin elinde bıçak var, bir de doktorun elinde neşter var. Doktorun elindeki neşter hayat kurtarır, ama katilin elindeki bıçak insan hayatına kasteder, öldürür. Şimdi bunu birbirinden ayırmamız lazım. Biz neşterden yana mıyız, yoksa katilin elindeki bıçaktan yana mıyız? Eğer bunu iyi ayırt edemezsek, tefrik edemezsek bunun bedelini işte aynen IŞİD'in elindeki bıçaklar gibi görürüz veyahut da şu son dönemde 42 vatandaşımızın -ki biraz sonra değineceğim örnekler bu noktada çok önemli- aynen onların elindeki bıçaklar gibi görürüz. Dolayısıyla bütün bunların yüzlerce, binlerce örneği var. Mesela, Twitter'dan tehdit mesajları yayınlayanların, bombalı saldırı şakası yapanların, başka ülkelerde nasıl sınır dışı edildiklerini, kimi hesapların nasıl kapandığını hepimiz biliyoruz. Bunları görmemiz lazım. Ama Türkiye'de adres vererek, 'Şu bakanın ev adresi şudur. Gidelim basalım' diyerek tehditler yapılınca, buna karşı tedbirler alınınca, bu hem içeride hem dışarıda örgütlü bir karalama kampanyasına dönüşebiliyor" dedi.

KOBANİ GÖSTERİLERİNDE KATLEDİLEN ÇOCUKLAR

Bir süredir içeride bazı siyasilerin, dışarıda da bir kısım uluslararası medyanın, 'Türkiye'de basın özgürlüğü yok' diyerek, Türkiye'yi tüm dünyada acımasızca eleştirdiklerini dikkate getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye, gazetecilik faaliyeti dışında cinayetten, terörden, hırsızlıktan mahkûm olanlar nedeniyle sınırsızca eleştirilirken, İsrail'in Gazze saldırıları sırasında katlettiği 16 gazeteci bakıyorsunuz hiç gündeme gelmiyor. Hiç duydunuz mu? Ben duymadım. Okumadım. Gazze saldırıları sırasında mahalle baskısına maruz kalan, sürülen, işinden atılan gazeteciler hiç gündem yapılmıyor. Kusura bakmayın. Burada ben şu tespiti yapmak durumundayım; Geçen yıl Gezi olayları sırasında yaralanan ve sonrasında maalesef hayatını kaybeden bir çocuğun üzülerek ifade ediyorum, ölü bedeni üzerinden her türlü aşağılık saldırıya maruz kaldık. Bir çocuğun talihsiz ölümünü reklam aracı yapacak kadar, muhalefet aracı yapacak kadar, istismar vasıtası yapacak kadar alçaldılar. Günlerce manşetlerle, sokak olaylarıyla, içeriden ve dışarıdan kampanyalarla bize, akla, vicdana, edebe sığmayacak saldırılar yaptılar. Okyanus ötesinden ölen çocuğun mezhebine de vurgu yaparak, timsah gözyaşlarıyla taziyeler yayınladılar. Ancak bu gösteriler sırasında ateşli silahla kasten öldürülen Burak hiç kimsenin dikkatini çekmedi, hiç kimsenin vicdanına dokunmadı. Daha önceki hafta Diyarbakır'da vahşice öldürülen 3 genç o malum çevrelerin ilgi alanlarına hiç girmedi. Kurban Bayramı'nda yoksullara yardım dağıtma peşinde olan 16-26 yaşları arasındaki gençler tam anlamıyla vahşice katledildiler. Önce silahlarla, bıçaklarla saldırıya uğradılar, sığındıkları binanın üçüncü katında işkence gördüler, üçüncü kattan aşağı atıldılar. Yetmedi, bunlardan birinin üzerinden arabayla geçtiler, diğerinin başın taşlarla ezdiler. Bu vahşice katledilenler, insan değil mi? Bunlar çocuk değil mi? Genç değil mi? İstanbul'da talihsizce ölen çocuk için sahte, yalan ifadelerle 'ekmek almaya gidiyordu', hâlbuki hiç alakası yok. Maalesef terör örgütünün maşası olmuş durumdaydı. Bu tür hikâyeler tasarladılar. O reklamcılar şimdi nerede? Sokaklara çıkan, gösteriler yapan, o sözüm ona vicdan sahipleri nerede? Günlerce manşetlerinden sahte vicdan gösterileri yapanlar, hani neredeler? O çocuğu siyasi bir istismar aracı yapanlar neredeler? Okyanus ötelerinden taziyeler yayınlayan, timsah gözyaşları döken, burada sokak olaylarına benzin dökmeye çalışanlar neredeler?ö

"NETİCESİ ÖLÜM OLAN HER ŞEY SUÇTUR"

Suriye'de kimyasal, konvansiyonel silahlarla, varil bombalarıyla 300 bin insanın katledildiğini de dikkati çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan "Hatta Suriye'de 300 bin insanın katledilmesine susacaksın, hatta bu insanlık dışı katliama destek vereceksin, ondan sonra 'Kobani' deyip, sağı solu yakacaksın, cinayet işleyeceksin. Kobani için bu kadar dertlisin de Kobani'nin dışındaki şehirler için niçin senin en ufak bir derdin yok. Kaldı ki Kobani'de şu an kimse yok. Kobani'de olanların hepsini aldık, ev sahipliği yapıyoruz. 200 bin Kobanili Kürt şu anda bizim ülkemizde" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD'nin bölgede yaptığı son hava operasyonlarının, oradaki Kürtlerle değil, IŞİD'in kuşatmalarıyla ilgili olduğuna işaret ederek, "Kobani eğer stratejikse, bizim için stratejik. Amerika için stratejik değil. Dolayısıyla bizim burada alacağımız tedbirler önem arz ediyor. Bunun üzerinde hassasiyetle durmamız lazım. Fakat 300 bin insan Suriye'de öldü. Burada bir tavır var mı, yok. Kimyasal silahlarla ölen insanların sayısı bin 500, bin 600 ama konvansiyonel silahlarla ölenlerin sayısı 300 bin. Siz konvansiyonel silahlarla ölenleri göz ardı ediyorsunuz, bin 500, bin 600, kimyasal silahla ölenleri gündeminize alıyorsunuz. Bunun ne mantıkla, ne hukuk mantığıyla ne vicdanla alakası olamaz. Benim için neticesi ölüm olan her şey suçtur. Bunu değerlendirmemiz lazım. Orada ister kimyasal silah kullanılsın, ister konvansiyonel silah kullanılsın. İnsan öldü mü, öldü. Bunun bedeli olmalıdır. Bunların hiçbiri özgürlük değildir. Bunlar demokratik hak değildir. Ne bu çifte standarda ne bu şımarıklığa ne de bu şiddete kim ne derse desin boyun eğmeyiz" dedi.

"BATI MEDYASI VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN ÇİFTE STANDARTLARINA BOYUN EĞMEYİZ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu anda TBMM'de yeni güvenlik tedbirlerinin yasalaştırılması çalışmalarının devam ettiğini hatırlatarak, "Bakıyorsunuz içeride, dışarıda o malum koro, yine algı operasyonu peşinde" dedi. ABD'de ve AB ülkelerinde bu tür olaylar karşısında ne tür güvenlik tedbirleri alınıyorsa ülkemizin de aynısını aldığını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yüzüne maske takıp, eline molotof alıp sivillere saldıran, sivillerin başını taşla ezerek katleden bir anlayış dünyanın hiçbir yerinde özgürlük, demokratik hak kavramının arkasına saklanamaz. Şu uluslararası gazete bunu yazmış, şu uluslararası örgüt bunu söylemiş. Bu çifte standarda biz boyun eğmeyiz. Burada da açık açık ifade ediyorum. Ülke olarak her türlü yapıcı eleştiriye, tavsiyeye, dostça uyarıya açığız. Ancak çifte standartla tamamen haksız şekilde Türkiye'nin iç ve dış politikasını şekillendirmeye yönelik karanlık operasyonlara 'Eyvallah' demedik, bundan sonra da demeyiz. Devlet eğer, sokaktaki, evdeki, otobüsteki vatandaşının can güvenliğini temin edemiyorsa, özel ve kamu mülkünü koruyamıyorsa, o ülkede özgürlük de demokrasi de olmaz. Hem güvenliği temin edeceğiz hem de bu sayede özgürlükleri, demokratik standartları daha ileri seviyelere taşıyacağız" diye konuştu.

"TÜRKİYE'NİN 90'LI YILLARA DÖNMESİNE ASLA MÜSAADE ETMEYECEĞİZ"

Türkiye'nin 90'lı yıllara dönmesine, güvenlikçi politikaların öne çıkmasına da asla müsaade etmeyeceklerini yineleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan sözlerini şöyle tamamladı: "Polisimize, askerimize bireyin hakkını ihlal edecek yetkiler, şüphesiz ki vermeyiz. Verilen yetkileri aşmasına, kötüye kullanmasına da asla göz yummayız. İşte Kamu Denetçiliği de zaten bunun için var. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı bunun için var. Kamu Denetçiliği Kurumunun, güvenlik - özgürlük dengesini en hassa şekilde gözeterek, bireyin hak ve özgürlüklerini savunacağına yürekten inanıyorum. Sosyal medyanın özgürlüğü savunulduğu kadar, sosyal medyada hakları ihlal edilen mağdurların da özgürlüğü savunulmazsa oradan özgürlük değil, hak ihlali doğar. Protesto yapanın özgürlüğü kadar, evladı vahşice katledilen annenin hakkı savunulmazsa, oradan adaletsizlik doğar. Gösteri yapanın hakkı kadar, esnafın hakkı savunulmazsa, oradan da kargaşa doğar. Biz kimin ne dediğinden çok tarihimizin, medeniyetimizin, Anayasa ve yasaların, en önemlisi de vicdanlarımızın ne dediğine bakacak, geleceğe de bu şekilde ilerleyeceğiz."