Eğitim- öğretim dediğimizde ilk aklımıza gelen okuldur. Hayatımızın en vazgeçilmez kurumlarıdır. Aileler çocuklarının okula başlayacağı zamanı iple çekerler. Okul, öğretmen seçimleri, hangi okulun hangi eğitimi iyi verdiği vs. hayatlarının en önemli konusu olur. Ve çocuk okula başladıktan sonra aileler de onunla birlikte baştan başlar okul hayatına. Çocukla okur- yazar, problem çözer, ödev yapar, araştırır. Hatta o kadar kaptırır ki kendini çocuktan çok aile kendini adar okula.

Sadece aile değil, öğretmeni de çocuktan çok çabaya girişir. Sürekli çocuğun yapamadıklarını ölçer, değerlendirir ve aileye dönüt sağlar. Yapabildikleri değil yapamadıkları üzerine yoğunlaşır herkes. Aile dönüt alınca eksik konuya çalışır. Ama çocuğun yine umurunda değildir.

Onun istediği oyun oynamaktır. Arkadaşları ile zaman geçirmektir. Merak etmek, merak ettiklerini incelemek, oynarken öğrenmektir. İşte eğitimin merkezine koymamız gereken gerçekler bunlardır. Çocukların çocuk olduğunu unutmadan onların gerçeklikleri içine öğrenimi yerleştirmek gerek. Ama biz onları kendi gerçeklerimiz içim-ne çekerek, kendi bildiğimiz doğruları ezberletmeye çalışıyoruz.

Bunları neden söyledim? Yerli PISA sınavı olarak adlandırdığımız ABIDE sonuç raporu yayınlanmış. PISA ve TIMS raporlarını yabancı kaynaklı bulduk, bizi onlar ölçemez dedik, yerli ve milli bir ölçme aracı oluşturmalıyız dedik. Fikir güzel, yaptık da. Sonuç değişmedi. Onda da durum kötü. Bunun nedenlerini değerlendirmemiz ve konuşmamız gerektiği için bunları söyledim.

Çocuklar okula başladığı andan itibaren hep birlikte onları soktuğumuz ezberci ve yarışçı sistemin sonucu bunlar. Artık şu gerçeği kabul etmeliyiz ki; okullarda öğretim yapamıyoruz. Bunun çok nedeni var.

İlki eğitim sistemimiz. Yukarıda da söyledim, ezberci ve yarışmacı anlayışın olduğu bir sistem çocuklarımıza bir şey öğretemez. Çünkü bu anlayış onların ne öğrendikleri ile ilgilenmez. Onların yapamadıkları ve bilmedikleri ile ilgilenir. Çocukların bildiklerini görmezden gelirseniz üzerine yenilerini öğrenme gereği duymazlar.

Bir diğer neden, sıralamaya dayalı sınav sistemleri. Bu sistemler sayesinde bir üst eğitim kurumuna geçişin yapılması nedeniyle çocuklar sınav odaklı çalışıyorlar ve kendi yeteneklerinin farkına varamıyorlar.

Çocukluk yıllarından itibaren kendilerini tanımaya ve kariyerlerini planlamalarına önem verilmeyişi de başka bir nedendir. Düşünmeyi, karar vermeyi, değerlendirme yapmayı değil kendilerine doğru olarak öğretilen seçenekleri işaretlemeyi öğrenirler.

Bir başka neden de gelecek kaygısı yaşayan ailelerin baskısı. Çocuklarının gelecekte iyi bir meslek, iyi bir statü sahibi olmasına odaklanan aileler çocuklarını herkes gibi olmaya, ortalama başarıları elde etmelerine odaklanır. Ortalama dışında ilgilerini, başarılarını fark etmeye enerji harcamazlar.

Başka bir neden de okulların fiziki yapısı. Okullarımızın fiziki ortamları çocukların yaşlarına ve mizaçlarına uygun eğitim almalarını sağlayacak yapıda değildir. Yaş özellikleri itibariyle en çok hareket ettikleri dönemde en hareketsiz zamanları geçirmeleri üzerine kurulmuş fiziksel yapılar çocuklarımızın eğitim-öğretim almasına uygun değildir.

Ve bir neden de “öğretme” odaklı eğitim sisteminin “öğrenme” odaklı sisteme dönüştürülmesi gerektiği gerçeğidir. Çocuklarımızın öğrendikleri ve başardıklarından yola çıkarak öğrenimi planlarsak başarı seviyesini yükseltebiliriz. Başarı zorla itilerek, istenilen yöne çekilerek arttırılamaz. Başarılar fark edilerek, yeni başarıları istedikleri yönde kazanmaları yönünde rehberlik edilerek başarı kazandırılır.

Başlıkta da söylediğim gibi artık kabul edelim ki okullarda öğretim yapamıyoruz. Eğitimi yapıyor muyuz kısmını da başka bir yazı konusu yapalım. Öğretim yapamadığımızı yıllarca yabancı ölçme sistemleri söylüyordu. Şimdi yerli ölçme sistemimiz de söylüyor. Gerçi kendimizi değerlendirmek istersek başka yerli ölçme sistemleri de bunu söylüyordu. Mesela LGS değerlendirme raporuna göre 72 bin öğrenci matematik, bin 338 öğrenci Türkçe testinde sıfır çekmiş. Üniversite giriş sınavlarında farklı bir durum var mı?

Çocuk okula başladığı andan itibaren yaptığımız en büyük yanlış şudur; çocukları sürekli ölçmek. Ama ne bildiklerini değil ne bilmediklerini ölçmek. Bütün sınavlar acaba neyi sorarsam bilemezler mantığı ile hazırlanır. Zor soru soran öğretmen iyi öğretmendir. Bildiğini ödüllendirmek değil bilmediğini bulup çıkarmak gerekir. Ama iş ölçmeleri değerlendirmeye gelince bol keseden atarız. Başarısız görünmesin, bütün notlar yüksek, takdirler, teşekkürler alabildiğince…

Okuma yazmayı öğrenme sürecinde yapılanları göz ardı ederek, bu sürecin ardından başlayan sınav ve test odaklı ölçme sistemi bizi bu günlere getiren en önemli nedenlerden biridir. Birinci sınıf çocuklarının bile aileleri ile sürekli bir sınav stresi içinde yaşadıklarını çok gördüm. Daha büyük sınıflarda da ders anlatılırken “bu konu sınavda çıkar”, “altını çizin, sınav sorusu” uyarılarının yanında “hocam sınav test mi olacak?” sorularının eşlik ettiği ölçme sistemimiz var. İşte bu nedenle okullarda öğretim yapamıyoruz. Sadece ölçme yapıyoruz.

Valla ne diyeyim ölçmekle olmuyor bu işler. Hani kilo vermeyi düşünen birinin diyet yapması gerekir. Onun yerine sürekli tartıya çıkıyorsa kilo veremez. Araçları amaç olarak kullanarak bu işi başaramayız.

Size öğreteceğiz diye zorunlu eğitime alıyorsak hakkını verelim, yok eğer okullarda öğretemiyorsak çocukları zorunlu eğitime alıp zamanlarını çalmayalım.

İLKAY KUMTEPE/04.07.2019