Eğitim, insanlığın ilk devirlerinden beri hep çok önemli olagelmiştir. Doğal olarak eğitimin yalnız okullarda verildiğini düşünmeyelim. Okullar olmadan önce de, okullar varken de eğitim var olmuştur.

O, mevcut kuşakların, kendi ihtiyaç ve alışkanlıklarını yeni kuşaklara aktarma işidir. Ananın kızına, babanın oğula, arkadaşlarının birbirlerine ve öğretmeninin öğrenciye öğrettikleri de eğitimdir. Bu biçimlendirme sendika, dernek ve vakıfların üyelerine, gazete ve televizyonların izleyicilerine ve okurlara öğrettiklerini de kapsar.

Kısaca, bütün insanlık başından beri bir eğitim süreci içindeyiz. Bundan uzak durmanın imkân ve ihtimali de yoktur.

Fakat bu, her eğitimin iyi ve yararlı olduğu anlamına gelmez. İnsanlığın mutluluğu, refahı ve barış içinde yaşamasını isteyen insanlar da, zalim, kan dökücü, sömürücü ve yalancı insanlar da bu özelliklerini eğitimle kazanmışlardır.

Burada eğitimin sınıfsal karakteri ortaya çıkar. Her sınıfın eğitim görüşü farklı, hatta bazılarınınki birbirine zıttır. Bu, toplumun her bireyinde ortaya dökülen bir özelliktir.

İktidarda bulunan sınıf, bütün milletin, bu sınıfın çıkarlarını gözetecek biçimde eğitilmesini ister. Buna göre programlar yapar, öğretmen yetiştirir ve öğretmenlerden bunları genç kuşaklara aktarmasını ister. İster feodal, kapitalist sömürücü bir sınıf olsun, ister iktidarı ele geçirmiş emekçi sınıf olsun, bu gerçek değişmez.

Türkiye’de emekçiler hiç iktidar olmadıkları için onların böyle bir program yapma imkânları olmadı. Buna karşılık, eskiden beri eğitim sistemi içinde görev alıp da sermayedarların değil, halkın çıkarını gözeten ve buna göre öğrenci yetiştiren çok öğretmen olmuştur. Denebilir ki, kendileri de birer emekçi oldukları için öğretmenlerin çoğu, bilinç sıçraması olan dönemlerde böyle bir tavır almışlar, dernekleri ve sendikaları yoluyla da gerici eğitime karşı durmuşlardır. Hükümetlerle bu öğretmenler arasında daima bir gerginlik olmuştur.

ÖĞRETMENİN DEĞİŞTİRME GÜCÜ

Kötü bir eğitim sisteminden geçmiş insanların, kendi mantıklarını ve dışarıdan öğrendiklerini de kullanarak iyi birer insan olmaları mümkündür, ama bunu öğretmenlerinden kapanların sayısı azımsanamaz.

Fakat öğretmenliğin toplumu dönüştürme gücü nedir? Bu konuyu sorgulamakta fayda vardır. Çünkü Türkiye’de son 150-200 yıl içinde bu dönüştürme gücüne aşırı bir görev yüklenmiştir. Buna göre, Türkiye’nin kurtuluşu, kalkınması eğitimle mümkündür. Her sınıfın temsilcileri kendi çıkarları doğrultusunda bir eğitime önem vermekle birlikte ülkenin eğitimle kurtulacağı daha çok Batıcı bürokrat burjuvazinin görüşüdür. Bunun nedeni, imparatorluktan devraldıkları feodal eğitimin yerine modern bir eğitimi ülkeye onlar getirmişlerdir ve eğitim, onların ideolojisine yapışmış bir kavramdır.

Bütün bir Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemini eğitimin toplumu kurtaracağı söylemiyle yaşadık.

Fakat görüldü ki öğretmenler, milleti ve memleketi kurtaramadılar. Bu kurtuluştan ülkenin bağımsızlığını, halkın bilimle aydınlanmasını ve emeğin kurtuluşunu kast ediyoruz.

Köy Enstitüleri bir on yıl daha devam etseydi, Türkiye’nin kurtulabileceğini söyleyenler vardır.

Öğretmen okulu mezunu olsun, Köy Enstitüsü mezunu olsun, başka bir kaynaktan gelmiş olsun, aydın bir öğretmenin 20-30 yıl bir köyde çalıştığını farz edelim, ki çalışanlar da vardır veya bu 20-30 yıl içinde köyde birbirlerini değiştirmişlerdir, köyde ne gibi büyük değişiklikler yapabilir? Uyguladıkları ilkokul programıyla okuryazar öğrenci yetiştirebilirler, açacakları gece kurslarıyla yetişkinlere de okuma yazma öğretebilirler. Daha da başarılı olanları helaların üstünü kapatmış, köye ağaç fidanları getirmiş olsun. Bunlarla köyün ekonomik ve sosyal hayatını değiştirmek mümkün olabilir mi? Köylerde çalışmış köy enstitülü öğretmenlerin anıları, böyle bir mucizeye işaret etmiyor.

BİR DOZERİN YAPTIKLARI

Bir öğretmenin 20-30 yılda yapabileceklerinin daha fazlasını bir dozer, biraz abartarak söylemekte sakınca yoktur, 15 gün çalışıp köy yolunu açarak yapabilir. Dozer, burada teknolojiyi ve onun satın alıp köy yolunda çalıştıracak sermayeyi temsil etmektedir.

Bir köye yol yapılırsa köylüler ürünlerini pazarlara daha kolay indirecekler, inşaat malzemelerini ve satın aldıkları malları köye daha kolay getirecekler, tarımda makineleşme ile daha bol ürün elde edecekler, köydeki atıl işgücünün bir kısmı boşa çıkarak kentlere gidecek, yeni iş alanları yaratılacaktır.

Bu süreci aslında Türkiye yaşamıştır. 1950 sonrası yapılan limanlar ve karayolları, tarımda makineleşme, büyük ölçüde kapalı bir tarım ekonomisinden sanayi ve ticaret toplumu olmamızı sağlamıştır. Nüfusun yüzde sekseninin yaşadığı köylerdeki değişim gözle görülür bir şekilde değişmiş, kentler büyümüş, Türkiye büyük bir değişimin içine girmiştir.

O tarihten beri köylülerin ve kentlere yığılmış olanların, sandıkta bürokratik burjuvaziyi değil de liberal-sağ burjuvaziyi tercih etmesi ve hâlâ da tercih etmeye devam etmesinin nedeni budur. Bazı aydınlar, 1950 sonrası iktidarlarının dini kullandığı için halk tarafından tercih edildiği görüşünde diretiyorlar. Ana muhalefet partisinin bazı yöneticileri de bu görüştedirler. Muhafazakâr ve milliyetçi söylemlere ağırlık vermelerinin nedeni bu yanılgıdır.

Şimdi filmi geriye sayarak düşünelim: Köylülerden ağır vergiler alan, taşradaki dayanakları yerel eşraf ve ağalar olan, köylere yalnız jandarma ve tahsildarla giden, buna karşılık halkın örgütlenme, söz ve oy hakkının bulunmadığı bir dönem çatlayıp sona ererken, halkın iktidar partisini tercih etmesi düşünülebilir miydi? O iktidar laik değil de tamamen dinci olsaydı ayakta kalabilir miydi?

Ne yazık ki bu dönem, aynı zamanda ülkenin Batı sermayesine eklemlendiği bir dönemdir. Çünkü yabancı sermaye ve krediler, bu değişimde asıl etmendir. Bu nedenledir ki, aydınlar daha 1946’dan başlayarak emperyalist bağımlılığa itiraz ettikleri halde kurtuluş savaşının asıl yükünü çeken emekçi kitleler, bu olguyu görmezlikten geldiler.

Sorun, hem bağımsızlığı korumak, hem kalkınma ve refahı sağlamaktan geçiyor. Türkiye burjuvazisi buna başaramamıştır. Bu köklü bir bağımsızlık ve halkçılık bilincini gerektiriyor. Bunu yapan milletler var. (19 Mart 2019)