Öğrenciye ödev verilmeli mi, verilmemeli mi tartışmalarının yoğun olduğu bu dönemde konu ile ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Önce ödev tanımına bir bakalım. TDK’ya göre ödev “öğretmenin öğrencilere okul dışında yapmaları için verdiği çalışma” demektir. Bu tanımın öğretmen ve öğrenci olmak üzere iki tarafı vardır. Bir görevi veren taraf, bir görevi yerine getirmesi gereken taraf ve asıl üzerine düşünmemiz gereken unsur ise yerine getirilmesi gereken ‘GÖREV’dir. Ödev konusundaki tartışmaların odağında da bu görev kısmı yer almaktadır. Biz de bu unsur üzerine bir değerlendirme yapalım.

Tartışmanın merkezinde “ödev verilmeli mi, verilmemeli mi?” sorusu yer almaktadır. Konu ile ilgili farklı çalışmalar mevcuttur. Bazı araştırmalar ödev verilmesinin gerekliliğini belirtirken bazı araştırmalar da ödevin bir yararı olmadığı görüşünü ortaya koyar. Doğal olarak savunucu taraflar da buna göre kendilerine bir yer edinirler. Ben konu ile ilgili bilimsel çalışma örneklerine girmeden değerlendirme yapmak istiyorum. Uzun yıllardır öğretmenlik yapıyorum ve ilk günümden itibaren bu konu çözmeye çalıştığım en önemli sorunlarımdan biri olmuştur. Ödev konusunda çok farklı deneyimler ve gözlemler yaptım. Bütün bunlardan çıkardığım sonuçlarla bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Özellikle ilkokul dönemi için ödevin öğrencinin öğrenmesine bir katkısı olmadığını düşünüyorum. Bunun gerekçelerini de ayrıntılı olarak açıklayayım;

Öğretmen sınıfta bir konu işler. Daha sonra konu ile ilgili ödev verir ve evde çalışmalarını ister. Bir konu ne kadar çok tekrar edilirse o kadar kalıcı olduğu görüşü yaygındır. Bu nedenle okulda öğrenilen toplama işlemi diyelim. Çocuk toplamanın mantığını kavramaz, neden ve neyi topladığını anlamaz ama işlemi doğru olarak yapabilmesi için bolca alıştırma yapmak zorundadır. Bu şekilde yapılan ödevler ezberci eğitim anlayışının bir ürünüdür. Öğrenme değil öğretmen anlayışına dayanır. Bu ev ödevleri çocuklar ve aileler için işkenceye dönüşür. Çünkü konuyu anlamış olan çocuk daha fazla alıştırma yapma istemeyecektir. Ancak verilen görevi yerine getire baskısı ile zorlanarak da olsa ödevi yapmaya çalışacaktır. Bu şekilde ödevini geç saatlere kadar tamamlamaya çalışan çok çocukla karşılaştım. Oyun ve uykudan feragat edilen bu zamanlar çocukların bir daha geri gelmeyecek olan çocukluklarını çalmaktır. Genellikle aile ve öğretmen baskısı birleşince bu tür çocukların hiç kaçış yeri kalmaz. Gelelim konuyu anlamamış olan çocuğa; bu çocuğa verilen ödev daha büyük bir işkencedir. Ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmezken önündeki çalışmayı tamamlaması gerekmektedir. Kendisine yardım edecek birilerini bekler. Bu tür çocuklar yalnız başlarına ders çalışamazlar. Ailelerinden biri mutlaka onları çalıştırmalıdır. Bu çalışma artık evrim geçirir. Yardımcı olan kişi sonuçları söyler, çocuk da dikte eder. Ödev tamamlanmıştır. Peki, ödevin işlevi tamamlanmış mıdır?

Burada çocuğa yardımcı olan anne ya da baba çocukla ebeveyn ilişkisi yaşamadan öğretmen öğrenci ilişkisi ile hayatını sürdürür. Bu aileler çocukları ile sohbet edemezler, eğlenemezler. Çocukları ile ilişkileri ödev yapma ile sınırlıdır. Çocuklarına okul çıkışı sordukları ilk soru “ödevin ne?”, evdeki sohbetlerinin en önemli konusu “ödev bitti mi?” şeklindedir.

Çocuk ilkokula başladığı zaman aileleri bir telaş sarar. Çocukların ödevleri. Çocuktan çok düşünürler onların ödevlerini. Herkesten iyisini yapmaları gereklidir. Okulda öğretmeni tarafından “Aferin!” denilmelidir. Bu güzel bir şey ama hak ediliyorsa güzel, hak edilmeden alınan “Aferin!” çocuğu kolaycılığa yöneltir. Burada ödev savunucuları şunu der; “ama ödevler çocuğun sorumluluğu, aile yapıyorsa bu ailenin suçu, yapmasınlar, çocuklarına bu sorumluluğu kazandırsınlar” doğru bu ailenin suçu da aileyi buna hiç mi zorlamıyoruz? Ödev yapılmamışsa ya da kötü yapılmışsa çocuk düşük not alacak, karnesi zayıf olacak, başkalarının yanında mahcup olacak, öğretmen aileye “çocuğunuzla ilgilenin” diyecek vs. bütün bunların önünü baştan almak gerekir diyerek aileler ödev sorumluluğunu alıyorlar kendi üstlerine. Hatırlayalım, 2004 programı ile başlayan performans ve proje furyasını. Aileler harıl harıl mükemmel projeler yapıp çocukları üzerinden sunmuyorlar mıydı?

Ödev savunucularının bir dayanağı da şöyledir; çocuk ödev yapmazsa zamanını boşa geçirir, öğrendiklerini unutur, başarısız olur. Hayır, ödev yaparak da zamanını boşa geçirir. Üstelik kişiye özel değilse ödevin bir anlamı yoktur. Her çocuk özeldir, her çocuk kendi öğrenmesini sürdürür ve her çocuğa ilgisi ve becerisi yönünde eğitim verilmelidir görüşünü savunup herkese aynı ödevi vermek angarya yüklemekten başka çocuğu okuldan soğutmaya yarar. Ödevler yüzünden okula gitmek istemeyen çocuklar hiç de azımsanacak boyutta değildir.

Buraya kadar söylediklerim ödevin yapılma şekli ile ilgili boyutuydu ve gösterdiğim gerekçelerle ödevin ilkokul çocuklarında gerekli olmadığını anlatmaya yeter. Ancak bir de ödevlerin içerik boyutu ile ilgili bir değerlendirme yapalım.

Yine ilkokula başladığı andan itibaren uzun yazma ödevleri çocukların karşısındadır. Yazısı düzgün olsun diye yazı ödevleri verilir. Sürekli yazan çocukların yazısı düzgün olmaz. Yazı el kasları ile alakalı bir durumdur. Zaten kasları gelişmemiş olduğundan yapamadığı işi zorla yaptırmak bıktırmaktan başka bir amaca hizmet etmez. Ve tabii okuma süreci tamamladığı andan itibaren verilen testler. Henüz okuduğunu anlamakta ve anlatmakta zorlanan çocuklar önüne konulan cevap şıklarından doğru kabul edileni işaretlemeyle çalışmış mı oluyorlar? Neden sonuç ilişkisi kuramadan, düşünce üretmeden, zihni çalıştırmadan, kıyaslama yapmadan, karar verme özgürlüğünü kullanmadan yapılan kaç soru başarı getirir?

İlkokulda çocuklar öğrenme için yeterince zamana sahipler. Ödev konusunda ısrarcı olan öğretmen sınıf içerisindeki zamanı iyi planlayamıyordur. Öğrenme etkinliklerini “öğrenme” odaklı olacak şekilde gerçekleştiremiyordur. Sınıfta eksik kalan bölümü evde ailelerin tamamlamasını istemektedir.

Çocuklar hayatı oyunla öğrenir. Çocukları oyundan mahrum edecek her etkinlik onların çocukluklarını çalmaktır. Çocukluğunu çocuk olarak yaşamayan bireyler sağlıklı bir yetişkin olamazlar. Bu nedenle ilkokul döneminde çocukların okul dışı zamanlarını özgürce geçirmelerine fırsat vermek için ödev verilmemelidir diyorum.

Daha sonraki dönemlerde verilecek ödevlerin içerikleri her çocuğun kendi seçimine bırakılmalıdır. Bunun için tekrar söyleyeyim. “öğretme” odaklı olmaktan çıkıp “öğrenme” odaklı eğitim anlayışına geçmek gerekir. Her çocuk kendi öğrenmesinin farkına varmalıdır. Kendi öğrenmesini fark ettikçe yerine yeni öğrenmeler eklemek ister. Kendi isteği ile ve istediği yönde okul dışı çalışmalar yapabilir. Öğretmen burada çocuğa yol gösterici olmalı, yönlendirici değil. Öğrenme hayat boyu sürer ve öğrenme sürecinde elde edilen karar verme yetisi hayat boyunca bir insanın en çok işine yarayacak becerisidir.

Ödev olmazsa olmazımız değildir. Ama bu çıkmazdan kurtulmanın yolu da eğitime olan bakış açımızı değiştirerek olur. Okulda öğrenemeyen çocuk ödevle öğrenemez. En büyük ihtimalle sınavı geçene kadar hafızasında tutması gereken bilgiyi ezberler. Amacımız öğrenmek ve öğrendiğinin farkında olmaktır. Öğrenme sürecinde edindiği tecrübeyi de tüm yaşamı boyunca ve yeri geldikçe kullanmaktır.