Türkiye siyasal tarihini 1970 yılından beri takip ederim ve yaşanan bir çok olayın da canlı tanığıyım diyebilirim.

Bu süre içinde bir çok siyasal yapı iktidar oldu muhalefet oldu,darbe yedi veya darbe yaptı.

Bunları kısaca siyasal liderler üzerinden tarif ettiğimizde olay daha iyi anlaşılacaktır.

Süleyman Demirel liberal demokrat, batı ve Amerika yanlısı, oy almak içinde dindar kesimin inançlarına oynayan bir siyasi akımın öncüsü olmuştur.

Dindarları kullanarak oy istemenin çok kolay bir yol olduğunu keşfettiği andan itibaren, seçim meydanlarında kuranı- kerim öpmeye ve dindarların inanç dünyalarını istismar etmeye başlamıştır.

Belki de ilk defa dinin siyasete alet edilmesi onunla başlamıştır.

(Adnan Mendres ne oldu diyenler olabilir benim şu andaki konum tamamen yaşadığım dönemle ilgilidir.)

Dindarlığın siyasete alet edilmesiyle birlikte, kitlelere yönelik sosyal ve ekonomik vaatlerin yerini dini söylemler almıştır ve çok kolay yoldan oy devşirme işi başlamıştır.

Onun döneminde yaşananlar laik ve seküler yaşamı benimseyenler ve CHP tarafından ağır eleştirilerin konusu olmuştur.

Bülent Ecevit dönemi diyemiyoruz çünkü Ecevit dönemi uzun süreli olmadı diyebiliriz.

Geldiği her dönem kısacık olmuştur ya istifa etmiştir, ya da seçimle iktidarı kaybetmiştir.

Ecevit dini siyasete alet etmenin doğru bir yol olmadığını gören ve uygulayan bir siyaset adamıydı.

Daha sonra Erbakan' ı gördük.

Onun iktidar dönemleri de çok kısa olmuştur.

İktidar da olduğu dönemler kısa dönem koalisyon ortağı olmuştur ve tek başına iktidar olmak ona da kısmet olmamıştır.

Erbakan ise siyaseti tamamen dini motiflerle yapılmasını savunan, buna rağmen Atatürk döneminde yapılanlara da saygı duyan, cumhuriyete bağlı anti emperyalist bir refleksi olan ve batının Amerika'nın sömürgeci acımasız yüzünü erken fark eden bir siyaset adamıydı.

Erbakan siyasal yaşamının tamamını dindarların hayat biçiminin devletin hayat biçimi olmasını savunmuş, belki de laikliği dinsizlik anlamında eşleştiren ilk siyaset adamıydı.

Bunu fark eden batıcı ve Nato'cu askeri güçler onun iktidarda rahat oturmasına izin vermemişlerdir.

28 şubat döneminde yapılan bir MGK toplantısı sonrasında kan ter içinde iktidarı bırakmak zorunda kalmıştır.

İşin en garip yanıysa dindarlığın siyasete alet edilmesini bir yol olarak keşfeden Süleyman Demirel tarafından MGK toplantısında kıskaca alınmıştır.

Yani dindarları siyasete malzeme yapan Demirel, Erbakan'ın dindarlığını ve siyaset yapma şeklini ülkenin geleceği için tehlikeli bulduğu için önüne engel koyabilmiştir.

Yani Demirel dini siyasete alet etmiş olmasına rağmen son döneminde dini siyasete alet etmenin doğru olmadığını kabul etmiş ve ölene kadar da bu görüşünde ısrarcı olmuştur.

Hatta son döneminde Ulusalcı Kemalist bir çizgide oluvermiştir.

Özal dönemi ise uzun iktidar olmasıyla Demirel'den bir adım daha ileri dincilik uygulamalarına ön ayak olmuştur.

Onun döneminde ilk defa devlet, tarikatlarla tanışmış ve dinci uygulamaları demokrasinin bir parçası olarak kabul etmiştir.

Tarikatları sivil toplum örgütü kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Özal olmuştur.

Erbakan ise inandığı çizgiden hiç ödün vermeden ölmüştür.

Yani batı düşmanlığı, batı değerlerinin bize yabancılığı,siyonizm düşmanlığı ve İslam dininin her şeyiyle insan yaşamında ve devlet yaşamında egemen olmasını savunmaktan bir zerre ödün vermemiştir.

Hatta son döneminde R.T.Erdoğan ve ekibini batıcı, Amerkancı ve siyonizme hizmet etmekle suçlayabilmiştir.

Türkiye siyasal yaşamında kısa kısa iktidar da olan Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz'dan bahsetmeme gerek yok çünkü onların herhangi bir siyasal duruşları ve iz bırakan fikirleri uygulamaları olmamıştır.

Nihayet Recep Tayyip Erdoğan dönemine geliyoruz.

Bu dönem Türkiye siyasal tarihinin en uzun en çok konuşulması gereken,en radikal kararların alındığı bir dönem olarak anılacaktır.

Birinci dönem R.T.Erdoğan dindarlığını hiç saklamayan siyasal çizgisinin bütün referanslarını dindarlıktan alan bir siyasetçi olarak ortaya çıkmıştır.

Dünya ölçeğinde ise birinci dönemi batı değerlerine, Amerika'ya,NATO'ya, AB' ye tam teslimiyetle geçmiştir.

Siyasal politik davranışı ise sabırla yaşamı savunur anlamında kurbağayı yavaş yavaş pişirmek politikası olmuştur.

Birinci dönem batı ve Amerikan değerleriyle tam bir uyum sağlamış, liberal demokratları hatta sosyal demokratları, eski komüinistleri bile yanına almayı başarmıştır.

O dönemde bu duruma karşı Hasan Pulur; ''Hepiniz aldanıyorsunuz, R.T.Erdoğan değişmemiştir ve zamanı gelince tıranvaydan inecektir'' mealinde yazılar yazmıştır.

İkinci dönem batı değerlerinin nimetlerinden faydalanmaya devam edilmiş, geçmişte iliklerine kadar doyduğu seküler yaşam ve laikliğe karşı olan karşı duruşu ufak ufak ortaya çıkmış hatta bundan dolayı 2010 yılında AKP Yargıtay tarafından suçlanmış parti kapatılsın kararı altıya beş reddedilmiştir.

Bu tarihten sonraki üçüncü dönem ve bu son dönem ise devletin okullarının, mahkemelerin, gazetelerin, yaşamın her alanının dinselleştirilmesi konusunda önündeki hiç bir engeli tanımadan, takmadan uygulandığı bir dönem olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Bu dönem hala ortak yaşamın devam ettiğini Sünni İslam dışındaki yaşamların da baskı yiyor olmasına rağmen kendilerine yaşam alanları bulduklarını kabul etmeliyiz.

Bu son dönem de dindarlığı dincilik boyutunda devlet yönetme, devlet olma iddiasıyla hayatın içinde yer alan tarikatlar ise bu iktidarın önüne geçmiştir.

İşte Fethullah örgütlenmesi bu dönemim aşırı hoşgörü ve toleransı sonucunda devleti ele geçirmenin pik yaptığı bir yapı olarak ortay çıkmıştır ve hala devlet ellerindedir.(Sayın Cumhurbaşkanı devletin istihbarat örgütlerindeki paralel yapılar yüzünden bilgi sapması sonucunda çok şehit vermeye başladık derken bunu kastediyor olmalı.)

Fethullah örgütü düşman olarak görülüp mücadele edilmesine rağmen, demokrasinin bütün nimetlerinden en uç seviyede faydalanan diğer tarikatlar ise bakanlıklarda benim senin olsun mücadelesine girmiş durumdadır.

Bu tarikatların herhangi biri eline fırsat geçtiğinde devleti ele geçirmek konusunda Fethullah örgütlenmesinden geri kalamayacaktır.

Hatta Fethullah tarikatını bile aratır olacaklardır.

İşte asıl ve büyük tehlike dün değildi bu gün başlıyor.

Geriye doğru baktığımızda Demirel kötü denildi,Özal geldi Demirel dönemi arandı,Ebakan geldi Özal arandı.R.T.Erdoğan dönemi geldi Özal arandı.

Sağ siyaset açısından bakıldığında bu gün seküler yaşamı savunanlar ve laikliğe inanalar bu gün Özal çok iyi adamdı diyorlar.

Yani dün gelenler sırayla gelen gideni aratır misalini haklı çıkaran uygulamaların içinde olmuşlardır.

Bu gün yaşayanlar, Erdoğan dönemini çok ağır eleştiriyorlar ve devletin tamamen dinselleştiğini, laikliğin yok edildiğini, okulların ve sosyal yaşamın dinselleştiğini söylüyorlar.

Oysa bu gün yaşayanlar yarın yaşayacakları günlerde bu günleri arayacaklarını şimdiden söylersek ukalalık, çok bilmişlik sayılmamalı.

Çünkü devletin ve sosyal yaşamın dinselleştirilmesinin sonucu Cübbeli Ahmet anlayışıdır.

Cübbeli Ahmet'i aratacak daha da radikal tarikatlar bu gün ülkemizde özgürce Cumhuriyet düşmanlığı yapmaya devam ediyorlar.

Yani yarınlarda Recep Tayyip Erdoğan dönemi ''Çok iyi bir dönemdi'' diyeceklerini şimdiden duyar gibi oluyorum.

Çünkü dün Özal'ı, Demirel'i, Erbalkan'ı çok ağır eleştirenler bu güne bakarak onlar çok iyiydi diyebiliyorlar.

Bu gün dinciliğin geldiği son merhale aynı zamanda cehaletinde son merhalesi sayılan Cübbeli Ahmet ve onun gibi tarikatlar olmuştur.

Neden cehalet diyorum?

Hoca lale gül televizyonunda ''Uzay, yıldızlar ve kara delik konusunda Fatih Altaylı'dan çok şey öğrendim'' diyebiliyor.

Demekki elli yaşına kadar ne Albert Ainstein'in izafiyet teorisinden, ne Stephan Hawking'in kara delik toirisinden, ne yıldızların mesafesinin hesap şekli olan ışık yılından,Evrim teorisinden yani Charles Darwin'den, ne de Keepler'den haberi yokmuş.

Hatta İslam bilim adamaları Farabi,Ammar,Harizmi,Biruni,Sabit Bin Kurra,Ali Kuşçu,İbn-i Sina'yıda bilmediği ortaya çıktı.

Yeni dönemin uleması kabul edilen ve on binlerce insanı etrafında toplayan bu yapının bilimden, sanattan, edebiyattan, uzaydan, astronomiden,fizikten,kimyadan,matematikten hiç ama hiç haberi yokmuş.

İşte bu gün çok kötü dediğiniz R.T.Erdoğan dönemi bunların yanında sütten çıkmış ak kaşıktır diyebiliriz.


Pakistan,Afganistan,Mısır,Sudan vb. gibi İslam ülkeleri de çağdaş modern değerlerden bu günkü kap kara dönemlere savurulmuşlardır.

Türkiye de son elli yılda buralara kadar gelmiştir ve Erdoğan dönemi az da olsa ışığın olduğu, herkesin yüzünün fark edebildiği ve nefes almanın mümkün olduğu bir dönem olarak gelecekte takkeli ve cüppeliler yönetiminde özlemle anılacak bir dönem olacaktır.

Bunu engellemek mümkün mü hiç sanmıyorum.

(Ancak ABD ve batı müdahalesi engeller tıpkı orta doğu ülkelerine IŞİD sebep gösterilerek müdahale edildiği gibi.Bunu yaparken de doksan yıllık cumhuriyet kazanımları işte o zaman enkaz olurki, enkaz diyenler ben ne yaptım diye dizlerine vururlar ama iş işten geçmiş olur.)

CHP ve ona benzer partiler var diyenler olabilir.

Onlar da bu dönemin rantına bulaşmış, kapitalist düzenin zevkü-sefasına dalmış durumdalar.

Onların solculuğu, devrimciliği sadece kürsülerde nutuk atmaya yetiyor,halkın içinde yoklar.

Adım adım cüppeli takkeli,IŞİD kafası döneme doğru savruluyoruz o dönemde R.T.Erdoğan da dinsiz olarak anılacaktır ve o günün dincileri onların dindarlığını da beğenmeyeceklerdir.

Bunu anlamak için elli yıla bakmak ve nereden nereye geldik bunu görmek mümkündür.