17 Nisan 1940 günü TBMM’nde Köy Enstitüleri Yasası görüşülürken çok az mebus söz almıştır. Tek Parti döneminin Meclis hayatını bilmeyenler, enstitülere karşı olan mebusların o gün Meclise gelmediğini ileri sürüyorlar. Oysa o dönemde Meclis’e devamsızlık yaygındır. Bunun nedeni de Meclise gelen her tasarının zaten kanunlaştığını gören mebusların devam etmekte bir yarar görmemiş olmalarıdır.

Köy Enstitüleri Yasası görüşülürken söz alan birkaç kişiden biri Kâzım Karabekir’dir. Karabekir Enstitü yasasını benimsemektedir, yalnız küçük bir tereddüdü vardır. Bunu kürsüde yasa tasarısını tek tek okuyup sorulara yanıt veren Bakan Hasan Ali Yücel’den sorar.

Enstitüler yalnız köylerden öğrenci alacaktır. Bu çocuklar, köylerin arasında kurulan Enstitülerde beş yıl öğrenim gördükten sonra şehirlerle temas etmeden gene köylere gönderileceklerdir. Bu durum köy çocuklarında bir “zümre şuuru” uyandıracak olmasın!

Karabekir’in kaygısı budur. “Zümre şuuru” dediği o dönemde şiddetle yasak olan “sınıf bilinci”dir. Hasan Ali Yücel onun endişelerini gidermeye çalışır: CHP, bütün okullarda memleket evlatlarına aynı programı okutmaktadır, Bu program imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle olduğumuzu söyler. Dolayısıyla köy çocuklarının bir sınıf bilincine kavuşacaklarından endişe etmeye mahal yoktur!

1940 koşullarında köy enstitülerinde yeşeren solculuk gerçekten de orada uygulanan programlardan ve öğretmenlerin telkinlerinden kaynaklanmış değildir. Köye ve köylüye hizmet aşkıyla yetiştirilen bu gençlerin yurtsever birer Atatürkçü olduğunda şüphe yoktur. Şehir okullarında yetişenlerden farklı olarak bunlar, içinden geldikleri köy toplumunun ihmal edildiğini, şehirle köy arasında korkunç bir uçurum olduğunu görmüşlerdir. Bunu görmemek için de zaten gözlerinin kör olması gerekirdi. Zaten hepsi görmüş de değildir. Enstitülerde cadı kazanının kaynatılması için birkaç kıvılcımın parlaması bile yeterliydi.

Karabekir, Kurtuluş Savaşı yıllarında da, İsmet Paşa tarafından alındığı Mecliste de Türk ticaret burjuvazisinin sözcüsüdür. Burjuvazi kentin bir ürünüdür. Burjuva ideolojisi ve kültürü kentlerde yaygındır. Karabekir’in köy çocuklarının bu kültürle tanıştırılarak burjuvazinin çıkarlarına göre yetiştirilmelerini, emekçi sınıfların ideolojisinden yalıtılmalarını istediği aşikârdır.

BEN NEDEN BÖYLEYİM?

Ben bir köy enstitünde değil, onun devamı olan bir öğretmen okulunda okudum. Enstitüler kapatıldıktan dört yıl sonra 1958’de o okula kaydoldum. Fakat okulumuzun kuruluşu ve biz köy çocuklarının yetişme koşulları aynıydı. Yani köyden alınıyor, köylerin arasında kurulmuş bu okulda altı yıl, şehirle temas etmeden öğrenim görüyor ve gene köylere gönderiliyorduk. Biz de enstitülerde olduğu gibi, kent okullarında uygulanan müfredata bağlıydık. Aramızdaki fark onların burjuva kültüründen etkilenmesine karşılık bizim o kültürle temas edemiyor olmamızdı.

27 Mayıs Devriminden iki buçuk yıl sonra, 16 Aralık 1962’de bir Amerikalı uzman okulumuzda incelemeler yaptı. Öğrencilerle de görüştü. Okulumuzun bir şehir kıyısına taşınacağı projesinden söz etti…

Dönemin fikir genişliği ortamında birçoğumuz devrimci görüşleri benimsedik. Fakat kent kültürü dairesine girmedik. Örneğin ben sporla, futbolla hiç ilgilenmedim. Hiçbir maça gitmedim. Spor toto ve kumar oynamadım. Tommiks, Teksas gibi Amerikan çizgi romanlarını okumadım. Hayat ve Ses “mecma”larını değil, sanat ve edebiyat dergilerini okudum. Dans etmeyi öğrenmedim. Yıldız falıyla ilgilenmem. Boyun bağını zorunlu olduğum için taktım.  Bol paçalı pantolon giymedim. Kızların mini etek giymelerini, erkeklerin saç uzatmalarını  da her zaman yadırgadım.  Şortla denize girerken bile utanırım. Pahalı lokantalarda yemeğe verilen parayı ziyan sayarım. İçkiye alışmadım. Yaş günü kutlamam.

Bunun anlamı, benim ve benim konumumda olan arkadaşların devrimci düşüncelerle tanışmış olmamıza rağmen burjuva şehir kültürüyle temas etmemiş olmamızdır. Sosyalizm sanki kentlere uğramadan uçup gelmiş, bizi bulmuştur. Bu iyi mi olmuştur, kötü mü olmuştur? Bana göre bu bize bazı artı değerler kattı.

Kentli burjuva ailelerinin çocuklarından da devrimciler yetişmemiş değildir. Fakat onların devrimciliği ile bizimkiler arasında farklar vardır. Onlar çabuk parlamışlar ve çabuk sönmüşlerdir. Yenilgi anlarında ya umutsuzluğa kapılıp pasifleşmişler ya da kendi sınıflarının savunuculuğuna soyunmuşlardır. Emekçi kitlelerle (işçi ve köylülerle) kopmaz bağları olanların saf değiştirmesi ise zordur.

Kanımca Kâzım Karabekir, kaygılarında haklı çıktı. Bunu kendi yaşamımdan görüyorum. Köylerden alındık, köyler arasında kurulan bir okulda okuduk ve şehirle temas etmeden (burjuva kültürüyle donanmadan) gene köylere atandık. Bu atmosferde edindiğimiz devrimci kimlik de hayat boyu bizi bırakmadı. (3 Haziran 2019)